22 Aralık 2009 Salı

"Abla", kızı ve kız kardeşiyle Vavien'i görür: Film, grubun oybirliğiyle, çok beğenilir.

Ucundan yakaladığı 12. Sinema Tarih Buluşması son günü kendisine, Galatasaray'daki Çorbacı'da çorba ısmarlayan festival arkadaşının "festival bitiyor, sırada ne var, hangi filmleri izleyeceksin?" sorusuna "abla", gelecek maçlara bakacağı... yanıtını verir.

Kızının, film girer girmez görüp, bayılıp ille annesi de görsün istediği, üç boyutlu Avatar seanslarına yaklaşmak ne mümkün! Perşembe değişen afişler arasında, "abla"nın ilk tercihi, Vavien 'e bilet alan üçlü, filmden, oybirliğiyle sağlanmış kesin beğeniyle çıkarlar.

2009 Türkiye yapımı Vavien: Yönetmen(ler) Yağmur ve Durul Taylan, senaryo Engin Günaydın, oyuncular Engin Günaydın, Binnur Kaya, Settar Tanrıöğen, İlker Aksum, Serra Yılmaz...

Aile içi anketinde, Avrupa Yakası'nda en çok kime sinir olduğu?.. sorusuna, dizinin sadık izleyicilerinden "abla", hiç tereddüt etmeden "Burhan!" yanıtı verir. Emek vermeden talep etmek fikri, 1980'lerden sonra türeyen, voli vurma, köşe dönme mantığı, "abla"nın aklına oldum olası yatmamıştır. TV dizileri arasında ilk kez, En Son Babalar Duyar'da boy gösteren, büyük kız (Hûlya)nın kocası üçkağıtçı enişte tiplemesi ile dikkatini çeken/rahatsız eden, emeksiz yemek peşindeki asalakların bir diğer üyesi, kendini, duygu sömürüsü yaparak kabul ettirmeye çalışan, Bir Demet Tiyatro'nun -yine küçük hırsız- zabıta İrfan'ı, Burhan'dan "abla" hiiiiç hazzetmez!

"Pikniğe gidelim mi?" diyerek otuziki dişini sergilediği özel gülüşü ve başta çok kısa süren Burhan etkisi ("abla" bunun kendi şartlanmasından doğabileceğinden şüphelenir) sonrası, az, öz, çok doğru diyaloglarla yürüyüp, taşra zamanında gelişen incelikli senaryonun anlattığı, Almanya'da çalışan ana-babanın kızı -muhteşem Binnur Kaya- ile para için evlenmiş Celâl'in küçük cinayet öyküsü, kara komedi gibi görünse de, "abla"ya kalırsa, Sevilay boyutuyla derin, sessiz, koyu bir aşk filmi.

Annenin eli, Soderbergh'in Sex, Lies and Videotapes filminde, Andie MacDowell terapistiyle konuşurken ortaya çıkan seks-çöp yığınları bağlantısını hatırlatır biçimde, mutfak lavabosunda bir bardağı gıcırdata gıcırdata uzun uzun yıkarken, yeniyetme oğulun -yıkadığını, izleyicinin hiç görmediği- eli, babasının zengin porno CD arşivini eşeler. Babanın eli, kayınbabanın kızına, günahı kadar sevmediği damadından, -çok eğlenceli telefon konuşmalarıyla- gizlemesini telkin ederek yolladığı parayı sakladığı teneke kutudan hiç çıkmaz. Bir kısmı, Celâl'in, ağabeyi ile bir ihale yalanı uydurup gittikleri pavyonda tutulduğu Sibel'e aktarılsa da, paranın kalanı hatırı sayılır miktara ulaşmıştır. Öte yandan, ağabeyi, -Bir Demet Tiyatro'nun "abla"nın bayıldığı tiplemelerinden, "ikiz yatak" Saldıray- ile ortak yürüttükleri elektrikçi dükkânı ise borç içindedir.

Ve Celâl, üçüncü sayfa haberi ayarında küçük bir cinayet plânlar, mekanik altyapısını ayarlar, prova eder. Yağdı yağacak Karadeniz sabahlarından birinde olayın şahitlerini toplar Düden Şelalesi'ne pikniğe giderler; plan yürür. Çarşıda, bir tek, -yeniyetmenin, kızını mıncıkladığı- televizyoncunun
"o kapı nasıl açıldı ki?" diyerek şüphesini ortaya koyduğu kaybın, ardından ağlandığı bir kaç günden sonra, bir sabah, yara bere içinde gelen anne, yine taşra, sükûneti, bilgeliği içinde, büyük sevinç yaratmaz.

