19 Ekim 2010 Salı

"Abla"nın, "enerji dozu" ardından: Ekim Cumartesisi, Pazarı, Pazartesisi ve Salısı

Mayıs'ta kızının, anneler günü ve doğum günü hediyesi olarak aldığı -mor- enerjilere, hazır Filmekimi'ne gelmişken, deyip bir doz daha ekleyen "abla", sonraki günlerde yaşadığı harika deneyimi anlatır.

Düzenli okurunun acı macerasını bildiği
Naciye Hanım'ın, katıldığı ilk meditasyon deneyimi izlenimini "abla"ya aktardığı kahvaltıdan sonra, iki kadın yakındaki markete gider, kıza ve damada pişirmek üzere sebze alışverişi yaparlar. Ertesi akşam Kuzey Ege'ye, evine döneceğinden durakta vedalaşırlar, "abla" minibüse biner, Şişli'de Cumhuriyet Gazetesi'nin sokağında iner.

Gazete okumayıp, haber izlemediği son
beş yıl öncesinde, sadık okuru olduğu Cumhuriyet Gazetesi önündeki çelenk ve hüzünlü insan kalabalığı dikkatini çeker; güvenlik görevlisinden, -anneannesiyle aynı tarihlerde, mübadelede Hanya'dan Çanakkale'ye göçen annesi Fatma Hanım tarafından hemşehrisi saydığı- Deniz Som'un vefatını öğrenen "abla" üzülür. Hayatın herşeyden çok geçici, hayattan alınan derslerin ise kalıcı olduğunu bildiğinden yüreğindeki üzüntüye gömülmez, güzel, serin Ekim Cumartesisi'nde Rumeli Caddesi'ne yönelir.

Taksim'e çıkmak üzere teleferiğe binmeden, elyapımı kutularını yaptığı takı tasarımcısı hanımın dükkânına uğrar; el, hayâl ve kalp kırıklığı üzerine acı bir deneyim dinler,
empati kuran yanının kontrolü ele geçirmesine izin vermez, kapılmaz.

Çok eğlenceli bulduğundan, İstanbul'a her gelişinde ne yapıp edip,
hiç değilse bir rotasını teleferik bağlantılı çizen "abla"nın, -değiştirileceğini, damattan da değişim sırasında içinde kalan miktarın sahibine ödenmediğini öğrendiğinden- yükleme yapmadığı Akbil'i, turnikede bildik berbat sesle durumu ilân eder. Ne yapacağını kestiremeyen "abla"nın "kimse var mı, bakar mısınız?" seslenişine telâşla koşan görevli, -kimbilir ne düşünüp neden ürkerek- hattı durdurduğunu söyler, "böyle anî durdurmalarda, sonradan arızalar oluyor" diyerek gözdağı vermeyi de ihmâl etmez. Görevlinin çıkışması, "abla"nın neşesini gölgelemez.

Bir sonraki sınavda
da, kendince yüksek performans gösteren "abla", dönüşünü açık aldığı -bir ihtimal, işi bitti deyip geliş biletiyle çöpe attığından gösteremediği- bilete, işlem yapamayacağını bildiren, -bilgisayar kayıtlarına bakarak sorunu çözebileceğini düşündüğü- görevliye öfkelenmez. Önüne uzatılan formu doldurur, puanlarıyla dönüş biletini alır; bir zamanların şanlı, harlı "abla" öfkesine teğet geçen minik aksiliklerle döşenmiş yolu üzerindeki bir sonraki hedef Beyoğlu Sineması'na yollanır.

Venedik ve Altın Koza'dan ödüllü, 2010 yapımı
Çoğunluk: Yönetmen Seren Yüce, oyuncular Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra, Nihal Koldaş, Erkan Can, Feridun Koç... Küçük kızkardeşiyle izeyip, çok beğendikleri film, "abla"yı kötümserliğe sürüklemez. Emsali akranları gibi Mertkan, ev içi şiddetin muhteşem örneği, elbette iyiliğini düşünerek, oğlunu temelsiz düşmanlık duygusuyla yükleyen babasıyla, duyarlılığını çevresine yayamamış annesi arasında sıkışıp pes ederek yaşamla ilgili sorumluluklarını yüklenmeyi reddetmiş, kendisinden güçlü gördüklerinin "oğlum bak şöyle yapmalısın, böyle etmelisin, ...meli, ...malı"larına kendini bırakmıştır. Kendisi hakkında hiç fikri yokken, bilinen -askerliği geciktirmek üzere Açık Öğretimde okumak, sadece "çakmak" amacıyla kız arkadaş edinmek türünden- kalıpları tekrarlayarak yaşayıp giderken -son zamanlarda ille her filmde şakır şukur mastürbasyon sahnesiyle resmedilen abazanlığın da ağırlığıyla-, yakışıklı bir koca bulup evlenmek hayâlini safça ortaya koyan Doğulu kızın ilgisinden etkilenir. Oğlanı sıkmamanın ilişkinin selâmeti için zorunlu olduğunu düşünen ve buna göre, -kökeni dolayısıyla taşıdığı riski gözardı ederek çok fedakâr, verimkâr- davranan kızla buluşur ama, ailesinin bile tanıdığı kız, arkadaşları arasında çingene diye anılmaya devam eder.

