20 Nisan 2009 Pazartesi

Festivalin son gününde, "abla"nın gördüğü üç film; Saçlar Havaya, Bir Noel Masalı, Çatı Katı. Bir de, 20 filmlik, "abla"nın beğendikleri listesi.

Festivalin son günü ilk seansa film seç(e)memiş olmakla ne iyi ettiğini düşünen "abla", bilgiye başka yollardan ulaşan yeni kuşağa -içinden- söylenerek, kitaplıktaki -kızına ve damadına ait olmayan- son kitapları koyduğu koliyi kapatır, bantlar. Damadına, "köy kitaplığının adresi belli olunca, sana mail atarım, sen de kargoyla yollarsın" talimatı veren "abla", gece yolculuğuyla evine döneceğinden odasını, çantasını toplar, festivaldeki son üç filmini görmek üzere, yola düşer.

Canlandırma Sineması: Bill Plympton bölümünden, ABD 2005 yapımı, yönetmenliğini Bill Plympton'ın, seslendirmeyi Dermot Mulroney, Sarah Silverman... gibi ünlülerin yaptığı Saçlar Havaya: Canlandırma süreci -yaklaşık 30.000 çizim- bir yıldan uzun süren film, rekabet yüklü, gergin, güzellik ve gücün ön planda olduğu -klâsik- bir Amerikan lisesi mezuniyet töreni hikâyesi anlatır; sözünü sakınmayan Spud, başta dayak tehdidiyle okulun en güzel kızı Cherry'nin "köle"si tayin edilirse de, bu ikisi, beklenmeyen biçimde birbirine âşık olur; arada saç kabartma türünden "horozlanma"ların da olduğu bir dizi itiş kakış sonunda, mezuniyet balosuna giderlerken, kızın eski sevgilisinin uçuruma ittiği araba içinde, suya gömülüp yaşamlarını yitirirler. Filmin bundan sonrası, bir yıl sonra dönen çiftin intikamı üzerinedir... Saçlar, arabalar, giyim ve müzikle 50'leri anlatan eğlenceli filmin, tek kusuru, "abla"nın neden kaynaklandığını bilmediği yüksek, çatlak sesi!

Dünya Festivallerinden, Fransa 2008 yapımı, yönetmen Arnaud Desplechi, oyuncular Catherine Deneuve, Mathieu Amalric..., Bir Noel Masalı: 6 yaşında ölen kardeşlerinin yasını hiç bırakmayacağa benzeyen ailede abla, iki erkek kardeşinden, serseri yaradılışlı olanın borçlarını bir daha bir araya gelmemeleri şartıyla üzerine alır. Bir kaç yıl sonra ablanın oğlu, serseri dayıyı, büyükannenin evindeki Noel buluşmasına çağırır. Kanser büyükannenin tedavisi, sevmediğini hiç saklamadığı, belki de bu sevgisizliğin sonucu serseri oğul veya torunundan alınacak kemik iliğine bağlıdır. Filmin başında ruh halini, psikiyatristine, "...öldüğünü sandığım birini gömmeye çalışıyorum..." diye ifade ettiği, mutsuz melankolik abla ile annesi gibi sevmediği serseri kardeş arasındaki nefretin kaynağı, -noel hediyeleri alışverişi sırasında ablanın kardeşine verdiği, içeriği izleyiciden saklanan, mektup dahil- anlaşılmaz. Karşılıksız kalmış bir aşk, bunalımda bir yeniyetme, tüm bunları çok eğlenceli bulan Musevî kadın, pek sevilmeyen gelin, herşeyin farkında iki küçük torun... Şiddet, nefret, aşk, ihanet; eski sinema duyurusu deyişiyle "herşey bu kordelada!"

Geceyarısı Çılgınlığı bölümünden, Belçika 2008 yapımı, yönetmen Erik Van Looy, oyuncular Chris Van Outryve, Vincent Stevens..., Çatı Katı: "Abla"nın jeneriğini çok beğendiği film, Belçika'da en çok izlenen ikinci filmmiş. Beş evli erkekten mimar Vincent, tasarladığı lüks çatı katının anahtarlarını, kaçamaklar için, psikiyatr Chris, saldırgan Filip, sessiz Luc ve uçkuru gevşek Marnix'e dağıtır. Çatı katı, belli kurallar ve sadece birbirlerinin bilgisi dahilinde tam kapasite çalışırken, bir gün yatakta, çıplak, kanlar içinde buldukları kadın cesediyle işler karışır. Belirsizlikle tırmanan gerilim, bir kaç kez rota değiştirerek sürpriz sona ulaşır. Filmin, -yüksek- vizyona girme olasılığı "abla"yı daha fazla açıklama yapmaktan alıkoyar.

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gördüğü 50 filmi gözden geçiren "abla", bir ilk 10, bir de -kıyamadıklarından- ikinci 10'luk, iki liste düzenler:

İlk 10: Tulpan, Acı Süt, Sessiz Kaos, Sislerin İçinden, Ağaçsız Dağ, 11'e 10 Kala, Bitmeyen Yürüyüş, Üç Bilge Adam, Gir Kanıma, Bir Buçuk Oda.

İkinci 10: İz Sürücü, Korkma Benden, Anna İle Dört Gece, Evlilik Sınavı, 8, Gölgesizler, Bellamy, Stella, Rumba, Kontes.

18 Nisan 2009 Cumartesi

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 15. gününde, "abla" dört film görür: Afyon Savaşı, Ağaçsız Dağ, Rumba, Kontes.

Festival boyunca her gün yaptığı Okmeydanı-Taksim yürüyüşünü Harbiye'de kesintiye uğratan "abla" Çin malları satan dükkâna girer, yeşil çay ile -öylece içemediğinden- karıştırmak üzere yasemin çayı alır, satıcı Çinli genç ile onun Türkçesi sınırlarında kısa bir sohbet yaparlar: İşlerin iyi olduğunu söyleyen genç "abla"nın "ülkenize gittim, Guilin'i çok beğendim" demesine şaşırır, "Guilin'i kimse bilmiyor" der, "Pekin, bir de Şangay'a gidiyorlar".

Sinemada İnsan Hakları bölümünden, Afganistan Japonya Güney Kore Fransa, 2008 yapımı Afyon Savaşı: Yönetmen, "abla"nın,
2003 tarihli Osama isimli filminden -çaresizliğin acısıyla- ağlaya ağlaya çıktığı Sıddık Barmak, oyuncular, amatör yöre halkı yanısıra Peter Bussian, Joe Suba... Düşen helikopterden sağ çıkan üst rütbeli beyaz ile astı siyah iki askerin rastladığı ilk insanlar, afyon tarlası yanında eski bir Rus tankını mesken tutmuş üç karılı bol çocuklu bir aile... Kıskançlık kavgaları ortasında çaresiz koca, kadınların namusunu koruyacağım diye helâk olan erkek kardeşi, helikopterden değil de UFO'dan çıkmışa benzeyen Amerikalılar, afyon hasadı peşinde burkalı "erkekler", demeye kalmadan demokrasi nutukları ve eşeklere yüklü seçim sandıklarıyla ortaya çıkan görevliler... Küba gezisinden tanışı arkadaşıyla didaktik, naif... buldukları film hakkında, Beyoğlu Cafe'de buluştuğu kız kardeşi, önceki gösterimde yönetmenin "İstanbul benim hayallerimin şehri, beni davet ettiğiniz için müteşekkirim... oyuncular, deneyimsiz, hayatında hiç sinemaya gitmemiş yöre halkı, değerlendirmenizi yaparken bunu göz önünde bulundurmalısınız" dediğini aktarır. Tüm olanaksızlığa karşın, 2008'de En İyi Yabancı Film dalında Afganistan'ın Oscar adayı olan filmi, tuzu kuru sinemanın bağımsızlarıyla kıyaslayan "abla", önyargısı yüzünden kendini mahçup hisseder.

Pasaj içinden geçerek Atlas Sineması'na yönelen "abla"nın yolunu, cep telefonuyla konuşmakta ince, uzun, güzel, genç bir kadın keser; "abla"nın sevgili -eski- iş arkadaşlarından biri! Film çıkışında buluşmak üzere işaretleşirler.

Genç Ustalar
bölümünden, Güney Kore ABD, 2008 yapımı Ağaçsız Dağ: Yönetmen So Yong Kim, oyuncular Hee Yeon Kim, Song Hee Kim... Kendilerini terkeden babalarının peşine düşen annelerinin, halalarına, halanın büyükbaba ile büyükanneye bıraktığı biri 6, diğeri 4 yaşlarında iki küçük kız bir yandan annelerini özlerken bir yandan da çevreye uyarak yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Halanın yoksul kasaba yaşamında hırpalanırlarsa da büyükannenin,
çiftlikte, doğanın ortasında kızları ortak ettiği, paylaştığı yaşam çocuklara çok iyi gelir. "Abla"nın aklına, hala yanındayken, moloz yığınına tırmanıp annelerini getirecek otobüsü bekleyen okul formalı büyük kız ile yakası kürklü, uzun etekli süslü mavi elbiseli küçük kızın -yakın plan- yüzlerindeki harikulade anlatımla, yerleşen, muhteşem güzellikte bir film!

Sefahathane Bar'da tabureye tüneyip, "bunu ilk defa yaptığını belirten" "abla", barın arkasındaki kardeşi gibi sevdiği arkadaşıyla, çok sevdikleri Hızır (Tüzel) Bey'in beklenmedik ölümünün hüznünü de paylaştıkları bir sohbet yaparlar.