Babasının yolladığı paranın yerinde olmadığını anlaması uzun sürmeyen, vekil hanımın -yerine pek güzel oturmuş Serra Yılmaz- yemeklerine bayıldığı Sevilay, parayı sorduğu kocasından "bilene sor, ben biliyor muydum?" yanıtı alır.

Düğüm, cinayet girişimini anlatıp dayak yediği ağabeyinin önerisi üzerine, Celâl'in, paranın yarısını karısına "ihâle için ödeme yaptılar..." diyerek götürmesi, metrelerce derinlikteki uçuruma düşmenin etkisiyle yaşadığı bilinç değişikliği sonucu, babasının bağırtısı ile kalbinin fısıltısı arasında bir seçim yapan Sevilay'ın, -unutulmaz mutfak sahnesinde- "senden başka hiç bir şey istemiyorum" diyerek parayı reddetmesiyle çözülür.

Başında, kirli tabağını lavaboya koyup yukarı çıkan, vavien bağlantısı olmayan elektriği kapayamadığı için söylenen vekil hanımın, sonunda Sevilay'ın önayak oluşuyla huzurevi inşaatı elektrik işini önerdiği Celâl ile ağabeyinin vavien bağlantısı kurduğu elektrik düğmesini, merdivenlerin yukarısından kapatması ile, bir anlamda devre tamamlanır; oybirliğiyle sağlanmış kesin beğeniyi hakederen film/yaşam, iyilikle, sevgiyle, doğal akışına döner.

18 Aralık 2009 Cuma

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 7. ve son gününde "abla" üç film daha görür: Acının Hayaleti, Komşum Katilim, Bir Kız

2009 Almanya yapımı Acının Hayaleti: Yönetmen Matthias Emcke, oyuncular Til Schweiger, Jana Pallaske, Stipe Erceg, Luna Schweiger, Julia Brendler... Avrupa kültürlerini buluşturan festivalde, diğer insanların nasıl yaşadığına, değer yargılarına dair bir örnek de Alman Sineması'ndan: Babasıyla hesabını kapatamamış, sorumluluklarından kaçan, yaşamını yarım işler yarım ilişkilerle yürüten bisikletçi, ölümcül bir trafik kazasından bir bacağından vazgeçerek kurtulur. Arada, çevresindekilere anlattığı, işinden olmasına da neden olan hayâl gücü ürünü çok eğlenceli hikâyeler onun bir yazı ustası olduğunu gösterse de, geri dönen bir girişim yüzünden yazmayı bırakmıştır. Festivalde 16 film izlemişliğine gıpta ettiği arkadaşına "abla", filmle ilgili saptamasını şöyle aktarır: "Bizde olsa..." der, "...ne yapıp edip bisikletçiyi yazmaya ikna eder, hatta zorlardık; demekki onlar, bu gibi durumlarda, ilgilinin, -bir yerde yalnızlığının da nedeni - seçim/özgürlük/kendilik sınırına gelip dayandıklarında dönüp gidiyorlar... Adam belki de, ıvır zıvır işler yerine, yalnızca yazarak yaşamını kazanabilecek..." Gerçek bir öyküyü anlatan film, izleyicinin sonda fotoğraflarını gördüğü bisikletçiye adanmış.

"Abla"nın bir yıl önce, 11. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması İnsan Hakları bölümünde izlediği, Roger Spottiswoode'un yönettiği Şeytanla El Sıkışmak'ta, 1993'te Birleşmiş Milletler görevlisi olarak Ruanda'ya gönderilen Kanada'lı General Romeo Dallaire'in, kimliği belirsiz bir grubun başkanın uçağını düşürmesiyle Tutsi'leri öldürmeye başlayan Hutu'ların uzun zamandır planladıkları, 500.000 kişiyi öldürdükleri kıyıma tanık oluşu anlatılır. Asilerle anlaşmaya çalışan ama sonuç alamayan Dallaire'in, BM Genel Sekreteri Bhutros Gali ile yaptığı ve sorumluluk alarak çekilme önerisini reddettiği telefon konuşması 32.000 kişinin yaşamını kurtarmıştır.

