22 Şubat 2011 Salı

"Abla"dan iyi bir filmin haberi: İkilem yarın ODTÜ'de...

Bu defa, yazlığa gelme tarihlerini epey bir beriye çekip, Şubat'ın ortasında evlerini açan, "abla"nın deyimiyle Karabaş Ailesi, pek üşümüş olmalı ki, -ısıtmayan klimaya inat- gönüllerine soba kurmak düşer; konuyla ilgili bilgi almak, çocukluktan kalan anılarını/bilgilerini canlandırmak amacıyla "abla"nın kapısını çalarlar.

Verandadan içeri alınıp hasır paspas üzerine konuşlanınca sızlanması kesilen, süveteriyle pek şık Karabaş'ın babası ve annesiyle "abla"nın kurmuş olduğu -soba üzerinde kestane kebaplı- sohbet, kızları Başak'a gelir: İyi bir sinema izleyicisi olduğunu düşünen "abla" ile kız kardeşlerinin izleyip beğendikleri ilk filmi, İkilem (Dilemma)'in yönetmeni Başak Büyükçelen.

Babası, övgüyle "İkilem Kanada'daki galasının ardından bir kaç festivalde gösterildi. Montreal Turkish Film Festival'de En İyi Kısa Film Ödülü'nü aldı, sonra bir de ION International Film Festival'de En İyi Öğrenci Filmi Ödülü aldı..." diye anlatır. "Çarşamba ODTÜ'de, sonra da Aksanat'ta gösterimi var."


Başak'la yazışan "abla", mailini, pek çok mesaj yüklü bu güzel, özenli, incelikli filmi kaçırmak istemeyecek izleyiciye haber olarak aktarmakta sakınca görmez.

"Bu çarşambadan cumartesiye ODTÜ'de kısa film festivali var. Benim filmim Ikilem açılış filmi, 11:00-12.00 arası Mimarlık amfisinde, film sonrası bir söyleşi de olacak.
Davetiyeler şu noktalardan alınabiliyor, gösterimler ücretsiz: Kızılay İmge Kitabevi, Kızılay Evrensel Kitabevi, Tenedos Kafe, Kafka Kafe Bar, Yüzüncüyıl Naz Gıda."


"Abla" bir de meraklısı için, Başak'ın, günümüz toplumunun düğümlerinden birini yansız biçimde inceleyen filminin adresini yazısına ekler:


http://www.dilemmamovie.com/pdf/Press_Kit_Ikilem_TR.pdf

13 Şubat 2011 Pazar

"Abla" bir haftalığına İstanbul'a gider.

Döner; Tahtakale'den, geze dolana, bayılarak topladığı, cam, döküm, plastik boyama, tahta... boncuklarla minikart üretme hevesine öyle bir dalar ki, izlediği iki güzel tiyatro oyunu, üç güzel film, kendisini dürtmese bu yazı hiç yazılmayacak!

Boncuk terapisinin çekiminden sıyrılması dört gün alır; kesik kağıtlarının bittiği kısa zaman aralığında klavye başına çöken, doz aşımı yüzünden aşırı yüklendiği gözlerinin baş ağrısı, bulantı türünden şikâyetlerine kulağı tıkalı "abla", bir sonraki boncuk dizme krizine dek, hızlıca, 2011 yılının ikinci ayı başına rastlayan İstanbul haftasını anlatmaya soyunur.

Kızıyla, yıllık olağan sağlık taramasına girer; sol kolunda -her zaman olduğu gibi- damar bulamayıp öbür koluna yönelen Bulgar göçmeni sağlık görevlisinin yıldız gibi bir damar düğümü var beyanı üzerine '58'de yıldız çocuklarının Dünya'ya geldiklerini söyleyip düğüme açıklama getiren "abla", bilgi alışverişinin yapıldığı bir Yeniçağ sohbetine kapı açar.

Kolesterol "hastalığı"nın ilaç şirketlerinin icadı olduğunu öğreneli, tahlilleri değerlendiren doktorun, "perhiz yapıp düşürmezseniz, ilaç kullanmanız gerekir" tehdidine kulak asmadığı, "karaciğerde yağlanma var, kilo verseniz iyi olur" dediği olağan görüşme dışında, taramanın olağanüstü iki sonucundan biri, -üç yıl önceki kontrolde kendisine, "beden fazla yumurtaları atmazsa kanserleşme eğilimi gösterebilir, müdahale etmek gerekir" dendiğinden- kendisiniçooook rahatlatan, yumurtalarının bitmiş olması haberi, diğeri ise 30'una merdiven dayamış kızının son iki yılda iki santim uzamış olması! Reiki, meditasyon, nefes çalışmaları yapan kızı, "abla"nın teşhisine göre, yavaaaaşça yer çekimi etkisinden kurtulmakta...