Uluslararası Yarışma bölümünden, Fransa Belçika, 2008 yapımı Rumba: Yönetmenler (aynı zamanda filmin oyuncuları) Dominique Abel, Fiona Gordon, Bruno Romy. Huzurlu taşra kasabasında dansa ve birbirine âşık öğretmen karı koca ile intihar niyetiyle yollarına dikilip duvara toslamalarına neden olan adamın neden olduğu komik olaylar... Gösterim öncesi sahneye çıkıp -bayağı çalıştıkları belli- Türkçe, "merhaba!, ...bu Türkiye'ye ilk gelişim(iz), ..." deyip Dominique'in annesi için, seyirciye "yaklaşın, gülümseyin!" diye seslenerek, cep telefonuyla çektiği fotoğraftan sonra, Dominique ile Fiona, gösterim sonrası soruları yanıtlamak üzere yine Emek Sahnesi'ndeler: "Fransız Sineması'nda sizin tarzınızda çok film yok, kimlerden etkilendiniz?" sorusuna verdikleri "Tati, Charlie Chaplin, Buster Keaton... eğitim almayıp dışarıdan gelenler..." yanıtından sonra, yeni soru gecikince Fiona "Soru sormasanız da önemli değil" der, "size bakmak hoşumuza gidiyor". "...filmimizle mesaj vermek istemiyoruz, biz palyaçoyuz, palyaçolar düşer, kalkar bir daha düşmeyeceğini sanır, yine düşer, insanların hatalarını tekrarlamaları gibi... kaybedenleri seviyoruz, insanın en dipteyken doğrulabilme kapasitesi güzel, insanın gücü uyum sağlamasında, herşeyi yitirdiler ama aşk kaldı." Kahkahalara yol açan "Çikolatalı kruasan çalan uçurumdan düşer, mesaj bu değil!". Bir izleyicinin "Neden rumba?" sorusunu "...önce tangoyla başladık ama onun dramatik havası var, rumba daha neşeli", "Kendilerini ilk izlediklerinde ne hissettiler?" sorusunu "Kendimizi perdede 300-500 kez gördük, şimdi daha çok izleyicinin tepkisine bakıyoruz.", "...başlangıçta basit bir fikirle başlayıp birbirimize mailler yolluyoruz, 30 sayfaya ulaşınca provaya geçiyoruz, ardından en yaratıcı bölüm doğaçlamalar geliyor. Üç kişi olmamız çok rahat, gün boyu kayıt yapıyoruz..." diye yanıtlarlar. Kazada bir bacağını kaybeden Fiona'nın okuldaki ilk gününde, askılı çanta, dosya, iki koltuk değneğiyle sahnelediği çok komik bölümün "özürlüleri üzebileceğini düşündünüz mü?" sorusu üzerine "...bizimki sempatik bir bakış açısı gibi geldi bize, palyaçoluktan geldiğimiz için kendi kırılganlığımızı işliyoruz, bir seferinde izleyenlerden bir kadın hiç komik değil! diye bağırdı, bizi izleyip teşekkür eden özürlüler de oldu" diyen Dominique ile Fiona, sözlerini "Tiyatro fakir bir mekân, elimizde bir dalla orman olduğumuzu söyleyebiliriz ama orman olmamız için aktör-izleyici beraberliğine ihtiyacımız var, sinemada daha zor, seyircinin tepkisini göremezsiniz...", "Hitchockvari arka planlar kullandık, eski teknikler sahte olduğu için bizi güldürüyor, oyunculuğumuza izin veriyor, siz de biz de sahte olduğunu biliyoruz, bu yüzden suç ortaklığınıza ihtiyaç duyuyoruz" diyerek bağlarlar. Renkli, danslı, az konuşmalı, bir dizi karikatüre benzeyen, çok eğlenceli bir film!
Laser alt yazılı, vizyona girmek üzere...

Dünya Festivalleri'nden bölümünden Almanya Fransa, 2009 yapımı Kontes: Yönetmen Julie Delpy, oyuncular Julie Delpy, William Hurt... 16. yüzyılda yaşayan, kendisi 39 yaşındayken 21 yaşındaki bir adama âşık olan, beraberlikleri önündeki engelin, çevrelerindekilerin güç ve servet açgözlülüğünden değil, yaşlanmakta oluşundan kaynaklandığını sanan, aşkın yakıcı ateşiyle -yaklaşık 650- bakire genç kız kanıyla gençliğini sürdürmeye çalışan Elizabeth Bathory isimli Macar kontesin hikâyesi. Dul kontese yanaşanlardan biri de, bir cilt rahatsızlığı yüzünden geceleri seyahat ettiğini "...yoksa iddia edildiği gibi yeni doğanlarla beslenmediği..." belirten mazoşist bir soyludur. Kadın onu, -salonu güldüren- "Türk yüz hatlarına sahip olduğu..." gerekçesiyle reddeder. Büyülerin, esrarlı cinayetlerin, entrikaların kol gezdiği karanlık bir dönem filmi, "abla"nın bayıldığı türden... Laser altyazılı, vizyona girmeye hazır!

17 Nisan 2009 Cuma

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 14. gününde, "abla" üç film görür: Yeryüzü Cenneti, Şarkı Söylemenin Keyfi, Korkma Benden

Sinemada İnsan Hakları bölümünden, Kanada 2008 yapımı Yeryüzü Cenneti: Yönetmen, "abla"nın, önce -iç parçalayan- Toprak, bir kaç yıl sonra da Su filmlerini izleyip beğendiği Deepa Mehta, oyuncular Preity Zinta, Balinder Johal... "Abla" ile -Hindistan'a iki kez gitmiş- arkadaşı, filmi beğenirler: Kadının aile, gelenek baskısı altında, dayak yiyerek sürdürdüğü yaşamın, hiç de yabancısı olmasalar da yeni gelin Chandra'nın trajedisi yürek kaldırır türden değildir. Hindistan'dan, 20 bin dolar drahomayla Kanada'ya gelen, gerdek gecesi -kaynanasının azmettirmesiyle- ilk şamarını yiyen genç kadın, Jamaika'lı iş arkadaşının aşk büyüsünü kocasına yaparsa da bir sonuç alamaz. Gönlündeki sevecen kocayı hayalinde yaratır, bu kez de ihanetle suçlanır... Üzücü de olsa güzel film, Chandra'nın bilinçlenip kocasını terkettiği, sona bağlanır.

Uluslararası Yarışma bölümünden, Fransa 2008 yapımı Şarkı Söylemenin Keyfi: Yönetmen Ilan Duran Cohen, oyuncular Marina Fois, Lorant Deutsch, Jeanne Balibar... Şan dersi veren Eve'in son kursiyerleri, kadın şefle, yattığı genç ekip arkadaşı iki ajan, bir erkek fahişe, bir patalog, cinayete kurban gitmiş bir bankacının dul karısı... Şarkı söylemeyi öğrenirken ve cinayetlerle usul usul eksilirlerken, sağ kalanlar uranyum bilgisi taşıyan flaş belleğin peşinde koşarlar. Çok hoş esprilerle, aralarında Bizet'nin İnci Avcıları'ndan "abla"nın her dinlediğinde inci gibi gözyaşı döktüğü Nadir'in Romansı'nın da bulunduğu, harika müzikle bezeli, muhteşem bir kara komedi!

Mayınlı Bölgeden, Danimarka 2008 yapımı Korkma Benden: Yönetmen Kristian Levring, oyuncular Ulrich Thomsen, Paprika Steen... Mikael, işine ara verdiği zaman aralığında, kayınbiraderinin içinde olduğu bir ilâç test programına katılır. Deneklerde, öngörülemeyen şiddet gözlenince program sonlandırılırsa da, kendini daha güçlü, dengeli, huzurlu hisseden Mikael ilacı kullanmaya devam eder. Bir süre annesinin eski köy evinde kalır, otostop yapan bir genç kızı korkutarak göğüslerini görmek ister, karısını iz bırakmayacak şekilde, 75 derece sıcaklıktaki suyla haşlar, gider kayınbiraderinin karısını baştan çıkarır, sonra karısına bunu anlatır. Kadın, kardeşini kaybetmek istemediğinden haberin yayılmasını engellemeye çalışır. Derken, kayınbiraderi Mikael'e, plasebo grubunda olduğunu söyler! Engelle(ye)mediği kötücül yanının, ilâçla ilgisi olmadığını keşfeden Mikael ne yapacağını bilemezken, kızı günlüğünü okur ve dehşete düşer. Yaşanan gergin belirsizlik ve şiddet ardından Mikael, kızı ve karısından vazgeçip evi terkeder. Şeytanın, öz be öz insan tasarımı olduğunun eşsiz kanıtı psikolojik gerilim filmini "abla" pek beğenir.

16 Nisan 2009 Perşembe

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 13. gününde, "abla" dört film görür: 11'e 10 Kala, Öteki, Liverpool, Tapınma

Türk Sineması bölümünden, Türkiye Fransa Almanya 2009 yapımı 11'e 10 Kala: "Abla"nın, Oyun adlı belgeseline bayıldığı yönetmen Pelin Esmer'in, ilk uzun metrajlı filminin oyuncuları Mithat Esmer, Nejat İşler, Tayanç Ayaydın... Dünya prömiyeri yapılan filmin gösteriminden önce, yönetmen ve oyuncularla çok kısa bir konuşma yapılır, -ne yazık!- güzelim filmin uzunluğu, gösterim sonrası soru-cevap buluşmasına olanak vermez. Mithat Bey, 1945'te Sümerbank bursuyla Amerika'ya gider, elektronik okur, araya alçakgönüllü biçimde serpiştirilmiş ses bandı kayıtlarından anlaşıldığı üzere, savaş sonrası askerler de evlerine döndüklerinden Mithat Bey'in dönüş yolculuğu bir yük gemisiyle 22 gün sürer. Devletin elektronik mühendisi olsun diye Amerika'ya yolladığı, bilim adamı olmaya niyetli idealist genç, önce kumaş fabrikasında, sonra da -birinin önerisiyle- poliste çalışmak zorunda kalarak heveslerinden arın(dırıl)ır. Haklarının bilincinde olup, değişen değer yargılarının -pek- farkında olmayan 1926 doğumlu koleksiyoner, beyefendi, muhteşem Mithat Bey "abla"nın aklında ve gönlünde özel bir yer edinir. Ne var ki zaman değişmiştir ve çevresinde dolanan art niyetli yeğeni Ömer'e şöyle bir göz atmak bile, yeni zamanda Mithat Bey'e yer olmadığını görmeye yeter. Yaşayan sesler, "abla"nın tanıdığı ve pek sevdiği mekânlar, güzel doğal oyunculuk, bir o kadar güzel diyaloglar... Çok güzel, çok başarılı bir film, "abla" bayılır!

Mayınlı Bölge'
den
, Fransa 2008 yapımı, Öteki'nin yönetmenleri Patrick Mario Bernard ve Pierre Trividic, oyuncular Dominique Blanc, Cyril Guei... Gösterildiği bölümün adına yakışır, tuhaf bir aşk-kıskançlık hikâyesi... Koca istemediği için birlikte mutlu oldukları partnerini terk eden kadın, bir görüşmelerinde adamın yeni bir ilişkisi olduğunu öğrenir öğrenmez, öteki kadını araştırmaya başlar, kendisiyle akran olduğunu öğrendiğinde "bizim paylaştığımız özel değilmiş, adam olgun kadınlardan hoşlanıyormuş" diye dile getirdiği hayâlkırıklığı yaşar, öyle ki, bir arkadaşıyla tavuk yerken lades tutuştuklarında, içtenlikle "o kadının ölmesini" diler. O ara tutar eski sevgililerinden birini arar, bir dönem toparlar gibi olursa da, adamın beklenmedik ölümüyle yeni bir çöküş yaşar. Kendi demesine göre "...sıradan dertleri olan sıradan bir kadınım ben..." Hüzünlü, hazmı zor filmlerden...

Gümüş Ülke, Altın Sinema: Arjantin
bölümünden, Arjantin, Fransa, Hollanda, Almanya, İspanya 2008 yapımı Liverpool: Yönetmen Lisandro Alonso, oyuncular Juan Fernandez, Giselle Irrazabal... Ağır tempolu, "abla"nın, mensubu olduğu Merkür Gezegeni hızındaki metabolizmasına hiç uymayan, zaman zaman sabrını zorlayan filmin, çok basit öyküsünden önce akan title'ı, sona kalmış olsa, film boyunca izleyici yitiren salon boşalmış olduğundan, kimse görmeyecek! Farrel, 15-20 yıl sonra, annesini görmeye, kar ve buzla kaplı güneye iner. Tanıyan çok az kişiden biri, geri dönmesini önerir, ölüm döşeğindeki annesi, oğlunu eski bir hayâl, bir rüya gibi karşılar, o gittikten sonra doğmuş kızkardeşi tek soru sorar "bana para verecek misin?". Farrel, kıza biraz para ve Liverpool yazılı süslü bir maskot bırakır; "burada işim bitti!" deyip giderken yaşam, onun yokluğundaki huzurlu akışına döner. "Abla"nın "tipik Sinema Günleri filmlerinden" dediği filmlerden...

Akbank Galaları bölümünden, Kanada 2008 yapımı Tapınma: Yönetmen Atom Egoyan, oyuncular Arsinee Khanjian, Devon Bostick... Büyükbabasının ırkçı etkisiyle büyüyen genç, ölmüş babası hakkında taşıdığı düşmanca duyguları bir gazete haberiyle birleştirip terörist babasının bir yolcu uçağını patlatmak niyetiyle hamile annesini bombalı çantayla yolculaması hikâyesi yazar. Öğretmeninin, kendi (kuyruk) acısıyla -bir ölçüde- desteklediği, kulaktan kulağa oradan internete düşmesiyle geniş tepkilere yol açan hikâye, sonunda, oğlanın ailesi hakkındaki gerçeğe ulaşmasını sağlar. Diğerinden nefret etmekten kaynaklanan öfke temelli, içiçe gelişen, birbirini tetikleyen, ustaca kurgulanmış bir dizi olay... Bazı bölümleri gayretkeş görünse de, ilginç bir film!

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 12. gününde, "abla"nın gördüğü üç film: Anna İle Dört Gece, Bu Filmde Ben Varım, $ 9.99

Yıllara meydan okuyanlar bölümünden, yönetmen Jerzy Skolimowski'nin 17 yıl aradan sonra çektiği, Polonya Fransa 2008 yapımı, Anna İle Dört Gece: Oyuncular, Kinga Preis, Artur Steranko... Uzaktan uzağa, krematoryumunda çalıştığı hastanenin hemşirelerinden Anna'ya âşık, - gayrimeşru, sabıkalı- Leon, içine kapalı yaşamını sessizca sürdürürken, onu büyüten yatalak ninesinin ölümü üzerine, Anna'nın yaşamını, biraz daha yakından gözlemeye koyulur. Evine girer, kedisini sever, düğmesini diker, guguklu saatini onarır, doğum gününde hastaneden aldığı tazminatı yatırdığı elmas bir yüzük alır, uyurken kızın parmağına takar. Kendine göre Anna'nın hayatına dahil olan, bununla yetineceğe benzeyen Leon'un gizli yaşamı, genç kadının tecavüze uğramasıyla, soruşturulunca ortaya dökülür. Mahkemede kendi gerekçesini -fısıldayarak- "aşk" diye belirtse de hapisten kurtulamaz. Beyaz ile siyaha yakın mavi, siyaha yakın kırmızı, siyaha yakın yeşil... renkli harika görüntülerle, kar soğuğu durgun, hüzünlü, güzel, aykırı bir aşk filmi. Amerikan sinema sanayiinin ürettiği sessiz, kimselere zararı dokunmayan seri katil klişesiyle önyargılı "abla"nın, Leon'un, çekingen aşkının masumiyetini kavraması için filmin üçte birini izleyip geride bırakması gerekir.

Uluslararası yarışma bölümünden, İrlanda 2008 yapımı Bu Filmde Ben Varım: Yönetmen Ian Fitzgibbon, oyuncular Dylan Moran, Mark Doherty... Şanssız Mark (senarist), üç aydır kirasını ödemediği harap evde, sevgilisi tarafından terkedildiği gün, düşen rafın altında kalan köpeğinin ölümüyle efkârlanıp klarnetine sarılır, coşar; o arada sarsıntıyla kopan kristal avize altında oturan özürlü kardeşi ebediyete intikâl eder, demeye kalmadan, ev sahibi mutfak ampulünü tamire gelir, çıktığı tabureden düşer, boynuna saplanan tornavida yaşamını sona erdirir. Mark dehşet içinde evde dolanırken kız arkadaşı eşyalarını almaya eve gelir, cesetler karşısında kendini kaybedip bayılırken -aksilik bu ya!- klarnet ayağına saplanarak adres değiştirir, gürültüyü soruşturmaya gelen kadın polis düşen pencere ile atalarına kavuşur... Mark'ın hayâl gücü geniş arkadaşı Pearce, polisin bu kadar rastlantıyı kaza olarak kabul etmeyeceğini görür, birlikte son derece kârlı çıktıkları bir B planı üretir ve uygularlar. Muhteşem bir kara komedi!

Uluslararası yarışma bölümünden, İsrail Avustralya 2008 yapımı, $ 9.99: Yönetmen Tatia Rosenthal, seslendirenler Geoffrey Rush, Anthony LaPaglia... Yalnızca 9.99 $'a hayatın anlamını açıklayan kitap, babasının yanında yaşarken, oyalanmak için evde çok lezzetli pastalar pişiren Dave için derin anlam taşısa da babasının, rutinin dışına çıkması için, karşısında bir evsizin intihar etmesi, komşularından birinin yanına yerleşmiş, kanatlarını kullanmayı beceremeyen meleğin gözü önünde yere çakılması gerekir. Daha sonra Dave'in, postayla gelen "Yunuslar Gibi Yüzebilirsiniz" kitabından öğrettikleriyle baba, bir kaç gün önceye kadar ördeklerini besledikleri havuzda müthiş performans sergiler... Apartmanın tuhaf tiplerinin, çevrelerindeki olayların, birbirleriyle ilişkilerinin stop-motion animasyon tekniğiyle anlatıldığı, esprili, zaman zaman gerçeküstü, sevimli bir film.

14 Nisan 2009 Salı

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 11. gününde, "abla" üç film daha görür: 8, Kırmızı Adamların Toprağı, Bir Buçuk Oda

Sinemada İnsan Hakları bölümünden, Yarışma Dışı, 8: Yönetmenler, Jane Campion, Gael Garcia Bernal, Jan Kounen, Mira Nair, Gaspar Noe, Abderrahmane Sissako, Gus Van Sant, Wim Wenders. Fransa 2008 yapımı. Festival katalogunda yazanlar: "Eylül 2000'de Birleşmiş Milletler, dünyadaki yoksulluk oranını 2015'e dek yarıya çekebilmek için kolları sıvadı. Milenyum Gelişim Hedefleri dedikleri sekiz hedef belirlediler. Açılışını Catherine Deneuve'ün yaptığı filmde sekiz sinemacı bu büyük meselelere dair görüşlerini paylaşıyor: Sissako açlık sınırında yaşayan insanları ele alırken Gael Garcia Bernal ilköğretim hakkı; Gaspar Noé, AIDS; Mira Nair, kadın erkek eşitliği; Jane Campion, çevresel sürdürülebilirlik; Gus Van Sant, bebek ölümleri; Jan Kounen, sağlık hizmetleri; Wim Wenders ise gelişim amaçlı küresel ortaklık üzerine eğiliyor." Her biri çok güzeldir ama "abla" 8 film içinden en çok Jane Campion'un, Avustralya'da yağmurun yağmadığı bir bölgede, bir kadının gördüğü rüya üzerine, finalinde çocukların, ellerinde gözyaşı kavanozları tepeye çıkıp, genç kızın çaldığı çok etkili keman parçasıyla yağmur bulutlarını çağırdıkları filmi, Jan Kounen'in, yerlilerin şarkıları, söylenceleri aracılığıyla anlattığı, yoksulluk yüzünden doğuma yetiştirilemeyen genç kadının öleceğini anladığında, kayıkta, kucağına uzandığı yaşlı kadına "nine, ölünce nereye gideriz?" deyip, "abla"yı gözyaşına boğduğu filmi ve Wim Wenders'in, paylaşım üzerine, Yunus Muhammed'in fikir babası olduğu mikro ekonomi fikrinin hayata geçirilip uygulanışını anlatan filmi beğenir.

Sinemada İnsan Hakları bölümünden, İtalya Brezilya 2008 yapımı, Kırmızı Adamların Toprağı: Yönetmen, "abla"nın Garaj Olympo filmiyle tanıyıp unutamadığı Marco Bechis; oyuncular, Claudio Santamaria, Abrisio da Silva... Brezilya'nın orta batısındaki zengin geniş topraklarını beyazlara kaptırdıktan sonra bir kampta tecrit edilip yaşamaya çalışırken emekleri sömürülen yerlilerden küçük bir grup, iki genç kızın intiharı üzerine topraklarına dönüp kamp kurarlar. Bu, büyük toprak sahibi beyazları korkutur, "kraliçe arıyı öldürerek" problemi çözmeye karar verirler. Hüzünlü, güzel bir film...

Uluslararası Yarışma bölümünden, Rusya 2009 yapımı Bir Buçuk Oda: Yönetmen Andry Khrzhanovsky, oyuncular, Alisa Freindlich, Sergei Yurskiy, Grigoriy Dityatkovskiy... Stalin döneminde Leningrad'da yaşayan bir çocuklu, birbirine sevgiyle bağlı Yahudi ailesinin hikâyesi, festival kataloguna göre "Büyük sinemacı, canlandırma sanatçısı ve belgeselci Andrey Khrzhanovsky'nin Nobel ödüllü büyük Rus şairi Joseph Brodsky'yi anlattığı eşsiz bir sanat buluşması." Sanatçı ruhlu Brodsky, muhalif tavrıyla 1972'de ABD'ye sürülür; arada yoksulluk içindeki ana babasına zorlukla ulaşır, telefonda iyiliğinden şüpheli annesine, "kerevitin biraz daha korkuncu" diye tanımladığı istakoz yediğini söyler, annenin yorumu "çocuk yiyecek şey bulamıyor, tuhaf hayvanlar yiyor" olur. Uzun yıllar sonra, yurtdışına çıkıp oğullarını görme izni alamayan ana babasının ölümünden sonra, yeni adıyla St. Petersburg'a gelen Brodsky, "abla"nın da bir önceki yaz görüp çok beğendiği kentte, adım adım gezerek anıları canlandırır, televizyonun karşısındaki masa başında onlarla oturup nasıl öldüklerini sorar. Muhteşem canlandırma bölümlerle, müzikle, görsellikle bir başyapıt.

13 Nisan 2009 Pazartesi

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 10. gününde, "abla" üç film görür: Tony Manero, Gölgesizler ve Buick Riviera

Uluslararası Yarışma bölümünden, Şili-Brezilya 2008 yapımı, bol ödüllü Tony Manero'nun yönetmeni Pablo Larrain, oyuncuları Amparo Noguera, Hector Morales... Filmin, 1978'de Şili'de geçen öyküsü, küçük bir dans grubunun 50'li yaşlardaki başdansçısı Raul'un, takıntısı -Geceyarısı Ateşi'ndeki (John Travolta)- Tony Manero taklidi uğruna, gözünü budaktan sakınmadan yaptıklarını anlatır. Renkli televizyon için yaşlı bir kadını, sahneye döşeyeceği cam tuğlalar için satıcıyı öldürmekten; para için, Pinochet'nin zulmüne uğrayıp araziye atılmış mağdurları soymaktan geri durmaz. İktidarsız olmasına karşın, grubundan iki kadının birlikte kaçma önerileriyle sıkıştırılırken, direnişçilerle işbirliği içindeki genç dansçıların polisçe sorgulandığı gün katıldığı yarışmayı tüm umutlarına karşın yitirir. İzleyici, film boyunca, neler yapabildiğini gördüğü, uğursuz Tony Manero'nun, sondaki eylemini izlemese de, bilir. Üzücü, iç karartıcı, meraklısına önerilebilecek bir film.

Türk Sineması
bölümünden, 2009 Türkiye yapımı Gölgesizler: Yönetmen Ümit Ünal, oyuncular Selçuk Yöntem, Hakan Karahan, Taner Birsel, Arsen Gürzap, Altan Erkekli... Film festival kataloğuna göre "Almanya'da Doğu'nun Kafka'sı olarak nitelendirilen Hasan Ali Toptaş'ın 1994'te Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazanan, aynı adlı romanından..." uyarlanmış. Filmin başında sahneye çıkan, filmlerini bilip seven "abla"nın bir önceki festivalde de Ara filmini görüp bayıldığı Ümit Ünal, sorar; salon çok kalabalık, vizyonda gösterilirken neredeydiniz?
Film, yarı fantastik bir öykü anlatır: Kendisi yakışıklı, karısı güzelken neden hilkat garibesi bir evlâda sahip olduğunu anlamayan zorba muhtar, kendini derin felsefeye kaptırmış Cennet'in oğlu, ortadan yokolan köyün güzeli Güvercin, tekinsiz korucu, durup dururken atın tepelediği oğlan, arada sepia renkli eski bir hikâye, Aynalı Fatma ile dokuz karısından bir avlu dolusu çocuk sahibi Hamdi'nin ilişkisi... Film, Candan Erçetin'in çok güzel şarkısı eşliğinde sonlanırken tekrar sahneye davet edilen yönetmen Ümit Ünal ile yapımcı oyuncu Hakan Karahan, soruları yanıtlar: İzleyicilerden biri, "Hz. Ali tablosu altında zina sahnesi şart mıydı?" diye sorar, yönetmen bunun romanda da özenle işlendiğini söyler, "filmde" der, "başta açıkken, -kamera uzaklaşırken- Hz.Ali'nin utanıp gözlerini kapadığı resmini gösterdik" Kitabı okuyan ve uyarlamayı başarılı bulduğunu belirten izleyici "tasvirleri aktarırken zorlandınız mı?" diye sorar, yönetmen "kitap çok şiirseldi" der,"ilk bakışta dilsel karşılık bulup yorumlamanın imkânsız olduğunu, reddetmeyi düşündüm. Romandaki belirsizlik çok daha baskın, mesela Hamdi'nin bir avlu dolusu çocuğu ne oldu sorusu, yanıtlanmayan sorulardan... Şiiri başka bir dile çevirmek gibi, ben kitabı bir yönüyle, politik tarafıyla ele aldım, Türkiye'nin son 100 yılını düşünerek, öyle bir bakış açısıyla çektim." Kendisine yöneltilen "böyle sürrealist bir projeye nasıl kalkıştınız?" sorusunu ise yapımcı-oyuncu Hakan Karahan "ilk defa yapımcılık yaptığımdan, senaryoyu da yazıp, çok güzel çekilir dedim. Zor bir yan görmedim. Roman zorlayıcı, yaşadıktan sonra zor olduğunu gördüm, öğrendim. İmkânsız yok, sevdiğim bir kitap gelsin, onun da filmini yaparım. Oyuncu olarak, sette işim kolaydı, kendimi Ümit'e teslim ettim, çok zor olsa bu kadar çok aktör olmaz." diye yanıtlar. Filmin kurgusunu beğendiğini belirten izleyiciye ise yönetmenin yanıtı, "hikâyeyi tersten bağlamayı, gidip gelmeleri seviyorum, romana hayranlık duydum, anlatımıma çok uygundu" olur.

Emek'ten çıkan "abla", tam karşıda Mefisto'ya dalar, görevliye "Ümit Ünal çekmiş, çok güzel film olmuş, bir de kitabı okuyayım istedim" açıklaması yaparak, tezgâhtaki son Gölgesizler romanını satın alır.


Sinemada İnsan Hakları
bölümünden, Goran Rusinovic'in yönettiği, 2008, Hırvatistan- Bosna Hersek yapımı Buick Riviera: Oyuncular Aimee Klein, Slavko Stimac, Leon Lucev. Balkan topraklarının -
Amerika'da karşılaşan- düşman iki bireyi, ne yapıp eder, zıtlaşmanın yolunu bulur. Birinin evliliği bitmiştir, teselliye ihtiyacı vardır, diğeri, mutluluğunu tehdit eden Buick'e çok düşkündür. Buick'in el değiştirmesi, krizi çözecek gibi görünse de... Arada çok komik diyalogların olduğu, geçmişin acısı çökmüş kasvetli, karanlık bir film.

12 Nisan 2009 Pazar

Festivalin 9. gününde, "abla" 4 film görür: Üçüncü Sayfa Haberleri, Garip Birisiyle Evlendim, Bir Terör Filmi: Der Baader Meinhof ve vizyondan Okuyucu

Ustalara Saygı bölümünden Raymond Depardon'un yönettiği Üçüncü Sayfa Haberleri, Fransa 1983 yapımı film, fotoğraf, sinema bilgisine eklediği gözlemci yeteneğiyle Depardon'un, Paris 5. Bölge Karakolu'nda üç ay boyunca yaşadığı dönemde tanık olduğu, gazete 3. sayfalarında minicik görünen haberlere konu olan olayları anlatır. Çiftler arası itiş-kakış, uyuşturucu kurbanları, pişkin yankesiciler, bir intihar, çocuk alıkoyma... Gerçek insanlar, gerçek olaylar çerçevesinde -Suçüstü filminde de ortaya dökülen-, "Paris eskisi gibi değil, yabancılarla doldu" diye ifade edilen rahatsızlık... Dürüst, güçlü bir tanıklık, bu, -"abla"ya göre- sinemanın en önemli işlevlerinden biri...

Canlandırma Sineması bölümünden Bill Plympton'un yönettiği Garip Birisiyle Evlendim.
ABD 1997 yapımı, Charis Michelsen, Tom Larson... seslendirmiş. Sevişen kuşların çarptığı uydu anteninden aldığı ışın yansımasıyla, düşünceleri gerçeğe dönen damat, ne yapacağını bilemeyen yeni gelin, damadın peşinde medyayı ele geçirmeye çalışan, ordu destekli kötü adam... Silahlarla, insan bedeninin değişik işlevleriyle ilgili ilginç komik açıklamalarla dolu, eğlenceli bir çizgi film.

Akbank Galaları bölümünden Bir Terör Filmi: Der Baader Meinof, yönetmen Uli Edel, 2008 Almanya yapımı. Oyuncular Martina Gedeck, Moritz Bleibtreu...
Festival kataloğunun demesine göre "...Almanya'nın Oscar'daki 2009 temsilcisi ve şimdiye dek ülkede çekilmiş en pahalı film...". Gençliğine denk geldiğinden Baader-Meinhof Örgütü'nden, eylemlerinden haberdar "abla" için bu filmin yeri ayrı... 1967-77 arası, Almanya dışında değişik Avrupa kentlerinde yaşayıp, Ürdün, Irak'ta gerilla kamplarına katılarak kökten solcu eylemlerini sürdüren, sonunda liderlerinin cezaevindeki intiharları sonucu etkisini yitiren örgütü anlatan film, görünüşe göre ayrıntılı ve dürüst.

Vizyonda, Alkazar'da Okuyucu: Yönetmen Stephen Daldry, oyuncular Ralph Fiennes, Altın Küre En İyi Yardımcı Kadın ve Akademi En İyi Kadın Oyuncu ödüllü Kate Winslet... Savaş sonrası Almanya'sında, bir yeniyetme ile ondan yaşça büyük bir kadın arasındaki aşk ile başlayan film, kadının, terfi ettiği zaman aralığında ortadan kaybolmasıyla sürer. Birkaç yıl sonra oğlan, hukuk eğitimi sırasında katıldıkları bir mahkemede kadının, gardiyan olarak yargılanışına tanık olur. Okuma bilmediğini gizleyen -ki bu, senaryonun en zayıf noktasıdır; savaş öncesi Siemens'te çalışan, daha iyi iş olanakları düşüncesiyle SS'lere katılan, Nazilerin kamplardaki karanlık trajik eylemlerinin icracısı bir kadın gardiyanın, savaş sonrası tramvay biletçisi olarak çalışıp bir de terfi alması ve büroya kaydırılması, tüm bu süreç içinde de okuma yazma bilmediğini gizleyebilmiş olmasını, "abla" hiç akla yakın bulmaz- kadın, diğer gardiyanların komplosuyla 20 yıl hapis yatar. Onunla yine, kasetlere kaydettiği kitaplar aracılığıyla bağlantı kuran -eski- yeniyetme, hapisten çıkacağı sırada kadına, yargıları nedeniyle, beklediği duygusal desteği veremez.

Olayları,
tarih çizgisine neden ve sonuç bağıyla yerleştirebilen "abla", son iki filmi ardarda izlediği için kendisini tebrik eder: Görünüşe göre, Nazilerin işlerinden habersiz Alman Halkı, Okuyucu filminde, yargılanan kadın gardiyanlara "Nazi kaltağı!" diye bağırırken, yargıçlar iç huzuruyla işlerini yaparlar. Yine görünüşe göre, yine Nazilerin işlerinden habersiz Alman Halkı, aradan geçen yılların ağırlaştırdığı suçluluk duygusuyla, bu kez mahkemede, sigaralarını tellendirerek yargılanmakta Baader- Meinhof üyelerinin, yargıçlara yönelik "domuz, sıçan!" hakaretlerine alkışlarla destek veririler.

11 Nisan 2009 Cumartesi

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ni yarılayan "abla"nın 8. günde gördüğü 4 film Festivalden Tulpan, Sazlıkta, Nazarin, Çölün Simon'u ve Pazar

Bir gece önce, bazılarını 5-10 yıldır görmediği arkadaşlarıyla Nevizade'de buluşup çok güzel bir akşam geçiren "abla" geceyarısı eve döner. Günün filmleriyle ilgili yazısını yazıp bloglara yerleştirmesi dört saatini aldığından, ertesi sabah uyanmakta zorlanır. Kahvaltıda, mahmur halini gören kızı ve damadı "...gir filmden önce bir kafeye" diye akıl verirler, "dabıl ekspresso iste, dik kafana, sinemada hayatta uyumazsın!.."

Dabıl espresso gerekmez "abla"ya; üç seansı yüzünün akıyla tamamladıktan başka, günün filmleri kesmediğinden, tutar bir de vizyon filmi izler.

Dünya Festivallerinden bölümünden, bol ödüllü 2008, Almanya-Kazakistan-Polonya-Rusya-İsviçre yapımı Tulpan: Yönetmen Sergey Dvortsevoy, oyuncular Askhat Kuchinchirekov, Samal Yeslyamova... Askerliğini denizci olarak yapan Asa, Kazakistan steplerinde -filmden "abla"nın unutamayacağı bir görüntü; kaynayan, Prusya Mavisi, yıldırım desenli gökyüzü altında sarı-kuru step, ortasında küçük beyaz bir köpek!- çobanlık yapan eniştesiyle ablasının üç çocuklu obasına döner. Coğrafya, gebe koyunların, kuzularını, canlı doğurmalarına yetmeyecek kadar kıraçtır, patron ise
Asa'ya, evlenmeden sürü emanet etmeyeceğini bildirir. İşin kötüsü çevrede evlenecek kız kalmamıştır, tek aday Tulpan, damat adayını kepçe kulaklı diye beğenmez. İkinci gidişlerinde, Asa'nın kulak büyüklüğünü oranladıkları Prens Charles'ın resmini yanlarında götürürlerse de, kız tarafı oğlanın işsiz oluşu yüzünden ayak direr. Asa, enişte ve arkadaşı, getirdikleri nişan hediyesi kristal avizeyi alıp dönerler. Eniştenin, geçim darlığı yüzünen hırpaladığı kayınbiraderi Asa, arkadaşının birlikte şehre gitme ısrarına önce uyarsa da, yüreğinde, yerinin step olduğunu bilir, fazlaca yol almadan iner, gözü yaşlı ablasına döner. Asa'nın arkadaşı erzak taşıdığı traktörümsü taşıtında, bangır bangır Boney M dinler, koyunları muayeneye gelen baytar, motorsikletine bağladığı yavru devenin, kendilerini kilometrelerce izeyen kindar annesinden ürker. Köklü -SSCB dönemi- sinema geleneğinden geldiğini bildiği, bastıkları toprakların altına yayılmış boyutlar arası Agarta uygarlığının ışığından ilham alan Orta Asya sineması, "abla"yı hiç bir zaman hayalkırıklığına uğratmaz. Muhteşem bir film!

Aşk Olsun! bölümünden bir Andrzej Wajda filmi, 2009 Polonya yapımı Sazlıkta; Krystyna Janda, Pawel Szajda...'nın oynadığı film, savaşta oğullarını kaybetmiş, kanserden ölmekteyken, genç bir delikanlıya ilgi duyan kasaba doktorunun karısını oynayan, hayatının aşkını kaybetmiş aktrisin acısıyla içiçe gelişir. Ağır, melankolik bir ithaf filmi.

Arada, ayrı sinemalarda film izlediklerinden, kızkardeşiyle buluşmak üzere sözleştikleri Beyoğlu Sineması Kafe'sine inen "abla", bir sonraki seansta oynayacak Aptallar Tarafından Sevilmek Zor İş adlı filmin,
"...güvenlik nedeniyle..." kaldırılıp yerine başka bir film konduğunu görür, gişedeki kıza, bunun anlamını sorar: Kız, kataloga bakmaya üşenen "abla"ın yerine, üşenmez ve sesini alçaltarak "...tehdit üzerine..." gibisinden bir açıklama yapar. Merak eden "abla" katalogu açar okur: NTV Belgesel Kuşağı'nda sunulan film, kataloga göre "...adını Fransa'da yayınlanan popüler mizah dergisi Charlie Hebdo'da çıkan bir karikatürden alıyor. Karikatürde Hz. Muhammed, başını ellerinin arasına almış, köktendincileri kastederek Aptallar tarafından sevilmek ne zor iş, diyor. Dergi, Müslümanların uluslararası tepkilerine cevaben yayımladığı bu karikatürün yanına Danimarkalılar'ın ünlü on iki karikatürünü de iliştirdi. Ama sonra, Charlie Hebdo'nun yayın yönetmeni Philippe Val'e karşı, Paris Büyük Camii, Dünya Müslümanlar Cemiyeti ve Fransa İslami Örgütler Birliği bir dava açtı. Film, bu sıradışı davayı, aralarında gazetecilerin, avukatların, tanıkların, davacıların, politikacıların ve Müslüman önderlerin de bulunduğu tüm kilit isimleriyle birlikte inceliyor."

Asiler, Azizler, Âşıklar bölümünden, Luis Bunuel'in orta metraj iki filmi, 1958 Meksika yapımı Nazarin ile 1965 Meksika yapımı Çölün Simon'u. Oyuncular Francisco Rabal, Claudio Brook... Bunuel'in, halkın -en sefil kesimi- içinde, ilkeleriyle yaşayan peder Nazario'nun, bir fahişeye yardım etmesiyle gelişen olaylar ile, 5. yüzyılda yaşamış Aziz Simon'un çölde bir sütun üzerinde yıllar süren çilesi çerçevesinde, inanç ve inancın önyargı, anlayışsızlıkla bozulmasını, çarpıtılmasını işlediği iki orta metraj filmi, "abla"nın az önce karşılaştığı köktendinciler sorunuyla inanılmaz bir eşzamanlılık gösterir. Nazarin'de, suçlulardan biri pedere "nasıl daha iyi bir insan olabileceğini" sorar; reçete -"abla"nın Yeni Çağ bilgilerinde karşılaştığının aynısıdır ve çok basittir-, "iyi olmayı iste!" der peder. Defalarca izlenmeyi hakeden iki klâsik film...

18:45, 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu Tayanç Ayaydın En İyi Senaryo, En İyi Kostüm ve Locarno International Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu, Ghent International Film Festival En İyi Film ödüllü film vizyon'da, Alkazar'da; Ben Hopkins'in yönettiği, Pazar Bir Ticaret Masalı. Mihram, mafyaya bulaşmadan bolluğa ulaşmayı hedefleyen bir küçük satıcı, çalışır, çabalar ama düzenin bozulmuşluğu öylesine kurumlaşmıştır ki dışında kalmak -artık- mümkün değildir. Amca Fazıl rolünde Genco Erkal muhteşem! Şenay Aydın, Hakan Şahin ve Rojin güzel hikâyeyi -daha da- güzelleştiren, iyi oyuncular. Görülesi, iç burularak çıkılası güzel bir film!

10 Nisan 2009 Cuma

7. güne ulaşan 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, "abla" üç film daha görür: Ahmaklar ve Melekler, İz Sürücü, Somers Town

"Bir yaşında ölen oğlum, denizin üzerinde yürüyerek uzaklaşıyor, sesleniyorum, oğlum, beni bekle ben de seninle geleceğim, bir yandan da ayaklarıma bakıyorum, şaşırıyorum ben nasıl denize batmıyorum diye... Oğlum, ama böyle çok ötede, ben yetişmeye çalıştıkça uzaklaşıyor, uzaktan, anne gelme, biz sonra beraber olacağız diyor. Sonra o gözden yitti, ben de denizin öbür yanına gelmişim, kıyıda metalden yuvarlak uzay gemisi gibi bir şey var, merdivenden çıkıyorum, içerisi kapkaranlık, bir de bakıyorum anneannemle, babaannem orada, biri gel Naciye benim yanıma otur diyor, diğeri senin daha zamanın var dedi beni öte yandaki merdivenlerden indirdi." "Abla"nın, kuzeninin kutu dükkanında birlikte çalıştıkları günlerden tanışı, şimdilerde kızının evini temiz pak tutup başlarında duran; evlât acısı dahil, Dünyada pek çok zahmete katlanmış, arada bir kahkaha atmayı unutmamış Naciye Hanım, gözyaşları içinde rüyasını anlatmakta...