"Abla"nın 12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması İnsan Hakları bölümünde izlediği, 2009 ABD Fransa yapımı Komşum, Katilim, Ruanda'da Hutu'ların, 1994'te 100 günde, Tutsi azınlığın 3/4'ünü, el yapımı silahlar, machete denen palalarla öldürdükleri kıyım sonrası tutuklanan 100 bin kişinin 1/5'inin, suçunu itiraf etmesi üzerine ceza indirimi almaları ya da salıverilmeleri; kıydıkları komşularının hayatta kalanlarıyla bir arada yaşamaları, "yeni Ruanda'yı, öldürme kültüründen arındırarak inşa etmenin yollarını aramaları" fikri üzerine kurulan açık halk mahkemeleri Gacaca yargılamalarını, kurban ve katillerin tanıklığıyla anlatan -akılalmaz, katlanılması zor ağırlıkta- belgesel bir film. "Abla"nın aklında o yıllardan kalmış bir haber; bir kadın kucağındaki çocuğunun alınıp, palayla ikiye bölünüşünü sessizce izler, çünkü diğer çocukları, altında durduğu ağaçta saklanmaktadır!

15 yıl sonra kadınlar, tarlaları eker, hayvanları güder, bebekleri emzirir, ermiş sabrı ve sükûnetiyle anlatırlar: "Beni çocuklarımdan önce kesmesini istedim... çocuğumu sırtımdan söküşünü halâ hissediyorum, onu önüme koydu, başını tokmakla... Nasıl bir arada yaşayacağız, aynı şeyleri yeniden yapmayacaklarına nasıl inanacağız..." Aralarından birinin "...kimse bu kıyımda pasif kalmadı..." dediği katiller tekrarlarlar: "Evet, ben de oradaydım, ama, onun çocuğunu öldüren ben değilim!" Sokaktan kanın dere gibi akışına tanıklık etmiş, onlarca aile ferdinin ölümünü görmüş kadınlar, katilleriyle aynı çatı altında bir araya gelir, yoksul tahta sıralarda diğerini, "abla"nın yüzyılın en önemli manevî davranışının bu olduğunu düşündüğü affetmeye çalışırlar. Yönetmen
Anne Aghion. Çok güzel müzik Florida Uwera, Jos Gansemanns, Cécile Kayirebwa.


2009 İsveç yapımı Bir Kız: Yönetmen Fredrik Edfeldt, oyuncular Blanca Engström, Shanti Rooney, Annika Hallin, Tova Magnusson Norling, Leif Andrée, la Langhammar... Anne-babası ve ağabeyi, AIDS'le ilgili gönüllü bir çalışma programına katılarak Afrika'ya giderken geride kalan 9.5 yaşındaki kız, teyzesini de ufak bir manevrayla başından atar, özgür bir yaz yaşar: Bereket karşılaştığı herkes iyiniyetlidir de film, taşıdığı dehşetli olaylar potansiyeline karşın, anne babanın dönüşlerinde, yaşadıklarıyla olgunlaşan küçük kızla sevgiyle kucaklaştıkları bir sonla biter.

Festivali 5. gününde yakalayan ve Zeki Demirkubuz filmleri de hesaba katılırsa topu topu 12 film izleyebilen "abla" bir yıldız listesi yapmaz, buna yüzü tutmaz.

16 Aralık 2009 Çarşamba

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 6. gününde "abla" üç film daha görür: Buruk Hasat, Tetro, Domuzcuklar

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması Perdenin Karanlık Yüzü bölümünde, "abla"nın gönlünde özel bir yeri olan Zeki Demirkubuz'un üç filmi, Masumiyet, Kader, Kıskanmak, Fransız Kültür Merkezi'nde -ücretsiz olarak- gösterimde...

2009 Macaristan yapımı Buruk Hasat: Yönetmen Viktor Oszkár Nagy, oyuncular Janos Derzsi, Tamas Tavasz, Andrea Nagy, Istvan Znamenak, Lukacs Bicskey... Film bitiminde kataloğa göz atıp, geniş panoramalı, kadrajın bir yanından giren kişinin yavaş adımlarla yürüyüp diğer yandan çıkışının gerçek zamanlı görüntülendiği, çok yavaş anlatılan hapisten çıkan baba, yokluğunda ölen anne, enişteye meyilli genç teyze, teyzeye hayran gencin suça bulaşmasının hikâyesi Buruk Hasat'ın yönetmeninin, Béla Tarr'ın ardılı olarak selamlandığını okuyan "abla" birden hatırlar: 2000'li yıllarda, yine festivalde, bir Macar kasabasına gelen sirki konu edinen, aralarında bir balinanın da olduğu sembollerle yüklü, uzun, karanlık, ağır filmi Karanlık Armoniler'i görüp, Beyoğlu Sineması'nın en arka sırasında, kapı dibinde oturan yönetmen Béla Tarr'ın önünden geçerek hızla dışarı çıkarken çok sıkılmış ifadesini gizleyememekten ötürü suçluluk duyan, Angelopulosvâri sinemasını, metobalizmasının hızına hiç de uygun bulmayan "abla", bu ismi asla unutmamak kararı almıştır!