Babanın net tavrı üzerine, duygularını soruşturduğu oğlundan, beklediği belirsizliği gördüğünde,
-"abla"nın, oğlunun duygusal tepki vermesi durumunda babayla kıran kırana mücadele edebileceğinden şüphelendiği- anne, "beni babanla uğraştırma" diyerek çoğunluğa katılır.

Küçük kızkardeşinin ısrarlı önerisi üzerine
Aksanat'ta izledikleri, savıyla, sahnelenişiyle pek güzel oyun Şeylerin Şekli'nden tanıdık Bartu Küçükçağlayan Mertkan, film boyunca iki kez, doğru, iyi, güzel'e ulaşma fırsatı yakalar: Sarhoşken arabasına çarptığı, babasının bürosundan tekme sille tokat atıldıktan sonra çay içerken gördüğü taksi şoförüne -"abla"nın çok beğendiği Takva'nın muhteşem Muharrem'i Erkan Can- baktığı birkaç dakika ile Gebze'deki şantiyede akşam yemeği yediği kebapçı önünden geçerken, kendisine başıyla selâm veren Kürt ameleyle bakıştığı kısacık an.

Çıkışta kardeşiyle,
"ne mal olduğumuzu yüzümüze vuran filmlerden" diyerek sınıfladığı film; düşmanlık, hayâlkırıklığı, engellenmekten doğan öfkeli oğula babanın sağladığı "emanet", olacaklarla ilgili hiç umut vermese de, hayatta, sebeplerine bakarak, herşey tam olması gerektiği gibi olduğu fikrine varalı nereye varır bunun sonu kaygısını terkettiğinden, "abla"da hiç umutsuzluk yaratmaz.

Gün boyu sınandığı, baktığında koordinatlarını beğendiği güzel Ekim Cumartesisi, akrabalarla sevgi dolu buluşma ardından,
"eflâtun"a, "bilmemkaç" olduklarını söyledikleri korsan taksiyle evlerine, yarı bedelle ulaşmalarıyla sona erer.

Ertesi gün, günlük güneşlik Ekim Pazarı, kızkardeşler bu kez bir Godard filmi izlemek üzere
Pera Müzesi kapısında buluşurlar. Fransa-İtalya, 1961 yapımı Kadın Kadındır: Yönetmen Jan-Luc Godard, oyuncular Jean-Paul Belmondo, Anna Karina, Jean-Claude Brialy, Henri Attal... Striptizci Angela, birlikte yaşadığı Emile'den bebek ister ama Emile'in buna gönlü yoktur. Ayaklarını silkeler yatağa girerler, konuşurken küser, kalkar kitaplığa giderler, isimleri elle kapatarak ürettikleri sözlerle birbirlerine sataşırlar. Arkadaşları Alfred bebek yapma işine çok heveslidir ve üzerine düşeni de yapar ama çift birbirlerini sevdiklerini farkeder, biraraya gelirler.

Oldumolası Godard filmlerini
"zor" bulan "abla", bu kolay izlenen, eğlenceli müzikâl filmden memnun çıkar; yönetmen ile Truffaut filmlerine şirin göndermeler, kafede Jean-Paul Belmondo'nun, bu filmlerden birinin oyuncusu Burt Lancaster için "arkadaşım olur" deyip, dönüp kameraya sırıtışı... sinemanın gişe kaygısıyla çatılmış kalıplarının olmadığı zamanlarda yapılan filmlerin, ayrı bir tadı olduğunu düşündürür. Angela'yı "şımarık" bulmasının, genlerine işlemiş kadın değersizliği'nden kaynaklanıyor olabileceğini farkeden "abla", bu farkındalığın altını usulca çizer.

Karanlık, ıslak Ekim Pazartesisi sabah 5:30'da,
tufan provası yağış eşliğinde Kuzey Ege'deki evine varan "abla", bir sonraki gün, lodosun nazikçe üfürdüğü ılık Ekim Salısı denize girmeyip yazı yazdığı için suçluluk duymaz, kendisini mutlu eden yazma eylemi sırasında, kendisini bir sonraki iş(ler)i planlarken ya da birşeyler kaçırıyormuş paniğine kapılmış bulmaz. Ve verandada, kendisine koliden ev yapan, önüne mama, süt, haşlanmış yumurta koyan, sulandırılmış İsveç Şurubu'yla ıslatılmış pamukla sık sık sümüklerini silen "abla"nın, kucağı için cayır cayır bağıran bebek kedi, vicdanını rahatsız etmez.

Koordinatlarının yerleştiği tüm bu
yeni iyilik noktalarının, bakışının, -taaa uzaklara dek pırıl pırıl görüş sağlayarak- keskinleşmesi gibi, ruhunun da, -doğru-iyi-güzel seçimlerle, suçluluk duymaksızın dengede kalabilmesini sağlayan- becerilerinin arttığını gözlediği muhteşem zamanın, enerji aldığı günler sonrasına denk geldiğini sevgiyle saptayan "abla" sevinçle, epeydir alamadığı kadar deriiiin bir soluk alır.

