4 Mayıs 2010 Salı

"Abla", biri paralı kanalda, diğeri sinemada iki muhteşem film izler: Zaman Yolcusunun Karısı ve Beyaz Bant

2009 ABD yapımı Zaman Yolcusunun Karısı: Yönetmen Robert Schwentke, oyuncular Eric Bana, Rachel McAdams... Audrey Niffenegger'in çok satar kitabından uyarlanıp, "aşk beklemeye değer" klişe sloganıyla pazarlanan bilimkurgu dram, aşk öyküsünden çok zaman kavramını didikler niteliktedir. Ne zaman, hangi şartlarda, nasıl olacağını bilemediği/kontrol edemediği nöbetlerle -giysisini geride bırakarak eriyip yokolarak- zaman içinde savrulurken, -sonunda- öldürücü yara aldığı kırda dostluk geliştirdiği, kendisine âşık olan küçük kızın -büyüyüp karşılaştıklarında- rehberliğiyle yalnızlıktan kurtulan, aşkla bağlanıp evlenen, eşinin iki düşük yapması üzerine kendini kısırlaştırmasına karşın, dönüşlerinden eski tarihli birinde neden olduğu hamilelik sonucu sağlıklı bir kız bebek babası olan adamın; ölümünden sonra, geri dönüşlerinden birinde, kendisini tanıyıp seslenen, -yerini ve zamanını kontrol edebildiği yolculuklar yapan zaman yolcusu- kızının ve ne zaman öleceği bilinen, büyük sükûnetle vedalaşarak uğurlanan, ölümünden sonra da bir öpücük boyu ziyaretler yapabilen, bir görünüp bir yokolan bir adamı sevmenin nasıl bir şey olabileceğini doğru anlatan zaman yolcusunun karısının öyküsü, "abla"ya kalırsa, zamanın bir tasavvurdan ibaret olduğu, insanı sevginin yörüngede tuttuğu hatta ölümsüzleştirdiği fikri üzerine, -küçük bir çocukken annesini kaybettiği kazada, kendisini teselli ettiği tuhaf bölüm dışında- savı güçlü, üzerinde uzun uzun düşünülesi, çok güzel bir film!

Emek Sineması'nın
-şimdilik son- icraatı, Ekim 2009 Filmekimi gala filmlerinden, 2009 Almanya-Avusturya-Fransa yapımı Beyaz Bant: Yönetmen Michael Haneke, oyuncular Ulrich Tukur, Christian Friedel, Leonie Benesch, Ursina Lardi, Michael Kranz... "Faşizmin ayak seslerini haberleyen..." diyerek tanıtımı yapılmışsa da, Birinci Dünya Savaşı az öncesinde, tutucu küçük bir köyde yaşananları anlatan film "abla"nın fikrine göre, bilincin, değişip evrilerek dönüştüğü, çok özel zaman devrelerinden birinin başlangıcını anlatan, muhteşem bir film!

Tanrı'nın temsilcisi
sert, hoşgörüsüz peder, "kuzuları"na manevî dehşetler salarak onlara hükmederken, baron, açlıkla korkutarak, emeklerini sömürmeyi sürdürür; baba, doğal hakkını kullanarak kızının cinselliğinden faydalanırken, erkek egemenliği, izleyicinin, "bu insanlar bunca trajediyi nasıl kaldırabiliyorlar?" diye sorduğu bu noktada, kaba algının, yerini daha incelikli algıya bırakmaya başladığı -bilincin dönüşümüne rastlayan- o olağanüstü zaman parçalarından birinde, alttan alta, yavaşça sorgulanmaya başlanır.

Kanlı gerilime hiç iltifat etmeyip
"kan görmek istesem mezbahaya giderim!" diyen "abla"nın fikrine göre, çok beğendiği gerilim ustası Hitchcock, anlaşılır, izlenebilir güzelim öykülerini anlatırken izleyici gerilse de, olaya güvenli bir mesafeden bakar. Haneke, özenle belirsiz kalır, şiddetin anlamı, dayanağı yoktur, izleyici diken üzerinde otururken -Ölümcül Oyunlar'daki gibi- "bunun bir film olduğuna dair" uyarılsa da, öylesine işin içine çekilmiştir ki, uyanmayı reddeder. "Abla"ya kalırsa, Haneke, bu noktada Hitchcock'un seslendiği, insan doğasının karanlık yanın bir alt tabakasına inmeyi, oradan kanırtmayı mükemmel biçimde başarmıştır.

İki kere,
akla zarar "Tabii ki de!" ifadesinin geçmesi yetmezmiş gibi, siyah beyaz filmin, kar, tarla türünden tümüyle açık zemin üzerine serilen, laser beyaz altyazısı, Haneke'nin yarattığı gerilimi katlayarak, öğretmenin anlattığı öykünün güme gitmesine neden olur! "Abla", eskiden altyazıların siyah incecik konturları olduğu, her ahvâl ve şartta rahatça okunduğu zamanları hasretle anar, görünmeyen altyazıyı okumaya çabalarken, geniş koltuklara yayılınca kendilerini evlerinin salonunda zannederek yanındakiyle sohbete dalan, haşır huşur birşeyler yiyen arka sıranın desteğiyle, atmosferiyle muhteşem film, giderek katlanması zor bir zahmete dönüşür. Öyle ki, kızıyla, uzun zamandır yaşamadıkları türden gerilim, zıtlaşma ve atışma yaşayan "abla", geceyi göğsünde, kalbini yaran gümüş bir hançerin, son kötücül kaygı, korku, nefret, öfke benzeri tortuları akıttığı imgesiyle, ağrıyla arınarak geçirir.