2009 ABD İtalya İspanya Arjantin yapımı Tetro: Yönetmen Francis Ford Coppola, oyuncular, Vincent Gallo, Maribel Verdu, Alden Ehrenreich, Klaus Maria Brandauer, Carmen Maura... "Abla"nın günün en iyi filmi saydığı, -bir yıl önce gittiklerinde görüp beğendikleri güzel Buenos Aires mekânlarında (La Boca, Cafe Tortoni, Dikilitaş...) geçen- Tetro, İtalyan asıllı bir ailede, deha ile malûl babanın yarattığı, birbirlerini seven fertlerin iyi niyetle kemikleşmesine neden oldukları düşmanlık üzerine dağılması, en genç ferdinin kayıplara karışan ağabeyini bulması ve aile sırlarının yavaş yavaş ortaya dökülüşünü anlatır. Coppola'nın "ikinci kariyerinin ikinci filmi" olarak nitelediği siyah beyaz film, dönüşlerin anlatıldığı renkli bölümler, dans, bale... ile harmanlanmış, değişik, duygusal, çok güzel film, sırların aydınlandığı finalde, bir sürprizle sona erer. Carmen Maura'nın oynadığı sanat eleştirmeni Alone karakteri ile, "abla"nın aklı, sanat nedir, -piyasa konusu, duygusal hesaplar olmasa- eleştirmen, eleştirmenin kriterleri nedir, sorularına bir kez daha takılır.

2009 Polonya Almanya yapımı Domuzcuklar: Yönetmen Robert Glinski, oyuncular, Filip Garbacz, Daniel Furmanik, Bogdan Koca, Katarzyna Pyszynska, Dorota Wierzbicka... Polonya'nın Almanya sınırında, kendileri gibi kıt kanaat yaşayan kasaba halkından, antrenör baba ile hemşire annenin oğlu Tomek, -en yakın arkadaşı Almanlara seks hizmeti verirken- Astronomiye meraklı ve çalışkan bir öğrencidir. Kameralı teleskop için para toplamaya çalışırken, bir gün, ablasının, defterini aldığını söylediği arkadaşını görmek üzere Zodiac diskoya gider. Orada rastladığı Marta'ya aşık olur, onun yüksek bedel gerektiren, bitmeyen taleplerini karşılamaya çalışırken paraya artan ihtiyacını farkeden kişilerin yönlendirmesiyle seks pazarına kayar.

"Abla"yı, doğal gelişim içinde anlatılan olaylar arasında en çok şaşırtan, ablasının Tomek'e, "...hırsızlık mı, uyuşturucu mu, neyse... senin birşeyler çevirdiğini biliyorum, paraya ihtiyacım var, bana da bir iş ayarlasan..." talebidir. Sadık festival izleyicisi arkadaşına sorar, "değer yargılarının, sadece bir kuşak sonra, böyle birdenbire, tamamen değişmiş olması tuhaf değil mi?" der, "...hiç değilse iki-üç kuşak sürmesi gerekmez miydi?"

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 5. gününde "abla" üç film görür: Emma Blank'ın Son Günleri, Kayıp Geçmiş, Gözlerindeki Giz

Alkazar Sineması'nda öğrenci 4 TL, tam 5 TL bilet fiyatıyla, Fransız Kültür Merkezi'nde ücretsiz, 30'dan fazla filmin gösterildiği Avrupa Kültürleri İstanbul Buluşması başlıklı 12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması'nı -damadı askere uğurlama harala gürelesi arasında- ancak, 5. gününde farkeden "abla", aklını başına toplar toplamaz, durumu toparlamak amacıyla, Salı sabahı Okmeydanı eski SSK Hastanesi önünden başlattığı geleneksel festival yürüyüşüyle Taksim'e varır.