14 Ekim 2010 Perşembe

Filmekimi 2010 son günü "abla", iki film görür: Herşey Güzel Olacak, Montpensier Prensesi

Danimarka-İsveç-Fransa, 2010 yapımı Herşey Güzel Olacak: Yönetmen Christoffer Boe, oyuncular Jens Albinus, Igor Rado, Marijana Jankovic... Jeneriği maketler üzerinden akan filmin kahramanı, -yine- maket etkisi uyandıran yarı net görünümlü binalarla örülü kent manzaraları önünde, dehşet ve panik duygusuyla koşar durur. Cumaya dek bitirmesi gereken savaş filmi senaryosu ile, evlât edinme mevzuatı arasında sıkışmışken, gönülden benimsemiş göründüğü "hiçbir işi becerememe" korku/kaygı/baskısıyla, gecenin geç bir saatinde genç bir adama çarpan Falk, adamın çantasındaki işkence kanıtı fotoğrafların ve günlüğünün medyaya yansıması için canını dişine takar. Laser altyazılı, çok güzel polisiye, siyasî, psikolojik gerilim, Falk'ın derinleşen paranoyasıyla giderek puslanır; öyle ki "abla" film çıkışı, bir gün önce ahbap olduğu sinemasever genç hanıma, herşeyin Falk'ın suçlanma korkusu ile şahlanan hayâlgücünden kaynaklanıyor olabileceğinden şüphelendiğini söyler.

Fransa-Almanya, 2010 yapımı Montpensier Prensesi: Yönetmen Bertrand Tavernier, oyuncular Melanie Thierry, Lambert Wilson, Gaspard Ulliel... Bir ustanın elinden güzel bir tarihi film: 16. yüzyıl Fransa'sında aynı kadına âşık -kralın kardeşi dahil- dört erkek ve özellikle saray çevresinde kontrolden çıkan entrika... Gerdek gecesi, perdeleri çekili yatağın yakınında, çarşafı görünceye dek beklerken satranç oynayan babalar gibi, giderek, inandırıcılığı artıran ince ayrıntının sergilendiği tarihi filmlerden birini daha görmüş olmaktan memnun "abla", Filmekimi 2010'u iyi duygularla kapamadan önce, reklam filmlerini değerlendirir, bir de yıldız listesi yapar.

Reklam filmlerinin galibi, 18 kez izlediği, hiç rahatsızlık duymadan bir 18 kez daha izleyebileceği, sevimli GSM operatörü reklamı olur.

Yıldız listesini yaparken laser altyazılı olanlardan bir derleme yapmakta hiç zorlanmayan "abla", gördüğü filmlerden en beğendiği altı filmi, şöylece sıralar:

Aşka Fırsat Ver

Mezara Kadar

Sihirbaz

Ağaç

Chatroom

Herşey Güzel Olacak

13 Ekim 2010 Çarşamba

Filmekimi 2010 altıncı günü "abla", üç film görür: Ağaç, Chatroom, Aslı Gibidir

Fransa-Avustralya, 2010 yapımı Ağaç: Yönetmen Julie Bertucelli, oyuncular Charlotte Gainsbourg, Marton Csokas, Morgana Davies... Arabanın kasasında giderken tarlaya daldıklarında şaka yaptığını sandığı babasının kalp krizi geçirip ölmesi üzerine, üç erkek kardeşi ve eşine âşık annesinden fazla sarsılan Simone, 15 yıldır oturdukları kır evi önündeki devasa ağaca sığınır, oradan, ölmeden az önce kol saatini kendisine veren babasıyla iletişime geçer. Az zaman sonra anne, kızına katılırsa da, kocasının ölümünden sekiz ay sonra ağacın altüst ettiği kirli ve temiz su tesisatı için yardım almaya gittiği kasabada, hem iş bulur, hem de sevgili edinir. Oğlanlar duruma uyum sağlarlar ama Simone, babasının anısına katı biçimde bağlıdır. Ağacın dallarından biri, evin üzerine yıkılp bir kısmını yıktığında, babasıyla özdeşleştirdiği ağacın kesilmesini engellemek üzere, yiyecek stokladığı ağaç kabinde eyleme başlar. "Abla", filmin sonunu yazdığından şikâyet eden kızkardeşinin uyarısını gözönüne alır, laser altyazısı döşenmiş, vizyon sırası bekleyen bu güzelim film hakkında, "görmeye değer"den fazlasını yazmaz.