'96'dan bu yana, kedi ailesinin seçkin ferdi Pamuk'un kaybının çok üzdüğü küçük kız kardeşi teselliye gelmiş görünen ablaların görüşüne hazır, biletleri alınmış iki oyundan biri, Berkun Oya'nın yazıp yönettiği, Eyüp santralistanbul'daki yeni adresindeki KREK oyunu Güzel Şeyler Bizim Tarafta. Bartu Küçükçağlayan, Ozan Çelik, Öykü Karayel, Tülin Özen'in -oyunculardan birinin repliğinin son derece dürüst biçimde yansıttığı gibi, 85 dakika sonunda salon aydınlandığında, izleyicinin, yaşamda da izlemekten öteye geçmediğini yüzlerine vuran siluetlerin yansıdığı camekan ardında- oynadığı oyunun baş rolü, muhteşem oyuncusu, "abla"ya kalırsa, özellikle türbanlı kızın diyalogları, daha önemlisi, ne eksik ne fazla susuşları..."Korkaklar ülkesinde sevmek suç, sevenler tutsak. İki farklı çift, dört farklı insan, tek bir kurban. Sevmek, ahlak, özgürlük ve bedelleri üstüne..." diyen tanıtım yazısından çok daha fazlasını barındıran oyun "abla"ya kalırsa özel ilgiyi hak eder.

Diğer oyun bir klasik; Tiyatro Pera'da, Anton Çehov'un yazdığı Nesrin Kazankaya'nın yönettiğiVanya Dayı: Levent Öktem, Selçuk Yöntem, Nesrin Kazankaya, Linda Çandır, Can Kolukısa gibi deneyimli oyuncuları, etkileyici sahne düzeniyle güzel bir yorum.

Evde bir araya gelip paralı kanalı karıştırdıkları bir seferinde, tam da, speed kanalının tek düzeliğinden sızlandığı sırada, "abla"yı utandıran bir film; yıllar önce ilk izlediğinden beri, -Ellen Barkin'in- unutamadığı son cümlesiyle, filmi sollayan müziğiyle çok beğendiği Siesta. 1987 yılı, ABD yapımı filmin yönetmeni Mary Lambert, müzikleri, "abla"yı hayranları arasına katan Miles Davis, Marcus Miller yapmış. Ellen Barkin, Gabriel Byrne, Julian Sands, Jodie Foster,Isabelle Rosselini... oynamış. "Abla" filmin, ölüm (sonrası) üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olduğu konusundaki fikrini o tarihten bu yana korumaktadır.

Bir yıl önceki gibi, kuzeniyle buluşan "abla", İspanya 2010 yapımı Biutiful'u görür, beğenirler. Paramparça Aşklar, Köpekler, 21 Gram, Babil filmlerine bayıldığı Alejandro Gonzalez Inarritu'nun yönettiği son filminin anlattıkları, adının tersine güzel değil. Buna karşın, onca çirkinlik içinde, bir yanıyla mistik bir karakteri canlandıran -Barcelona'nın ünlü Sagrada Familia'sını çoook uzaktan gören bir yerinde yaşayan- İspanyol Uxbal (Javier Bardem) ve "...ay?" kadar kısa bir yaşam diliminde yaşamlarını garantilemeye / düzenlemeye çalıştığı çocukları ile, iş yaptığı,tutunmaya çalışan Çinli, Senegalli kaçak işçiler çevresinde dönen film, iyilik yüklü, umutlu, dürüst ve doğru; bu özellikleriyle de çok güzel.

!f İstanbul 2011'i izleme niyeti olmasa da, aylar öncesinden Darren Aronofsky'nin Black Swan'nından haberdar "abla" tayfası, namı alıp yürümüş filmi, internetten izlemekten geri kalmaz.Pi'yi üç kez olmak üzere tüm filmlerini izleyen "abla"nın, en beğendiği yönetmenler arasına kattığı Aronofsky'nin son filminin oyuncuları Natalie Portman, Vincent Cassel, Mila Kunis, Barbara Hershey... Bir balerinin karanlık yanıyla tanışıp, barışıp, örselenmiş ruhu yüzünden bütünleşip taraf değiştirdiği, Aronofsky filmlerini sevenlerin beğeneceği belli film, kaçırılacak gibi değil...

İstanbul günlerine bir de, iskeleleri kalkalı gidip yeniden görmeye niyet ettikleri Ayasofya'yı ekleyen "abla" ve kız kardeşleri, yakınlarda gelip gezmiş en küçükleri rehberliğinde, Tanrı'nın tahtını koruduğu söylenen, altı kanatlı, metal bir plaka ardında 160 yıldır saklı yüzü açılmış Serafim'i görürler. Batmaya yönelmiş akşamüstü ışığıyla aydınlık Ayasofya, iskelesiz çok daha görkemli.

Boncuklarına dönmeden, bunu da eklemezse, yazının eksik kalacağını düşünen "abla", son zamanlarda okuduğu, Akaşa Yayınları'ndan, KRYON, Dna'nın On İki Tabakası (İçinizdeki Üstatlığın Ezoterik Bir İncelemesi) Onuncu Kitap başlıklı kitaptan kendisini çok etkileyen bir paragrafı aktarır: (Sayfa 171)

"...Evrenler her zaman yaratılır ve "Büyük Patlama" teorinizin saçma olmasının nedenleri şunlardır: (1) Bu teori, İnsanın, daima her şeyin başlangıcını arayan bilimsel 3B eğiliminin ürünüdür. Ancak, kuantum niteliğe sahip olan herhangi bir şeyin başlangıcı yoktur. Görünüşe göre, atomun bir başlangıcının olmaması bilimi rahatsız etmemektedir, çünkü atom büyük patlamayı başlatan unsurdu; ama bilime göre, evrenin bir başlangıcı olmalıdır! Dolayısıyla, bilimin görüşüne göre, Büyük Patlama -her nasılsa hepsi Tanrı parçacıkları olan, çünkü bir başlangıcı ve sonu olmayan- atomların evreninizin başlangıcı olan bir patlama yaratmasıyla başlar..."