29 Mart 2009 Pazar

27. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin yedinci günü, "abla"nın gördüğü üç yeni film: Gölgeler, 9.90 YTL, 12

Ev kadrosundan kuzen eksilmiş, damadın kardeşi eklenmiş; "abla" her ne kadar üç filmini izledikten sonra internet cafede yazısını yazıp bir de iklim uygunsa Şişli'ye yürüyerek saat 22:00 sularında eve ulaşıyor ise de, çocuklara meyve servisinde kusur etmez, önlerine birer çanak ayıklanmış meyve sürer, annelik içgüdüsü işte!

27. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin yedinci günü; çocuklar uyumak istediklerini bir gece önce net biçimde belirttiklerinden, "abla" sabah sessizce evden çıkar, kapı önünde karşılaştığı sabah sabah nereye gittiğini öğrenen Sezgin'in hayırlısı olsun! uğurlamasıyla yürüyüşe geçer. Bu kez hedefi Mecidiyeköy; süresi uzatılmış pasaportunu alır hızlı yürüdüğünden geniş pürüzsüz kaldırıma şükrederek yönünü Taksim'e çevirir.

Gölgeler konusu kadar müziğiyle de unutulmaz Yağmurdan Önce'nin yönetmeni Milcho Manchevski'den; öldükleri halde Dünya'da kalmalarını gerektiren neden ortadan kalkana dek gidemeyenlerle ilgili, Uzakdoğu ve onların yeniden çevrimlerini yapan Amerikan sinemasının bayıldığı konulardan bir Araf öyküsü, ağır tempolu bir gerilim...

Yönetmen Jan Kounen'in filmi 9.90YTL, Frederic Beigbeder'in Türkçe'ye de çevrilen çoksatar romanından uyarlama vizyona girecek filmlerden, iki ayrı sonlu çok iyi bir film: Parolası "insan ederi belli bir üründür" olan kokaine boğulmuş çok zengin çok zekî bir reklam yazarı çevresinde tüketimin nasıl yönlendirildiği hikâyesi anlatır. Metin yazarının sevgilisi Mood for Love filminin müziği eşliğinde hamile olduğunu söylediğinde adam, yeni bir yaşam biçimini istemediğini Dünyanın aynı fikirdeki değişik tipte/davranış biçiminde erkeklerin tepkileriyle anlattığı Çin Lokantası sahnesi "abla"nın filmin en hoşuna giden sahnesi! Her yıl Dünyada reklama harcanan bilmemnekadar milyar doların sadece %10'uyla açlık probleminin çözülebileceği gerçeğiyle çoook daha önce karşılaşan "abla" beş patronlu işyerinde, bir kendilerini geliştirme semineri sırasında, kendini tanımlamak için arkadaşları karşısına dikildiğinde Dünyanın sınırlı kaynaklarının paylaşımını hiç de âdil olmayan biçimde kışkırttıklarından dolayı kendisini reklamcı değil tanıtımcı, daha iyisi sadece grafiker olarak adlandırmayı uygun gördüğünü açıklar.

Bir sonraki filme 40 dakika var; Tünel'e yürüyüşe geçen "abla" eski adıyla Danışman şimdilerde Hacopulo Han olan geçide girer, ortasında Arkadaşım Şeytan'dan bir sahnenin çekildiği ufak alan şemsiyeli alçak masalı, tabureli şirin bir çay bahçesi olmuş. Sahafların önündeki kitap yığınlarını karıştırıp üzerine yayılmış kedileri mıncıklamaya bayılan "abla" gözüne kestirdiği birinden, polisiyeyi edebiyatın saygın dallarından biri haline getiren Dashiel Hammet'in Sırça Anahtarı'nı 3 YTL'ye alır, mistik kitaplar üzerine yaptıkları deriiiin sohbetten hoşlanan satıcı kıza mail adresini verir, önündeki bilgisayarda onpunto'ya girip sohbetin devamını bloglarında okuyabileceğini söyleyip reklâmını yapar.

Koşarak bir sonraki film için, üçüncü kez Emek Sineması'na gider, bir önceki gösterimdeki yerinin hep aynı yerlere oturduklarından kızkardeşinin hırkamızı bıraksak olur! dediği yanıbaşındaki koltuğa yerleşir.12, "abla"nın çok beğendiği Urga'nın yönetmeni Nikita Mikhalkov'dan: Sidney Lumet'in Oniki Öfkeli Adam filmini ne şans! yakın zamanda MGM'de yeniden izleyen "abla"; böylece, kızkardeşinden aldığı duyuma göre NTV'deki kısacık konuşmasında, yönetmenin insan araç değil amaçtır dediği paralel giden iki film arasındaki farkı seçer: S. Lumet'nin zanlının suçsuzluğu konusunda oybirliğine vardıkları noktada sonuçlanan filmini Mikhalkov biraz daha uzatarak, beraat eden Çeçen gencin peşine düşecek mafya yüzünden sokakta, hapisaneden çok daha az yaşayacağını öne sürerek sorumluluğun sınırları sorgusuyla bitirir. Sorumluluğun sınırları sorgusu "abla"nın, Öte yandan... yazılarının temel konularından biridir; bu filmi bu yüzden, insan psikolojisi üzerine en iyi filmlerden biri olan, Oniki Öfkeli Adam kadar sever.

Hiç yorum yok: