25 Ağustos 2009 Salı

"Abla" poyraz günlerinde üç film görür: Immortel Kadın Tuzağı, Şantaj, Miss Potter

On gün önce başlayıp, küçük kız kardeşin, "abla"nın yaz kış oturduğu yazlık evin, ne derece yazlık olduğunu sorgulamasına neden olan poyraz günleri boyunca, gündelik yürüyüşlerini de kaytaran "abla" evde, pek verimli bir dönem yaşar.

Çoktandır el atmayı düşündüğü projelerinden birini hayata geçirir, KutuMutu günlerinden miras kesilmiş kağıtlarla, renkli parça kürkleri birleştirerek küçük defterler yapar. Kapağa, yapıştırmadan burun yeri kesmeyi ihmâl etmediği krem rengi deri parçalarından yüzler keser, Tahtakale'den aldığı "hazır göz"lerden ikisini burnun sağına soluna kondurur, yapışkanlı kırmızı kağıttan kestiği kocaman kırmızı dudağı burnun altına yerleştirir, renkli kürkleri de saç niyetine kullanır. Küçük kız kardeşinin, teki kaybolmuş, taşı düşmüş, modası geçmiş küpelerinden saça uygun renkte olanını da kulaklar hizasına tutturur. Patlak gözleriyle ciddiye alınmayı bekleyen bir ifade kazanan portreyi taşıyan kapağı, araya koyduğu 33 adet beyaz kalın kağıt ve alt kapakla birlikte, dört deliğinden geçirdiği plastik kırmızı şeritlerle bağlar, naylonla ambalajlar.

"Abla" arada, hemen hergün "...site içinde çok küçük yaşta çocukların ve gençlerin hızlı ve tehlikeli bir biçimde motorsiklet ve araba kullandıkları, üzücü bir hadiseye meydan vermemek için anababaların..." dikkatinin çekildiği anonsların pek fayda etmemesi üzerine, zamanında "yakışmadığı" düşüncesiyle iptâl edilen "hız kesici tümseklerin yeniden konması" kararının alındığı yönetim kurulu toplantısına katılır. Gündemde tuttuğu yere bakılırsa köpekseverler ile köpektenkorkanlar arasındaki mücadele sürmektedir. Yönetim Kurulu'ndan bir bey, "sahipli köpeklerin çok azının sahibi, kakaları için yanında poşet taşıyor maalesef..." der, "...başıboş köpekler için de geçen kış İstanbul'dan dört tane kapan almıştık ama bazı ortaklarımız yakaladığımız köpekleri salıverdikleri gibi iki kapanımızı da yok ettiler, bulamıyoruz, bayağı da bir paraydı hani..."

Poyrazda, evinin olduğu koy çok dalgalı olduğundan denize gir(e)meyen, senbilirsinabla posta adresinde hüküm süren büyük sessizlik yüzünden de yazma hevesini kırılan "abla"nın artırdığı zaman, kitapla doldurulacak gibi değil... Televizyon bir gece gerecidir alışkanlığıyla büyüdüğünden gündüzleri, defter projesine ilâveten, Volga gezisinde St. Petersburg'dan aldığı ham matruşkaları boyayan, minik iyidilek kartlarına yıldız ve nazarboncuğu işleyen "abla", kızından aldığı DVD'ler dahil, film izlemek için geceyi bekler.

2005'te, yaşamını sadeleştirmek, hızını düşürmek ve kendi hakkında düşünmek üzere yazlık eve göçerken, küçük kız kardeşinin doğum günü hediyesi 100 TL'ye Digitürk aboneliği, bugünlerde üç otuz paralara düşmüş, dağıtılır olmuş ise de, kadın kahramanları konuşan aynı dublaj sanatçısı kadının katlanılmaz hâle getirdiği ve artık neredeyse "abla"nın tamamını izlediğini filmlerde bir sürpriz yok... Derken, Moviemax'te Şantaj (Deception):

Gece yarısı, karanlık bir ofiste çalışan Ewan McGregor, bitişik ofisten, karizmatik Hugh Jackman tarafından ziyaret edilir. Yönetmen Marcel Langenegger'in ilk filmi Şantaj, ölçülü biçili, tarifeye uygun üretilmiş bir gerilim; sahtekârın kız arkadaşını kullanarak saf muhasebeciyi faka bastırdığı klişe, muhasebecinin hiç de göründüğü kadar saf olmadığı bir diğer klişe, kızın -Michelle Williams-, saf muhasebeciye duyduğu "saf"aşk klişe, son dakikada, nasıl olur bilinmez, bu ikisini bulup "kötü" adamı vurup sevdiği adamı kurtarması klişe, yetmezmiş gibi finalde de parayla saadet olmaz klişesi... Kızın ve Charlotte Rampling'in de içinde olduğu özel seks grubu ile ilgili bölümün konuyu bulandıran gereksiz uzunluğu, şiddetten hoşlanmadığını söyleyen kötü adamın, "zekî" bir sahtekârdan, anlamsız biçimde, evrim geçirerek psikopat katile dönüşmesi... Filmin künyesiyle ilgili araştırma yaparken bir yerlerde Alfred Hitchock yapıtlarıyla karşılaştırmaya rastlamasa, gerilim sinemasının ustası Alfred Hitchcock'un ateşli hayranlarından "abla" "yazık yitirdiğim zamana..."
dışında bir şey demeyecek, bu film hakkında tek satır yazmayacak...
"Abla"nın geçen kış film festivallerinden biri arasında sıkıştırıp gezdiği Yapı Kredi sergisi Enki Bilâl'in, iki çizgi albümünden ürettiği, yönettiği filmi Immortel, Kadın Tuzağı, DVD'den: Linda Hardy, Thomas Kretschmann, Charlotte Rampling...'in oynadığı filmde, gerçek oyuncular arasına giren animasyon bölümleri, giysi, çevre, karakter tasarımındaki muhteşem hayâl gücünü çok beğenir kardeşler; Digitürk'te sürekli dublaj faciaları yaşayan "abla"ya göre filmin büyük başarısı, seslendirmenin mükemmelliğinden de gelmektedir. Bilimkurgu'dan hoşlanan herkesin arşivine koyup arada bir izleyebileceği, durdurup her planını incelemek isteyebileceği güzellikte bir çalışma...
20:45'e koyduğu birbirinden güzel filmlerle "abla"nın "has kanalı" olmaya aday TV8'de Miss Potter: Yönetmen Chris Noonan, oyuncular yüz, ağız ve çene mimikleri başlarda pek abartılı Renee Zellweger, Şantaj'daki acıklı kompozisyonun tamamıyle dışında, içten, güzel oyunuyla sevilesi Ewan McGregor, Barbara Flynn, Bill Patterson, Lars von Trier'in Dalgaları Aşmak filminden muhteşem Emily Watson... Tüm zamanların en çok satan çocuk kitabı listesinde 23 kitap yazıp resimleyen Beatrix Potter'in, çalışmalarının animasyon teknikleriyle aktarıldığı, 1900'lerin başındaki yaşamı. Dünyanın tanıdığı kızını tanımayı reddeden annesinin ve günün değer yargıları ile mücadele ederken yayıncısı, nişanlısını yitirdiği halde yaşamını anlamlı kılma çabasını yitirmeyen Miss Potter dirençli, güçlü, kararlı tavrıyla, "abla"da, araya giren ille de fesli, davulculu... onlarca Ramazan konulu reklamla dahi zedelenmeyen, derin bir etki bırakır.

On gün sonra, öğlen, bir saatliğine mola veren poyrazın jesti üzerine koşarak denize giren, mayosunu asarken yeniden coşan havaya bakıp kendisini kutlayan "abla", toplarken Harley Davidson'uyla pide almaya giden komşu oğluna bakıp her akşam gümbürtüyle patlayan top sesiyle ilân edilen iftarın yaklaştığını anlar. İçeri girer, yazısını son kez okuyup bağlarken aklına bir soru takılır; DVD'den, ardından reklamlarla bölünmesine aldırmaksızın, "uydu anteniyle de izlenebilen kanallardan film izleyeceksem..." diye düşünür, "...ne diye her ay para ödemeli ki?"

12 Ağustos 2009 Çarşamba

"Abla" çoktandır gönlünde yatan Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı'nı görür, bayılır!

Bir Milyon Kalem'deki editörlerinin başını çektiği 33 okul, 3003 öğrenci başlıklı Balıkesir Dursunbey odaklı kampanya için kalem, defter, boya kalemi alışverişi yapmak üzere Burhaniye girişindeki alışveriş merkezine yollanan "abla", gelmişken.. deyip sinemaya göz atar: 16:00'da, Buz Devri 3!

Yaz kış yaşadığı yazlık sitenin, yazlık sinemasının, akşamüstleri dolanıp duran arabasındaki genç oğlanın, birkaç akşam önce "Yalnız bir gösterim için, senenin en güzel çizgi filmi saat ondaaa, Işık Sineması'ndaaa..." anonsuyla duyurduğu; görmek istemesine karşın, gece 22:00'ye dek bekleyip, yatma saatinde evden 45 dakika yürüme mesafesinde olma fikri ters geldiğinden kaytardığı Buz Devri 3!

Bütçesine bakarak, 10 öğrenci çapında ve bir diğerinin kalbinin kırılmasına neden olmayacak seçimlerle yapmaya özendiği alışverişi koyduğu torbayla Karınca Deresi üzerindeki köprüden geçip postaneye ulaşan "abla", kargo servisinde pek de mutlu görünmeyen genç kadın görevlinin yardımıyla kolilediği paketi bırakır; yine Karınca Deresi'nin geniş, boş, kuru yatağı üzerindeki köprüyü ters yönde geçer, 16:00 seansı için biletini alır, kışın tek kişi girdiği salonunun bu kez 6. müşterisi olarak yerini alır.

Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı,
yönetmen Carlos Saldanha; Tümü çok başarılı Türkçe dublajlı filmin en karakteristik sesi, kaplan Diego'yu seslendiren Halûk Bilginer. Amerikan aile değerleri formatındaki mamut karı-koca Manny ile Ellie bebek beklerken, dişlek seslendirmesi muhteşem Sid, bir mağara derinliklerinde bulduğu üç dinozor yumurtasını nüfusuna alır. Anne dinozor bebeklerini geri almaya kalkışınca, mecara, -bu defa- yukarıya bir dinozor iskeletiyle bağlı kayıp yeraltı dünyasında devam eder. Görmüş geçirmiş, gözünün tekini bu yolda feda etmiş gelinciğin yardımıyla binbir bela atlatır, bebek mamut Dünyaya gelir, sonunda ekip biraraya gelir ve salimen yeryüzüne dönerler.

"Abla" en çok, Tarsem Singh'in bir önceki sinema festivalinde gördüğü, muhteşem tanımını anlamsız kılan görselliğiyle The Fall filmindekini hatırlatan, buzdaki kırıktan -aynı leke ile- kırık yumurta kabuğuna geçişini; palamut peşindekilerin, üzerinde oldukları kayanın, parçalarının aralıklı düşüşü ile füze biçimi yükselişini, tango sahnesini, taş vadinin tüm çizimlerini, üzerinde uçtukları kuş bayıldığında, gözünün, kontrolü yitirilmiş uçağın kadranlarından biri gibi dönüp durmasını... çok beğenir.

Çıkışta, Burhaniye'den çıkan son servisle yola koyulurken, çocuklar için birşey yapmış olmanın mutluluğu yanında "abla", içindeki çocuğu da eğlendirip gönlünün ışıldamasını sağlayan güzelim güne içtenlikle teşekkür eder.