Canlandırma Sineması: Bill Plympton
bölümünden: Ahmaklar ve Melekler, 2008 ABD yapımı ödüllü animasyon filmi,
kısıtlı animasyon tekniğiyle, az renkle, huysuz, geçimsiz Angel'in hikâyesini anlatır; adam mahalledeki bara gittiği günlerden birinde, bar sahibinin -zulmettiği- karısının dansına vurulur. Bu, sırtında, giderek büyüyen iki küçük kanatın çıkmasına neden olur. Angel, yok etmeye çalıştıkça büyüyen kanatlarını, başlarda kötü niyetle kullanır, sonra vazgeçer zincire vurur, bir ara kanatlar ameliyatla bar sahibinin sırtına da transfer olur... Animasyona, hareket eden resimlere çocukluğundan bu yana vurgun "abla" için, gördüğü, göreceği tüm Bill Plympton filmleri, birer şenlik! Her festivalde ne yapar eder, başka başka ülkelerden -yüzüne yansıyan kor ışığında, bir kurdun, küle gömüp pişirdiği patatesi, yanan patilerini üfleye üfleye yediği, Orta Avrupa'dan gelen animasyon filmi halâ belleğindedir- canlandırma sineması örneklerini izler. Kendisi ne kadar heves etmişse de, tezcanlı doğası, sabırsız yapısı animasyon gibi emek ve sabır isteyen bir konuda -ancak ve ancak- izleyici olmasına izin vermiştir.

Emek Sineması'nda, reklamların bitiminden filmin başladığı zamana dek geçen bir dakikalık sürede, sahnedeki altın perdenin ışıklar içinde şıkır şıkır indirilip kaldırılması, emeklilik huzurunu seçmiş -eski- beyefendi işletmeci Hikmet (Dikmen) Bey ile birlikte tarihe karışmış!


Genç Ustalar bölümünden, 2008, Macaristan, İsveç, İrlanda yapımı İz Sürücü: Yönetmen Attila Galambos, oyuncular Zsolt Anger, Judit Rezes... Patalog Tibor, eski bir diva olan annesini ameliyat ettirmeye gerekli parayı sağlamak için, "bir cinayet işlemesi" önerisine direnmez. Ne var ki, kurbanı, baba bir kardeşidir. Çevresinden bir kadının da ilgisini çeken tepkisiz kişiliğiyle, cinayet nedenini ve azmettiriciyi ararken, bir kardeşiyle daha karşılaşır. Film, aralarda yengeçlerin konuştuğu, ölülerin yargılama amacıyla oturumlar düzenledikleri, fantastik, zaman zaman çok komik gelişmelerle sürer ve tuhaf biçimde mutlu sona bağlanır. Çok başarılı bir kara-komedi filmi!

Dünya Festivallerinden
bölümünden, 2008 İngiltere yapımı, Shane Meadows'un yönettiği, Piotr Jagiello, Thomas Turgoose...'un oynadığı Somers Town: Evinden kaçan Tomo, adet olduğu üzere adımını attığı anda, kentin başıbozuk çocuklarının saldırısına uğrar, dövülür, soyulur. Marek ise babası gündüz çalışıp gece içtiğinden yalnızlık çekerken, dayak yemiş Tomo'yla yolları kesişir. Çok farklı tabiatlı iki oğlan, tuhaf komşunun getir götürüne yardım ederler, lokantadaki garson kızı severler... Öğrenci projesi alçakgönüllülüğü içinde sıcak, küçük, sevimli bir film!

9 Nisan 2009 Perşembe

6. güne ulaşan 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, "abla"nın gördüğü üç film: Kuzey, Öfke ve İt İti Isırır

Kahvaltıda, iş ve yaşam ilişkileriyle ilgili hoşnutsuzluklar konulu sohbet üzerine "abla", çocuklarına, yürek acısından korunmak için, bedenlerini, dıştan gelen yıpratıcı etkileri yansıttığını imgeledikleri aynazırhla kaplamalarını; içeri sızıp yüreklerini acıtmayı başaran insancıklarıysa, sevgi ve şefkatten örülmüş pembe-yavru ağzı, ışıltılı şalla güzeeeeelce sarıp, kuytu birer köşeye oturtmalarını önerir. Damadına "sen" der, "yetenekli bir fotoğrafçısın, canını en çok sıkan kişinin, en güzel pozunu yakalayıp çekmeye çalıştığını düşün..."

Genç Ustalar bölümünden, Norveç 2009 yapımı Kuzey: Yönetmen Rune Denstad Langlo, oyuncular Anders Baasmo Christiansen, Kyrre Hellum... 30 yaşının son beş yılını bunalımda geçiren Jomar, kız arkadaşını elinden alan en iyi erkek arkadaşının, önce yumruklaşıp sonra sarmaştıkları ziyareti sonrası, bir ihtimâl, telesiyej bileti sattığı barakanın -gemilerin-
yanıp kül olmasına engel olmaz. Alçakgönüllü mal varlığını yüklediği kar motoruyla, varlığından yeni haberdar olduğu oğlu ile eski sevgilisine ulaşmak üzere kuzeye doğru yola koyulur. Arada rastladığı sahipli sahipsiz kulübelerden, yiyecek, pusula vs. (ç)almakta sakınca görmez. Eşcinsel olup olmadığını sıkıca soruşturan bir delikanlıyla arkadaşlık, çok yaşlı bir yerlinin son günlerine tanıklık eder. Muhteşem müzik eşliğinde, bahar eşiğinde beyaz, güzel bir film! Laser altyazılı filmin "abla"ya göre vizyona girmesi an meselesi!

Gümüş Ülke, Altın Sinema: Arjantin
bölümünden, Öfke: Yönetmeni Albertina Carri, oyuncuları Analia Couceyro, Javier Lorenzo... olan, Arjantin 2008 yapımı filmin anlattıkları; kırsalda yaşayan sağır kızla oğlanın arkadaşlığı, kızın anasıyla, oğlanın babasının şehvete dayalı ilişkisine tanık olmaları, kızının yaptığı resimlerdeki çıplak erkek figürleri üzerine ayakları suya eren babanın, diğer adamla hesaplaşmaya gittiğinde -belli ki tuzağa düşürülüp- öldürülmesi, babasıyla bastığı kadına silah doğrultması sonucu
oğlanın da öldürülmesi... Uzaklıklar yüzünden Dünyadan, yaşamdan kopuk yaşarken, en alt düzeydeki güdüleriyle davranan yarı yaban insanlar, geniş manzaralar, hayvanlar ve ağda kıvamında zaman! İzlenmesi -pek de- kolay olmayan filmlerden...

Aradaki bir saaten fazla zamanı Yapı Kredi'deki Enki Bilal İstanbul'da sergisini gezerek değerlendiren "abla", çizgi romanlar yanısıra reçine heykel, pul, baskılı malzeme ve hatta kol saati bile tasarlamış sanatçının kırmızı, siyah, mavi, beyaz renkler hâkim, kuru pastel, akrilik çizimlerine, baskılarına bayılır. Daha önceden adını duymuşluğu vardır "abla"nın ama, eski Yugoslavya doğumlu, Paris'te büyüdüğü halde toprağının trajedisinden kopmamış sanatçının yaratıcılığının bunca geniş alana yayıldığından haberi yoktur. Çıkışta, soruşturduğu Enki Bilal filmi -DVD'si- Immortal'ı bulamaz ama hemen yılacak değildir!

Dünya Festivallerinden
bölümünden, kataloğun "...Sundance'te prömiyer yapan ilk Kolombiya filmi..." diye tanıttığı, bol ödüllü İt İti Isırır: Yönetmen Carlos Moreno, oyuncular Oscar Borda, Blas Jaramillo... Kolombiya 2008 yapımı film, hatalı bir infaz yaptığı için karabüyüye uğrayan, giderek elini kullanamaz olup yavaaaşça ölen tetikçi ile, patronlardan para çalarak "yırtma" planı yapan bir başka çete üyesinin başını çektiği karakomedi... Otel odasında sürekli çalan telefonla Adele'yi arayan adam, elektrikli testerenin yol açtığı bol kan, fütursuzca işlenen cinayetler; herşey finalde köpeklerin paraladığı poşet içindeki birkaç tomar dolar için... O şamata içinde işini neşeyle yapan katil Sierra, işinin erbabı, puro dumanı hâlesi içinde gezinen karabüyücü kadın, akıllardan kolayca silinemeyecek karakterler.

8 Nisan 2009 Çarşamba

5. güne ulaşan 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, "abla" üç film daha görür: Mutant Uzaylılar, Suçüstü ve Bellamy.

Canlandırma Sineması bölümünden, Bill Plympton'un yazıp yönettiği, Dan McComas, Francine Lobis...'in seslendirdiği, 2001 ABD yapımı Mutant Uzaylılar: Çok ödüllü film, paragöz Amerikan Başkanı'nın uzaya -dönmemek üzere- yolladığı astronotun, uzayda Burun ve Parmaklar Gezegeni'nde 20 yıl yaşayıp Dünya'ya dönmesini anlatır. Kızı gökbilimci olmuştur, sevgilisiyle birlikte, babasının ölürken emanet ettiği insan DNA'sı taşıyan mutantları kötü adamlardan kurtarır. Filmin sonunda title akarken araya giren görüntülere bakılırsa, ekip, filmi, "abla"nın grafik eğitimi aldığı ilk yıllarda gördüğü animasyon dersindeki gibi, 1 saniyelik görüntü için asetat üzerine en az 18 resim çizildiği yöntemle üretmiş.

Öğlen, "abla" bir gün önce yaptığı mısır ununda hamsi planını gerçekleştirmek üzere, Turnacıbaşı Sokak girişindeki Balıkçı'ya gider. Çorbasını bitirir, hamsiyi bekleyip bakınırken önündeki masada oturan kadının omzu üzerinden, okuduğu gazeteye gözü takılır; "Radikal yazarlarından Hızır Tüzel'e son görev..." diyen bir haber ve altta da bu güzel insanın bir fotoğrafı... "Abla" Hızır Tüzel'i, çok patronlu reklam ajansından, onun metin yazarı kendisinin stüdyo şefi olduğu zamandan tanır. Birlikte çalıştıkları zaman boyunca, diğer binada sıkıldığında atölyeye gelip "abla"nın yanındaki kalorifer peteğine oturan, beraberce ucunu kaçırdıkları kitaplar, filmler konulu sohbetlere daldıkları Hızır Bey'i "abla", yaşamın acımasızlığına dayanmakta zorlanan duyarlı, iyi yürekli, kibar, zarif, birikimli muhteşem bir insan olarak hatırlar. Gözünden akan yaşın nedeni, Ege'de, birbirlerine bunca yakın oturduklarını bilmeyip, bunu ölümüyle öğrenmiş olmak!