"
Abla"nın ikinci filmi, Halka 1-2 ile pek beğendiği Karanlık Sular'ın yönetmeninden; İngiltere, 2010 yapımı Chatroom: Yönetmen Hideo Nakata, oyuncular Aaron Johnson, Imogen Poots, Matthew Beard... -Bir önceki festivalin güzel filmlerinden Nowhere Boy'un John Lennon'ı- Aaron Johnson'ın canlandırdığı etkileyici William, oluşturduğu küçük grubunda, zayıflığını keşfettiği Jim'i, daha önce benzerlerini yaptığı biçimde, empati kurmuş gibi yaparak intihara sürüklemeye çalışır. Diğerleri, William'ın, meslekî kariyerini riske soktuğu Eva, ailesine karşı küçük çaplı şiddete azmettirdiği Emily, sevdiği kızın ağabeyinden dayak yemesine neden olduğu Mo, farkına vardıkları gidişi engellemeye çalışırlar. "Abla"nın bir miktar ürkerek gittiği; sanal ile realitenin uygun biçimde birbirine geçip ayrıştığı muhteşem anlatımı, chat odalarının kendilerine özgü duyguyu yaratan güzel tasarım/dekoru, gerilimi, aksiyonu yerli yerinde laser altyazılı film, Halka serisi izleyicisinden çok daha fazlasını salonlara çekecek nitelikte.

2010 Cannes En İyi Kadın Oyuncu Ödüllü, Fransa-İtalya, 2010 yapımı Aslı Gibidir: Yönetmen Abbas Kiarostami, oyuncular Juliette Binoche, William Shimell, Jean-Claude Carriere... Kitabının tanıtımına katıldığı İngiliz yazarın, daveti üzerine küçük sanat galerisine uğradığı güzel kadın, adamı, arabasıyla Toscana'da küçük bir köye götürür. Birlikte, kilisede birbiri ardına kıyılan nikâhlardan birine katılırlar, kadın, minik cafe'de servis yapan yaşlı kadından, adam da turist yaşlı adamdan öğütler alır. Akşama yakın, izleyicinin, 15 yıldır evli, birbirlerini sevmelerine karşın mutsuz, karı-koca olduğunu anladığı ikilinin, hikâyesinin, Kiarostami'nin anılarına dayandığını okuyan "abla", yükseldiği dönemde, ödüle boğulan İran Sineması'ndan bazısı zorlayıcı nice film izlemişliği vardır. Sinemanın, kadın erkek ilişkisinden, eşcinsel beraberliklerine ve duyarlılıklarına eğildiği bu zamanda, -takıntı derecesinde romantik kadın fikrine de sempati duymayışının etkisiyle- "abla" Aslı Gibidir'i ziyadesiyle eski moda bulur.

12 Ekim 2010 Salı

Filmekimi 2010 beşinci günü "abla", üç film görür: Aşka Fırsat Ver, Turne, Carlos

Fransa-Belçika, 2010 yapımı Aşka Fırsat Ver: Yönetmen Yann Samuell, oyuncular Sophie Marceau, Marton Csokas, Michel Duchaussoy... Marguerita'yı taşralı bulup adını Margaret'e çeviren, hırslı iş kadını 40. doğum gününde, -yedi yaşındayken yazıp, kendisine gönderilmek üzere köyün noterine bıraktığı-, hazineyi bulma, çocukluk aşkıyla buluşma türünden bir dizi talimat içeren, süslü zarfları açıldıkça içinden kalpler dökülen mektuplarını almaya başlar; balina veterineri, azize, prenses, düğün pastası aşçısı olamamıştır. İçindeki unutulmaya yüz tutmuş 7 yaşındaki kız, başarılı iş kadını Margaret'in durup, geride bıraktığı 40 yılına bakmasına, gördüğünden pek de memnun olmadığını anlamasına, çok geç olmadan yaşamını yeniden düzenlemesine yardımcı olur. Laser altyazılı film, -kendi içindeki yitik çocuğu çok uzun zaman sonra, yeni yeni bulduğundan- boncuk boncuk gözyaşı dökerek izleyen "abla"nın, vizyona girer girmez görülesi film sıralamasında -şimdilik- baş sırayı alır.

2010 Cannes En İyi Yönetmen, FIBRESCI Ödüllü
Fransa, 2010 yapımı
Turne: Yönetmen Mathieu Amalric, oyuncular Mathieu Amalric, Mimi Le Meaux, Kitten On the Keys, Dirty Martini... -Kelebek ve Dalgıç Giysisi filminden tanıdık- Mathieu Amalric'in yönetip başrolünü oynadığı film, Joachim'in, yıllar önce yeni hayat hayâliyle gittiği Amerika'dan, bir grup geçkin striptizciyle döndüğü Fransa'da yaptıkları gösteriler sırasında yaşadıklarını anlatır.