2009, Hollanda Belçika yapımı Emma Blank'ın Son Günleri: Yönetmen, Alex van Warmerdam, oyuncular Marlies Heuer, Gene Bervoets, Annet Malherbe, Eva van de Wijdeven, Gijs Naber... Miras vaadiyle kendilerine dağıtılmış, kâhya, aşçı, oda hizmetçisi hatta köpek rollerini benimsemiş yoksul akrabalarına, -yoksunu olduğu sevgiyi nasıl elde edeceğini bilemeden- manevî işkence yapmakta ustalaşmış Emma Blank, sözkonusu mirasın, kırda, medeniyetten uzak, halen içinde oturdukları ipotekli eski ev olduğu açıklar açıklamaz, önce (kardeşi) köpek Theo tarafından, bayılıp düştüğü yere giysilerinden zımbalanır, sonra oradan kaldırılır ama, epeydir kendisi dahil herkesin beklediği şekilde ölmesi uzun sürmez. Bazı yerleri çok komik kara komedi, "abla"ya göre günün en iyi filmi.

2009, Macaristan yapımı Kayıp Geçmiş: Yönetmen Áron Mátyássy, oyuncular József Kádas, Teréz Vass, Eszter Földes, Attila Kasvinszki, Mariann Szalay, Attila László... 90'lı yıllarda, Komünist sistemin elini eteğini çektiği Macaristan'da yaşadıkları -kır çekimlerinin belli bir bakışı yansıttığı- küçük köyde, oto tamirciliği yaparken sınırdan benzin de kaçırarak ayakta kalmaya çalışan, annelerinin ölümünden sonra birlikte yaşadığı otistik kız kardeşinin tecavüze uğraması, bir de, o arada yakınlaştığı genç kızın üniversite için kente gitmesi sonucu sarsılan genç, rastlantıyla öğrendiği failleri cezalandırmaya sıvanır. Sinema çıkışı, merdivenlerde, genç bir kızın "böyle olacağı filmin başından belliydi" dediği gibi, görsellik, müzik yeni, intikam öyküsü binlerce yıllık...

2009, İspanya Arjantin yapımı Gözlerindeki Giz: Yönetmen Juan José Campanella, oyuncular Ricardo Darin, Soledad Villamil, Pablo Rago, Javier Godino, Guillermo Francella... Bir kaç kez şimdi bitti! duygusu yaratan, ilginç dönemeçlerle yeniden bayıra saran film, Faşist dikta yönetimi sırasında (Arjantin) Buenos Aires'de işlenen bir tecavüz ve cinayet olayını, 25 yıl sonra romanlaştırmak isteyen hukuk adamının, takıntılı biçimde izlediğinin, aslında belki de kendi takıntılı aşkı olduğunu itiraf edecek güce ulaşmasının hikâyesi. Geri planda faşistlerin, "...halkın güvenliği sözkonusu iken bir kadının tecavüze uğrayıp öldürülmesinin ne önemi olabilir?" diyerek korudukları, koruma, tetikçi... olarak kullandıkları katil, itirafına karşın mahkum olmayınca ölen kadının kocası, adaleti kendince yerine getirir.

Costa Gavras'ın siyasi filmleriyle, Latin Amerika'dan Resmi Tarih, Garaj Olympo gibi filmleri ortaya döktüğü karanlık dönemin, sonsuz görünen iki aşkla harmanlanarak anlatılması, "abla"ya kalırsa, öfkeden, nefretten yılan insanoğlunun, yeni bir bilinç düzeyine ulaşırken yaşadığı affetme çabalarından kaynaklanmakta...

8 Aralık 2009 Salı

"Abla" Neşeli Hayat'ı görür; güzel filme, -boğazındaki düğüm yüzünden kırık- ÇGHB notu verir: Yılmaz Erdoğan deyişiyle, "...yaaaaaani!.."

Kızıyla uzun bir ihtiyaç listesi yapıp, alışverişe çıkmışken, önceki filmlerini beğenip yenisini merak ettikleri Yılmaz Erdoğan filmi Neşeli Hayat'ı gören "abla" ile kızının, boğazlarındaki ağlama düğümüyle yutkunarak paylaştıkları ilk düşünce: "Çok acıklı!"