Ustalara Saygı
bölümünden, yönetmen Raymond Depardon belgesellerinden, 1995 tarihli iki ödül sahibi, Fransa 1994 yapımı Suçüstü:
Suçüstü yakalanmış âdi suçlu ondört kişi -iki-üç Fransız dışında- Malili, Cezayirli... "Orada çarem yoktu!" dedikleri Afrika'nın, yoksul insanları. Savcı vekili tarafından alınan ifadeleri sırasında ortaya çıkan manzarayı "abla", "...zamanında sömürdükleri, kaynaklarını kendi ülkelerine aktardıkları ülkelerin fertlerinin şimdi alacakları peşine, insan olarak hakettikleri daha iyi yaşam umudu ardına düşüp kendilerinden çalınana çekilmeleri çok doğal!" diyerek açıklar.

Yıllara Meydan Okuyanlar
bölümünden bir Claude Chabrol filmi; Gerard Depardieu, Clovis Cornillac...'ın oynadığı, 2009 Fransa yapımı Bellamy. Karısı Mısır'a gitmek isterken, onun ailesinin yazlığında dinlenmeyi seçen, yolculuk sevmez polis Bellamy, içine -sevinçle- çekildiği, sigorta yolsuzluğu, tango provaları, estetik operasyonla yüz değiştirme gibi bir dizi entrikayla örülü cinayeti çözer. Hırsız, serseri erkek kardeşiyle büyük tezat gibi görünse de akıllı, şanslı, mutlu Bellamy'nin filmin sonundaki itirafı durumu eşitler niteliktedir. Güzel bir polisiye daha!

7 Nisan 2009 Salı

4. güne ulaşan 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, "abla" üç film daha görür: Üç Bilge Adam, Sessiz Kaos ve Stella.

Dünya Festivallerinden bölümünden Üç Bilge Adam: Yönetmen Mika Kaurismaki, oyuncular Kari Heiskanen, Pertti Sveholm... 2008, Finlandiya yapımı filmin baş karakterleri, doğumda karısından bebeğin babasının kendisi olmadığını öğrenen polis, ayrıldığı eşinin yanındaki oğlunu görmek için Noel Baba kılığına giren, kanser yüzünden kalan az zamanını sona erdirme kararındaki fotoğrafçı, yurt dışında yaşarken terk ettiği karısının intiharı üzerine, bunun sorumlusunun babası olduğunu düşünen oğlunun dövdüğü aktör, üç arkadaş, Noel akşamı açık buldukları tek yerde, bir Karaoke Bar'da içmeye başlarlar. Aralarda, yüzyüze otururken birbirlerine söyleyemediklerini, durumlarına çok uygun, güzel şarkılarla dillendirirler. Karşılıklı itirafların yapılmasıyla hafifleyen gece, üçlüye, ailesinin kazara ölümüne neden olduğundan aldığı ağır depresyon ilaçlarını bırakmış genç bir kadının, aktörün oğlunun ve bir Noel Baba'nın eklenmesiyle, neşeyle sabaha ulaşır. Yönetmenin pek özendiği ilk dönem filmlerini sıkıntıyla izlediğini hatırlayan "abla", yumuşacık akan bu filmi pek beğenir; değişen yönetmen midir, kendisi midir, bilmez.

İkinci film öncesinde, yağmakla yağmamak arası kararsız havada, İnci'ye uğrayıp aldığı ayva ezmesini yiyerek Taksim'e yürüyen "abla", Ağa Camii'ne bakan duvarı kaplayan, TKP imzalı "Obama, al Tayyip'i de git!" yazılı bez afişe pek güler.
Sinema kapılarına da, -arasız gösterilen festival filmleri başladıktan sonra izleyici alınmadığından-, "Obama ziyareti dolayısıyla trafikte oluşabilecek sıkışıklıkları hesap etmeyi unutmayın" anlamında, birer uyarı yazısı yapıştırılmış.

Aşk Olsun!
bölümünden, İtalya 2008 yapımı Sessiz Kaos: Yönetmen Antonello Grimaldi, oyuncular Nanni Moretti, Isabella Alessandro Gassman... "Abla"nın, oyunculuğunu da en az filmleri kadar sevdiği yönetmenlerden Nanni Moretti, erkek kardeşiyle, iki kadını
boğulmaktan kurtarıp eve döndüklerinde kazayla ölen karısının cesediyle karşılaşırlar. Pek üzüntülü görünmeyen baba-kız, birbirlerine biraz daha bağlanırlar, öyle ki baba, okula başlayan kızını sabah bırakır, okul önündeki parkta akşama dek çıkışını bekler. Bu arada, aralarında mongol bir çocuk, köpeğini gezdiren genç bir kız, öğlenleri yemeğini yediği lokantadakiler hatta parka bakan binalardan birinde oturan, karısını kaybedeli beri ilk kez pişirdiği fesleğenli domatesli makarna yemeğe kendisini davet eden yaşlı adamın olduğu geniş bir çevre edinir. Akrabalarının, iş arkadaşlarının parkta ziyaret ettikleri adam yavaşça tanınmaya başlar, taa ki kızı, Noel hediyesi olarak, arkadaşlarının kendisine güldüğünü, gün boyu kendisini parkta beklemeyi bırakmasını söyleyene dek!.. Karakterlerin, olaylar sarmalında, İtalyancanın kulağa hoş gelen melodisini taşıyan diyaloglarla doğal, dosdoğru anlatıldığı güzel filmin sürprizi, en sondaki kısa ama etkileyici iş adamı rolüyle Roman Polanski.

15:30; karnı aç "abla", gözüne takılan "balık" yazılı neona doğru çekilir. Turnacıbaşı Sokak girişinde, çok lezzetli balık çorbasını, temiz, güleryüzlü servis eşliğinde, 3 YTL'ye, beğenerek içer, çıkarken mısır ununda kızartılmış hamsi için döneceğine dair söz verir.

Dünya Festivallerinden
bölümünden Stella: Yönetmen Sylvie Verheyde, oyuncular Leora Barbara, Melissa Rodriguez... ve
yakınlarda ölen, "abla"nın Dünyanın Tüm Sabahları'ndan hatırladığı, babasının -biraz daha güzel- yüzünü taşıyan Guillaume Depardieu. Fransa 2008 yapımı film, 1977'de Paris varoşlarında sosyal yardımlarla yaşayanların kaldığı barınağı ve barı işleten anne babasıyla, saldım çayıra Mevlâm kayıra büyüyen Stella'nın çocukluktan genç kızlığa geçişini anlatır. Arjantin'den gelen Musevî arkadaşı sayesinde, kitap okumaya, müzik dinlemeye başlar; umursamadığı okulun, aslında bir şans -tek şansı- olduğunun bilincine varır. Günün diğer iki filmi gibi, doğru anlatılmış pek güzel bir öykü daha...

6 Nisan 2009 Pazartesi

3. gününe varan 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, "abla" üç film daha görür: Şarkı, Sislerin İçinden ve Absürdistan.

"Abla"nın, bunun bir "Obama için seferberlik günü" olacağını düşünerek yirmi dakika önce başlattığı, Okmeydanı-Taksim rotalı günlük olağan festival yürüyüşü, Polis haftası kutlamaları nedeniyle yolların trafiğe kapandığı pazar sabahı kadar bile olağanüstülük arzetmeyen puslu havada, Harbiye Orduevi civarında yoluna çıkan hanımın "pardon siz Karamürsel Lisesi'nde okudunuz mu?" sorusuyla duraklar.

Kendisinden birkaç sınıf küçük olduğunu söyleyen hanım, "abla"yı tanır; o da film izlemeye Cadde'ye gitmekte olduğundan, 35-40 yıl öncesinden, gönüllerinde iyiliği, akıllarında tersiyle yer etmiş ortak öğretmenlerini anarak kalan yolu tamamlar, biletlerinin belirttiği sinemalara dağılırlar.

Canlandırma Sineması'ndan Şarkı, yönetmen Bill Plympton, seslendirenler Daniel Neiden, Maureen McElheron. 1992, ADB yapımı film, 47 dakikada iyi bir şarkı yazamazsa, sevgilisini, işini yitirecek içine kapalı bestecinin, tuhaf bir kavşakta kaybolup ulaştığı kasabada tanıdığı kişileri, duyduğu şarkıları, -kuruboya- sade, şirin canlandırma fikirleriyle anlatırken, sonunda doğduğu kasabaya dönme kararı alan sevgilisinin yürek acısıyla çok güzel bir beste yaptığı mutlu sona ulaşır.

Bir sonraki gösterime 1 saati olan "abla", Galatasaray Lisesi yanındaki caddede, üzerinde 30 çeşit çorba yazan bir bez afiş görür, üşüyen içini ısıtma niyetiyle o yana seğirtir. İçeri girer, aralarında yeşil zeytin çorbası da dahil pek çok çorba karavanası dizili, self servis tezgâh önünde kararsızca dikilir. Arkadaki beyaz giysili oğlandan "en çok hangisini satıyorsan ondan ver" diyerek istediği, oğlanın birkaç mantı, kurutulmuş domates dilimleri ve rendelenmiş kaşarla süsleyip küçük bir bardak içinde turşu eklediği koca kase dolusu "samba" çorbayla, bir kaç basamak tırmanıp aynalarla geniş duvardaki çepeçevre raf önünde, bar taburelerinden birine tüneyen "abla", acısı zorlasa da, lezzetli çorbayı bayıla bayıla içer.

Yıllara Meydan Okuyanlar bölümünden bir Bertrand Tavernier filmi: ABD, Fransa 2009 yapımı, Sislerin İçinden. John Goodman, Mary Steenburgen...'in oynadığı filmde, (teğmen) Tommy Lee Jones haince öldürülmüş genç fahişe cinayetini çözmeye çalışırken bir ikincisinin, o arada yıllar önce öldürülmüş bir zenciden kalanların bulunmasıyla, birbiriyle bağlantılı bir dizi şantaj, adam kaçırma...nın ortaya dökülüşü anlatılır. Bataklığın sisleri içinden çıkıp gelen Güneyli bir General'in -hayaletinin- dedektifle ve genç aktörle yaptığı sağduyu bazlı söyleşilerin çok hoş mistik boyut kazandırdığı film, polisiyeyi de pek seven "abla"yı fazlasıyla memnun eder.

16:00 filminden önceki yarım saati değerlendirmek üzere, Şükran Moral'ın, Yapı Kredi 'deki Aşk ve Şiddet konulu sergisini gezen "abla", kaba anlatımlı az sayıda işi beğenmez. Şiddet, nezaketten uzak biçimde sergilenirken ortalıkta "aşk"a dair en ufak bir iz görülmez.