Fransa-Almanya, 2010 yapımı Carlos: Yönetmen Olivier Assayas, oyuncular Edgar Ramirez, Alexander Scheer, Nora Von Walstatten... Uluslararası terörist Çakal Carlos'un 1975-95 dönemi icraatını anlatan film, bu adamın yaşamı hakkındaki bilgilerde halâ karanlık kısımlar bulunduğu, filmin kurmaca gibi izlenmesi gerektiği uyarısıyla başlar. 1975'te Viyana'daki OPEC toplantısını Filistin davasına destek süsü vererek basan teröristlerin asıl amacı, Irak'ın yeni başkanı Saddam Hüseyin'in başlatmayı düşündüğü savaşa kaynak sağlamak amacıyla, Suudi Arabistan petrol bakanı Zeki Yamanî'yi ortadan kaldırtıp petrol fiyatlarına %30 zam yapabilmektir. Detaylı işlenen baskının enine boyuna anlatıldığı, rehinelerin oradan buraya taşındıkları sürede, bir ara DC 9'un pilotları, dinlenmek için uçaktan ayrılırken Carlos'un uzattığı elini sıkmazlar; bir kaç yıl önce olsa, pilotların davranışını çok onurlu bulup yücelteceğinden emin "abla", bu sahneyi, -herkesin kendi deneyimini yaşamak, öğrenmek üzere geldiği Dünya sınıfında, yapıp ettiklerinin, çok başarılı yıl sonu müsameresinde ortaya konan performanstan ibaret olduğu fikrine/bilincine varalı-, birinden ya da diğerinden yana ağırlık koymaksızın, yargılayıp aşağılamak/alkışlamaksızın, öylece izler.

Eylem sırasında uçakta,
farklı yol izleme kararı alan Carlos'a "devrim bu değil!" diye karşı çıkan Alman kadın teröristi alkışlayan izleyicinin tepkisine bakarak "abla", meraklısınca ayrı yere konacağına emin olduğu filmin, Fransızların uçağı geri istemeleri, Carlos'un liposuction merakı türünden komik yanları da var.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Filmekimi 2010 dördüncü günü "abla", üç film görür: Mezara Kadar, Hırsız, Ateşle Oynayan Kız

ABD, 2009 yapımı Mezara Kadar: Yönetmen Aaron Schneider, oyuncular Robert Duvall, Bill Murray, Sissy Spacek, Lucas Black... Camını taşlayan çocuklara yıllar boyu ateş eden Felix, kasabada herkesin, hakkında korkunç bir öykü bildiği biridir. Ormanda geçirdiği 40 yıl sonunda, elinde bir tomar parayla, kendisine, bir arkadaşının "yaşlılıktan" öldüğü haberini getiren pedere gider, kendisi için bir cenaze töreni istediğini söyler; anlaşamazlar. Konuşmaya tanık olan cenaze levazımatçısı çırağı Buddy ile kentliler gibi ölmeyi bilmediklerinden iflâsın eşiğinde patronu, bu yeni kurtuluş umudunu değerlendirmeye, Felix için, ödülü araziyle evi olan bir kur'a çekilişinin de yapılacağı, kendisi hakkında öyküsü olan herkesi anlatmaya davet ettiği bir cenaze partisi düzenlemeye karar verirler.

O ara, 40 yıl öncesinden bir sevgili oraya çıkar, -"abla"nın, Günah Tohumu, Carrie'den bu yana hayranlık duyduğu Sissy Spacek-, kadına, "seni görmeye geldiğimde, kardeşin annenle çamaşır asıyordu, yüzünü bana döndüğünde kalbim öyle çarptı ki... o ana dek bir kalbim olduğunu bile bilmiyordum" itirafında bulunan Felix, radyo programına katılır, kuzeye gidip ahşap kilisesini yaptığı pederi ziyaret eder daveti reddedilir, kur'a için toplanan paralar kaybolur; filmin sonunda yaşlı adam, giderek derinleşen sırrı, cezasını çektiğine karar verip itiraf edecek gücü bulduğunda, partiye katılan kasabalı kalabalığına açıklayacaktır.

Cenaze levazımatçısı-Bill Murray-nın neden olduğu çok hoş esprilerle gelişen, öyküsü kadar, işlenişi de güzel
laser altyazılı film, "abla"ya kalırsa, vizyona girer girmez memnuniyetle izlenecek.

2010 Diagonale En iyi Avusturyalı Erkek Oyuncu, En iyi Avusturyalı Kadın Oyuncu ödüllü, Avusturya-Almanya, 2010 yapımı Hırsız: Yönetmen Benjamin Heisenberg, oyuncular Andreas Lust, Franziska Weisz, Markus Schleinzer... Soygun girişimi yüzünden içerde Johann, koşu bandında, ufacık bahçede dört dönerek koşarken salıverilir. Özgür yaşamını, bir yandan banka soyarak, öte yandan maraton koşarak, rekorlar kırıp ödüller kazanarak sürdürürken, kendisini mutlu edemeyeceğini söylediği sevgilisi tarafından ele verilir ve takip başlar. Konusunu gerçek yaşamdan alan film, karın serpiştirdiği otoyol kıyısında, böğründeki yaradan sızan kanla, Johann'ın hayattan sızışına tanıklık eden sileceklerin hüzünlü gelgitinde, sevgilisiyle yaptığı son telefon/veda konuşmasıyla sona erer.

Her yaşamdan bir şeyler öğrenilerek tekâmüle ulaşıldığı fikrindeki "abla" düşünür,
"Johann, bu yaşamdan ne öğrenmiş olabilir?"