Gülmecenin hüzünle dengelendiğinde hayatı yansıttığı...
düşüncesine katıldığı Yılmaz Erdoğan'ın son filmi, aradaki birkaç tebessüm dışında, mutlu bitse de, üzücü bir öykü anlatır. 2009, Türkiye yapımı Neşeli Hayat: Yazan, yöneten, oynayan Yılmaz Erdoğan; oyuncular, Cezmi Baskın, Rıza Akın, Sinan Bengier, Olacak O Kadar ekibinden Fatma Murat, "abla"nın Bir Demet Tiyatro'dan tanıyıp sevdiği Celal Tak, Erdal Tosun, Caner Alkaya, Ayberk Atilla ve BKM Mutfak Oyuncuları...

90'lı yılların başında, Bir Demet Tiyatro'nun başını kaçırmamak için, üç otuz paralık ücretinden fedakârlık edip, taksi tutarak eve dönen "abla", -unutulmaz, Lütfiye/Züleyha/Feriştah, Cumhur'un sekreteri...- Demet Akbağ'ı, TürkMax'ın, etrafındaki yetkin oyunculara karşın, yetersiz senaryosunun ne yapılsa kurtarılamaz, Sen Harikasın'ında izlemeye dayanamazken, Yılmaz Erdoğan'ın, BKM Mutfak'ında yetiştirip pişirdiği yeni komedyenlerin her biri birer harika! "Sanatçı Sayılma Kriterleri" arasında birinci sırada, "bilgisini diğerlerine aktarma" vasfı arayan "abla"nın gözünde -Timur Selçuk, Sezen Aksu, Müjdat Gezen... gibi- Yılmaz Erdoğan'ın koca bir artısı var.

İzleyicinin, güldüğünü hiç görmediği, düşük kaşlarının, pek üzgün bir ifade kazandırdığı yüzünü destekleyen, hayata pes etmekle direnmek arası duygu durumunda, pesten ses tonuyla alttan alır edayla sitem edercesine konuşan, kriz yüzünden açılmasıyla kapanması bir olmuş Esnaflar Lokantası'nın aşçısı Rıza, kahvedeki okey mesaisine devam ederken, düzgün görünüşlü gencin "ortaklık" önerisiyle, bir de Neşeli Hayat anaforuna kapılır. Bir çeşit saadet zinciri mantığıyla yürüyen sağlık ürünleri satışı, içindeki malzemelerden birinin kanserojen ilân edilmesi üzerine yatar. Mahalleden kurduğu satış ekibinin, paralarının peşine düşüp mahkemeye verdikleri Rıza, karısından gizlediği ufak tefek işlerle idare etmeye çalışır. Bir ara, Beşiktaş'lı terlikten, bir ay süreyle Noel Baba'lığa terfi etse de, bıçak sırtındaki yaşamı, -"abla"nın, Tayfun Pirselimoğlu'nun Rıza filmiyle tanıyıp, oyununa bayıldığı Rıza Akın'ın canlandırdığı-, Cuma'ya da gelmekte ayak sürüyen asalak kardeşlerinden yılmış, uzlaşmaz ağabeyin evden attığı pişkin kayınbiraderinin, gebe bıraktığı kızın babası-muhteşem Cezmi Baskın-nın "...karnı belli olmadan düğün, yoksa..." diye net biçimde belirttiği, -BKM Mutfak'ın başarılı karakterleri, bilge Metin ile, Nazmi'nin oynadığı dehşet ağabeylerin icraata hazır bekledikleri- ölüm tehdidiyle, daha bir ağırlaşır.

Rıza'nın, sızıp kaldığı gecenin sabahında, ucu ucuna yetiştiği halde, sakalını çeken çocuğun babasının şikâyeti üzerine işinden olmasındaki gibi, "her an başına kötü bir şey gelecek!" duygusuyla "abla"nın, -muhtemelen izleyicinin- yaşadığı gerilim, doğru, yerinde, yeterli yazılmış güzel diyalogların, filmin inandırıcılığına çok büyük etkisi olmuş iç-dış mekânların, özellikle kadınların giysi ve aksesuarlarının... bir anlamda karambole gitmesine neden olur.

Sonunda "abla", yakından tanıdıkları aracılığıyla öykülerine tanık olduğu İstanbul'un derinlerinde yaşayan insanların, tam da böyle yaşadıklarını, -hiç abartısız- düğünlerini, evlerini, işlerini, ilişkilerini böyle kurduklarını bilse de, mutlu sonuna karşın filmden mutsuz çıkar.

Yazıyı bitirip bloga koymadan önce "abla", "iyi ki..." der, "izlediğim akşam yazmamışım, film kötü değil, kötü olan bu kadar iyi anlatıldığında çok can yakıcı olan yoksulluk!.."