Aşk Olsun! bölümünden, yönetmen Veit Helmer'in katılımıyla, 2008, Almanya Azerbaycan yapımı Absürdistan: Kristyna Malerova, Maximilian Mauff...'un oynadığı, festival katalogunun, yönetmenin 2001 yılında "Antalya'nın Sirt Köyü kadınlarının seks direnişi" haberinden esinlendiğini belirttiği filmi, aynı hikâyeyi anlatan, Başar Sabuncu'nun yazdığı, Kartal Tibet yönetiminde Müjde Ar, Şener Şen, Halil Ergün..'ün oynadığı Şalvar Davası yanında abartılı ve
-bu yüzden- sönük bulan "abla"ya kalırsa, gösterim sonrası soruları yanıtlayan yönetmen Veit Helmer, filminden çok daha eğlenceli, sevimli biri... Bir yerinde "Seninle bir sonbahar" şarkısı eşliğinde rakseden, göbek atan kadınların -dansöz- giysilerinin ele verdiği gibi kostümler, 28 ülkeden bir araya gelen 60 kişilik ekibin, bir Türk çalışanı elinden çıkmış. Müzisyenler arasında, Wong Kar Vai'nin de çalıştığı bir Japon besteci, yazarlar arasında Emir Kusturica'nın senaristlerinden biri var.

Sahnenin kenarına oturup ayaklarını sallandıran yönetmen "...köyü bulmak için sadece Türkiye'de 3 bin km. yol yaptığını, köylülerin ikinci bir Borat vak'ası yaşayacakları korkusuyla ekibe kuşkulu yaklaştıklarını, bir yandan da köy çok izole olduğundan, başka bir eğlencesi olmayan köy halkının çekimi sabahlara dek izlediklerini, ablukayı hafifletmek için aralarında bir şifre icat ettiklerini, 60 kişilik ekibin, yönetmenin kızlara sarkmayın! ihtarına ise ancak çalışma saatlerinde uydukları, sonuçta birbirleriyle evenmeye başlayan ekipten, şimdiden üç bebeğin doğmuş olduğunu..." anlatır, "filmi beğendiyseniz, arkadaş ve akrabalarınıza, otobüste yanınıza oturanlara söyleyin, dergi ya da gazetede arkadaşı olanlar duyursunlar" deyip filmin tekrarlanacağı seansların bilgisini vererek sözlerini bağlar.

5 Nisan 2009 Pazar

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali 2. günü, "abla" üç film daha görür: Gir Kanıma, Âşık Garib ve Bitmeyen Yürüyüş

Aşk Olsun! bölümünden, bol ödüllü, çok farklı bir vampir filmi; Tomas Alfredson'un yönettiği, Kare Hedebrant, Lina Leandersson...'un oynadığı, 2008 İsveç yapımı Gir Kanıma. Vampir filmlerini, karanlık şato mahzenlerinde yavaaaşça açılan tabut kapağı gıcırtılarının yankılandığı Karpatlar'dan günümüze taşıyan ve olguyu, gündelik yaşamın -neredeyse- sıradan bir detayı konumuna indiren Vampir'le Görüşme'den sonra, bunca güzel bir vampir filmi daha izleyebileceğinden şüpheli "abla", Gir Kanıma'yı izler, bayılır! 12 yaşında "yalnız" bir oğlanla, gece, apartman önündeki karla örtülü çocuk parkında rastlaştığı, çok uzun süredir 12 yaşındaki komşu kızın, arkadaşlıktan, masum, çocuksu aşka dönen tanışıklıkları, besin sağlama işini sakarca sürdürürken ölen babasının ardından kızın geceleri hayata katıldığı, arada, içine kapalı oğlanı zalim okul arkadaşlarının elinden kurtardığı bir çok olayla sürer... Akla yakın, çok güzel bir film.

Asiler, Azizler, Âşıklar
bölümünden, yönetmen Sergei Paradjanov'un A. Tarkovski'ye adadığı Âşık Garib: Oynayanlar Yuri Mgoyan, Sofika Chiaureli... 1988, SSCB yapımı, Lermontov'un kısa bir öyküsünü temel alan çok ödüllü film, Azeri kültürünü yansıtan, müzik, giysi, çevre, geleneksel dansla, "abla"ya Tarsem Singh filmlerinin görselliğine ilham vermiş görünen tablolarla anlatılan, zengin kız babası için başlık parası denkleştirmeye gidilen gurbet, kızda gözü olan kötü niyetli beyin hilesi, mucizeyle açılan kör gözler gibi, tanıdık öğelerle bezeli. Abartılı makyajla dışavurumcu mimik birleşince, başlangıçta izleyicinin kıkırdamasına, bazılarının da salonu terketmesine neden olan film, kalan izleyiciyi, temiz Türkçe'siyle de ödüllendiren fantastik bir masal.

Dünya Festivalleri bölümünden Bitmeyen Yürüyüş: Yönetmen Hirokazu Kore-eda, oyuncular Yoshio Harada, Kirin Kiki... "Abla", bir gün önce izlediği Acı Süt filmindeki düğün törenlerinde yaşadığı, insandan kaynaklanan, yüreğine dolup gözünden yaş olup taşan sevgi, sevinç ve huzur duygusuyla, Bitmeyen Yürüyüş'te, muhteşem! anne karakterinin, yıllara yayılan acı-tatlı yaşamını -sadece iki gün içinde- izlerken, bir kez daha karşılaşır. Büyük oğulu anma törenine her yıl davet ettikleri, -boğulmaktan kurtardığı- yaşadığı için özür dileyip duran, reklam ajansındaki işini beğenmedikleri, her yıl biraz daha şişmanlıyor olmasına içerledikleri delikanlının hayatta olmasını sorgularlarken, tatlı çekişmeler arasında, eski bir plakla ortaya dökülen sadakatsizlik, ortanca oğlanın babasıyla zıtlaşması, damatla kızın hesapçı planları... çok kibar bir alçakgönüllülükle anlatılır. "Abla"da meditasyon etkisi yapan bu çok zarif, çok güzel film, arka sıralardan gelen yüksek tonda horultuya bakılırsa, gerçekten de meditatif etki taşımakta...

4 Nisan 2009 Cumartesi

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali 1. günü, "abla" üç film görür: Evlilik Sınavı, Genç Kız Pınarı ve Acı Süt

Festival programı belli olur olmaz sıkı biçimde çalışıp, görmek istediği 50 filmlik listeyi kızkardeşine postalayan "abla", erkeklerin zulmünden -az da olsa- kurtarmak için enselerine Vıcks sürdüğü dişilerin acıklı feryatlarının yankılandığı, kedilerarası Mart şenliklerinin son hızla sürdüğü verandasını geride bırakıp, Nisan'ın ikinci günü, fıstık yeşili yer, puslu yağışlı gri gök arasında mahmur bir yolculukla, İstanbul'a yollanır.

Festival arifesi, bereketli cuma günü, onpunto'dan yazışıp kaynaştığı bir arkadaşıyla tanışıp denize bakarak kahvaltı ve duygu alışverişi yapan "abla", el yapımı kutular yapıp yolladığı müşteriden dosta evrilmiş hanıma, ardından, okuduğu spritüel kitaplar taşıdığı ama yargılarını aşamadığı bir başka arkadaşına uğrar, arada emlâk vergisini yatırır, bir koşu hastaneye uğrayıp tahlil sonucunu alır.

Festivalin ilk günü, ilk filmi, "abla"nın gözünün bebeği Emek Sineması'nda: Yarışma Dışı bölümden, 2008, İngiltere yapımı Evlilik Sınavı: Yönetmen Stephan Elliott, oyuncular Jessica Biel, Colin Firth, Kristin Scott Thomas... Eski günlerin debdebesini, sürek avı, yılbaşı balosu vs. ile sürdürmeye çalışan, ekonomik gücünün sonuna dayanmış İngiliz aristokrasisinin ortasına düşen akıllı, yaşama bağlı, sevgisinin derinliği yaşam tarafından sınanmış Amerikalı gelin ile tutucu kayınvalidenin, her biri klinik birer vak'a görümcelerin, savaş sonrası birliğinden kimseyi sağ geri getirememiş olmanın acısını aşamamış alaycı kayınpederin, kısa süreli, herkesin -elbette kendi çapında- aydınlanmasıyla sonuçlanan ilişkisini, son derece esprili olaylarla anlatan film, laser alt yazılı; "abla"ya kalırsa üç vakte kadar vizyona girecek filmlerden...

Atlas Sineması'nda Asiler, Azizler, Aşıklar bölümünden bir Ingmar Bergman filmi: Birgitta Pettersson, Max von Sydow...'un oynadığı, yönetmenin, görüntü yönetmeni ünlü Sven Nykvist ile ilk büyük çaplı çalışması Genç Kız Pınarı: İsveç 1960 yapımı siyah beyaz film, Paganlık ile Hıristiyanlık arası zamanda, 13. yüzyılda, kızına tecavüz edip öldüren adamları cezalandıran, kızın cesedini buldukları yerde kaynayan pınar kıyısında Tanrı'ya, cinayet işlediği elleriyle "...taştan ve kireçten bir kilise yapmaya..." söz veren babanın, bir halk şarkısına dayanan öyküsünü anlatır. Katillerin, öldürdükleri kızın değerli giysilerini satmaya çalıştıkları anası, çocuğunun başına geleni anladığında hiç sesini çıkarmaz, "kocama giysilerin kaç para edeceğini sormalıyım" der, çıkar, adamların uyuduğu yerin kapısını sürgüler. Hamamın ısıtılması talimatı verip kızgın taşlara dökülen suyun buharında, bedenini, sabaha karşı kestiği huş ağacı dallarıyla -Fin Hamamı geleneğince- döven baba, katillerin uyuduğu barakada şafağa kadar bekler ve sonunda onları tek tek öldürür. Etkileyici, güzel, özel bir film...

Cadde'de yeni bir sinema Yeni Rüya'da, Dünya Festivallerinden bölümünden, Magaly Solier, Marino Ballon, Susi Sanchez...'in oynadığı, "abla"nın önceki festivalden unutamadığı Madeinusa'nın yönetmeni Claudia Llosa'nın çektiği, İspanya Peru 2oo9 yapımı Acı Süt. Kendisine hamileyken tecavüze uğrayıp, kocasının öldürülüşüne tanık olan annesinin ölümü ardından, kendisini "iğrenç insanların tecavüzünden, ancak vajinasında taşıdığı, rahminin iltihaplanmasına neden olan, arada filizlerini makasla kestiği, iğrenç patatesle" koruyabileceğine inanan, anasının acı sütüyle beslenip, korkuyla büyümüş çok yoksul Fausta'nın fantastik görünen hüzünlü öyküsü, "abla"yı en az Madeinusa kadar etkiler.