İsveç-Danimarka-Almanya, 2009 yapımı
Ateşle Oynayan Kız: Yönetmen Daniel Alfredson, oyuncular Noomi Rapace, Michael Nyqvist, Lena Edre... Japonya dönüşü, Millenium Üçlemesi'nden Ejderha Dövmeli Kız'ı izleyen "abla" için, üçlemenin ikinci filmi Ateşle Oynayan Kız'a, Filmekimi'nde rastlamak tam bir sürpriz olur. Bilgisayar ustası, asi, gizemli baş kadın karakter Lisbeth Salander, bu defa, kendi başına örülen -üç cinayet- çoraplarla uğraşmak zorunda kalır. İlk filmde dersini verdiği gözetmeninin evine, bir yıl sonra varıp, silâhıyla hizaya çekmeye çalıştığı adam, göçmen kızların suistimal edilişinin incelendiği tezin yazarı ve sevgilisi gazeteciyle aynı zamanda öldürülür. Parmak izlerinin Salander'i göstermesinin ardında, görünenden çok daha büyük ve eski bir neden vardır. "Abla" meraklısına, önce Ejderha Dövmeli Kız'ı, sonra Ateşle Oynayan Kız'ı izlemesini önerir.

Stieg Larsson
'un üçlemesinin ilkinde, sevgiye karşın dağılmış aile fertleri biraraya gelirken, ikinci bölümde, birbirinden nefret eden aile fertleri buluşur; "abla", üçlemenin üçüncü bölümünü şiddetle merak eder.

10 Ekim 2010 Pazar

Filmekimi 2010 üçüncü günü "abla", iki film görür: Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen? ve Jack'in Kayık Gezintisi

Dünya'nın, analogdan digital'e geçtiği çok önemli kozmik tarihlerden biri olan 10.10.10 müjdesini veren maillerini okuyup olumlamalarını yaparken kendini genişlemiş büyümüş hisseden "abla", serin, temiz sabahta, gelip kendisini alan arkadaşlarıyla buluşur; kahvaltı etmek üzere, -yaşamının en bunalımlı dönemlerinde hafiflemeye, küçük kızını kapıp kapıp gittiği, dolanıp sakinlediği Yıldız Parkı- Malta Köşkü'ne yollanırlar. "Abla" uzun zamandır uğramadığı parkı pek temiz ve bakımlı bulurken, giderek kalabalıklaşan köşkte, kahvaltı, zengin, temiz, lezzetli ve mâkul fiyatlı bulunur.

Kendi biletleri,
diğer Filmekimi salonlarından Maçka G-Mall'da olan sevgili arkadaşlarının, kıyamayıp Taksim'e bıraktıkları "abla", 13:30 seansı için Atlas Sineması'na yönelir.

ABD-Almanya, 2009 yapımı
Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen?: Yönetmen Werner Herzog, oyuncular Michael Shannon, Willem Dafoe, Chloe Sevigny, Udo Kier... Gerçek bir olaya dayanan filmin kahramanı, sabah kahvesine gittikleri komşularının evinde, gözleri önünde, önce bir elindeki baseball sopasını gösterdiği komşudan herşey olup bitmeden kendisini bununla öldürmesini ister, sonra diğer elindeki eski kılıçla, son sözleri "my son, my son, what have ye done?" olan annesini biçer. Nişanlısı ile, katili, yetenekli olduğunu düşündüğü halde uyumsuzluğu yüzünden tiyatro grubundan atan yönetmenin tanıklığında operasyon sürer. Eve kapanıp, iki rehinesi (flamingo) olduğunu öne süren genç, -bu noktaya gelişi, geri dönüşlerle anlatılırken- Peru'da, rafting için uygun görünmeyen nehre girmeye hazırlanan arkadaşlarına (galiba) müslüman olacağını bildirir, oğlanların boğulmalarından sonra San Diego'ya döner, çok değiştiği konusunda herkes hemfikirdir. Böyle bir olayın insan psikolojisini altüst edeceği fikrine katılsa da "abla", oğluna çok düşkün, baskın karakterli anne ile -kadının, oturdukları odaya kapı çalmadan dalıp, yiyecek içecek taşımak türünden- tavrından hoşlanmayan nişanlısı arasında sıkışan, bir yandan annesinden fazla uzağa da taşınmaya gücü yetmeyen, travmatik olay yüzünden dengesiz oğlanın işlediği cinayetin daha çok, bir tür, yarıp çıkma çabası olduğunu düşünür.

Hem anne ve hem evlât olarak, kendisi başta olmak üzere,
bir yıl sürdürdüğü grup terapisinden, izleyen yıllarda katıldığı, benzer, daha iyi olma çalışmaları'ndan tanıdığı, anneleri tarafından çoklukla koşullu sevgiyle nasıl sakatlandıklarına tanık olduğu çoğunluğu kadın nice insan ve hikâyeleri, "abla"nın, annesinden doğalı yıllar olduğu halde göbek bağı kesilmemiş filmin kahramanını anlamasına yardımcı olur.

Bir sonraki filme epey zaman olduğunu gören "abla" Tünel'e doğru yürümeye niyetlenirse de, yolu kasklı, koyu lâcivert bir duvar tarafından kesilir: Galatasaray Lisesi önündeki grup okudukları bildiri ardından dansla, davulla, şarkıyla, ellerindeki KEG (Küresel Eylem Grubu) yazılı pankartlarla, Taksim'e doğru yürüyüşe geçerler.

ABD, 2009 yapımı Jack'in Kayık Gezintisi: Yönetmen Philip Seymour Hoffman, oyuncular Philip Seymour Hoffman, Amy Ryan, John Ortiz, Daphne Rubin-Vega... Arkadaşları, her ikisi de kendi hallerinde Jack ile Connie'yi tanıştırırlar. Bir sahne oyunundan uyarlama ve ilk yönetmenlik denemesinde, Philip Seymour Hoffman'ın sahnede de canlandırdığı Jack, hayatı çok ciddiye alan bir adamdır; öyle ki, sohbet arasında kız "...tekne?" diyecek olur, Jack altı ay sonrası için yüzme derslerine başlar, kız kendisine yemek hazırlayacağını sanır, Jack bir şeften yemek dersleri almaya başlar, kız bir uzay gemisindeki fantezisinden sözedecek olur, Jack "uzay seyahatleri" der, "uzay turistleri için..."

Büyük beklenti yüklenen herşeyin başına gelen, Jack'ın Connie'ye hazırladığı akşam yemeğinin başına da gelir,
hayatın kendileri olmalarına izin vermekte nazlandığı kırılgan insanlar birbirlerine girerler; bu, Jack-Connie ilişkisinin iyiye gitmesine neden olurken, onları tanıştıran arkadaşlarının beraberliklerinin sonu olur.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Filmekimi 2010 ikinci günü "abla", iki film görür: Mamut, Mutluyum, Devam Et

Fransa, 2010 yapımı Mamut: Yönetmenler Benoit Delepine, Gustave Kervern, oyuncular Gerard Depardieu, Yolande Moreau, Isabelle Adjani... Kendini bildi bileli çalışmış, tek gün izin kullanmamış, hastalık çıkarmamış, huysuzluk dahi etmemiş Serge, bu özelliğiyle ideal bir işçiyken, -güya-, kendisi için düzenledikleri uğurlama partisinde, yumuldukları çerez çıtırtısı eşliğinde şefin yaptığı konuşma sırasında, -güya- arkadaşlarının tekinin bile kendisine bakmadığı muhteşem sahneyle uğurlanır. Emeklilik hediyesi, karısının "ne olsa mikrodalga fırın ya da düz ekran TV'nin yerini tutmaz" diyerek dalga geçtiği 2000 parçalık yapboz'dur.

Emekliliğinin ilk günü çıkan karışıklık üstüne, eksik ödenmiş sigorta primleri yüzünden çekecekleri ekonomik sıkıntı kapıdayken, Serge, akıllı karısının itişiyle, eksik evrakları tamamlamak üzere,
acı bir anıya neden olduğundan yıllarca el sürülmemiş motosikletine atlar, yola koyulur. Bazısı kapanmış, birkaçı fazla vergi ödememek için Serge'i bildirmemiş, biri alzheimer olmuş, diğeri kendisini salak bulduğu için kayda almamış işyerleri/patronları boyunca dolanıp dururken parasını bir fahişeye kaptıran Serge, arada, tuhaf yeğeni ve kuzeninin evine uğrar. Başından kan sızan güzel genç kadının eşlik ettiği yolculuğu boyunca değişim geçiren Serge, yıllar içinde çok değer kazanmış motosikleti satarak ekonomik problemini, sevgilisinin hayaletinin "bensiz mutlu ol" dileğine uyarak yüreğindeki düğümü çözer, hatta lise bitirme sınavına girer, şiir bile yazar. Koca göbekli, beline dek uzanan lüle lüle saçlı, yaşlandıkça, çirkinliğiyle birlikte karizması artan Gerard Depardieu'nün götürdüğü, izlenesi, güzel bir yol filmi.

2010 Sundance İzleyici Ödüllü,
ABD, 2010 yapımı Mutluyum, Devam Et: Yönetmen Josh Radnor, oyuncular Malin Akerman, Josh Radnor, Kate Mara... Altı New Yorklunun, temelini aşk ilişkisinin oluşturduğu, -"abla"nın "klâsik festival filmi" tanımlamasını hakeden- türde filmlerden biri. "Abla"nın, bir gün önce izlediği, Des Hommes et des Dieux orijinal adının -Tanrının Adamları diye değil- İnsanlar ve Tanrılar şeklinde çevrilmesinden duyduğu rahatsızlık, Happy Thank You More Please orijinal isminin Mutluyum, Devam Et diye çevrilmiş olmasıyla tekrarlanır.

"Abla"ya göre, filmin,
-kahramanlardan birine Hintli taksi şoförünün söylediği, hakettiğimiz gibi mutlu olmayı istiyorsak, minnet ve şükran belirterek biraz daha fazlasını isteme'ye dayanan- anafikri "Mutluyum, teşekkürler, biraz daha lütfen..." cümlesi, Mutluyum, Devam Et olunca bir dizi tuhaf sözcüğe dönüşmüş.

8 Ekim 2010 Cuma

Filmekimi 2010 ilk günü "abla", üç film görür: Sihirbaz, İnsanlar ve Tanrılar, Şeytanı Gördüm

Sonuncu Japonya gezisi yazısını, senbilirsinabla seyahatte isimli bloguna koyup, kızkardeşleri ve teyzelerinin dahil olduğu 25 kişilik grubu İstanbul'a salimen döndüren "abla", Kuzey Ege'deki evine dönüşünün üçüncü haftasında, üşenmez, biletlerini kardeşine sipariş ettiği Filmekimi 2010 filmlerini izlemek üzere, başlangıcından bir gün önce İstanbul'a gelir.

Listesini öncelikle,
emekli tarifesi dediği -hafta içi, ilk üç seans (4 TL)- şekilde düzenleyen, yetiştiremediklerinden, hafta sonuna da birkaç film koyan "abla", -seansı uyanık tamamlama ihtimâli olmadığından, bu defa da- son yıllarda olduğu gibi, 21:30'lara film koymaz, gala filmi izlemeye hiç yeltenmez.

İlk sekiz Filmekimi'ni,
güzelim salonuna çok yakışan Emek Sineması'nda izlediği gösterim -bu kez- birkaç salonda; "abla"nın ilk bileti Beyoğlu Sineması'nda, İngiltere-Fransa, 2010 yapımıSihirbaz: Yönetmen Sylvain Chomet'yi, bir kaç yıl önceki İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde çok beğenerek izlediği Belleville'de Randevu canlandırma filminden tanıyan; senaryonun yazarı, -canlandırma filmin baş karakteri sihirbazın bir ara daldığı sinema salonunda, perdede de çok kısa görünen- Fransız güldürü ustası Jacques Tati'yi, yine çok eski İstanbul Uluslararası Film Festivallerinden birinde izlediği bir demet sessiz filminden sevgi ve sempatiyle hatırlayan "abla", Sihirbaz'ı çok severek, beğenerek izler. Laser altyazısından, vizyona hemen gireceği belli, güzel deniz, tren yolculukları, mekânların gün doğumu-gün batımı harika ışık değişimi, birbirlerinin dilini bilmeyen karakterlerin muhteşem iletişimi, incelikli detaylarıyla kentler, sihirbazlar, vantriloglar döneminin yerini, yerlerde yuvarlanan şarkıcılarla saçını başını yolan hayran güruhuna sessizce, hüzünle bırakışı... Güzelim film "abla"ya kalırsa, sadece meraklısının değil, her çeşit izleyicinin bayılacağı türden.

"Abla"nın ikinci filmi
Atlas Sineması'nda: 2010 Cannes Büyük Ödül'ü almış, Fransa, 2010 yapımı İnsanlar ve Tanrılar: Yönetmen Xavier Beauvois, oyuncular Lambert Wilson, Michael Londsdale, Olivier Rabourdin, Philippe Laudenbach... 1996'da Atlas Dağları'nda bir manastırda, bitişikteki Müslüman köyü ile içiçe, huzur içinde yaşayıp giderlerken, -"her nasılsa" yükselen- köktendinciler tarafından katledilen sekiz Fransız keşişin öyküsünü anlatan film, ağır temposu yüzünden çok kolay izlenemese de, yaşananların anlamsızlığını ortaya koyuşundaki içtenlik, mesajındaki duruluk dolayısıyla övgüyü hakeder.

Günün son filmi, yine Atlas'ta;
Güney Kore, 2010 yapımı Şeytanı Gördüm: Yönetmen Kim Ji-Woon, oyuncular Lee Byung-hun, Choi Min-sik... Kötü adamı, "abla"nın, bir kaç yıl önce beğenerek izlediği İhtiyar Delikanlı'yı canlandıran aktörün oynadığı filmin tanıtımı, katalogda, siyah harflerle 18 yaşından küçük izleyiciler için uygun değildir başlığıyla yapılır. Güney Kore Sineması'nın bu tarz gerilim filmlerinin ticarî başarısı nedeniyle olsa gerek, gösterime hazır laser altyazılı film, sonunda salondan bir miktar alkış alsa da "abla" ve kızkardeşince beğenilmez. Tanıtımı yapılırken "...Şeytanî zekâsıyla dehşetengiz cinayetler..." işlediği iddia edilen seri katil, hiç de zekâ gerektirmeyen, incelikten yoksun, kaba saba eylemlerini sürdürür, giderek tecavüzcü bir havaya bürünürken, arasıra salonda, -inandırıcılıktan uzak oluşu yüzünden mi, ölçüsüz/anlamsız şiddet ve kan israfı yüzüden mi bilinmez- kahkahalara da neden olur. Filmin tümüne yayılmış, yamalı bohçamsı tarzın kafasını karıştırdığı izleyici, bazen sevimli katilin, bir defasında da, tarayıp briyantinlediği saçlarıyla, eskilerden pek güzel romantik bir parçayı gitarıyla seslendirişine tanık olur. Meraklısının, "hakettiği ilgi"yi göstereceği film, ismi yanıltmış olmalı, mistik bir yaklaşım bekleyen "abla"yı hayâlkırıklığına uğratır.