28 Ocak 2010 Perşembe

"Yaşam(ın)da bir partnere yer açma" konusunu işlediğinden, "abla"nın epeydir görmek istediği film, Aklı Havada.

Güneş görünür görünmez, "abla"nın buzda kayıp düşme korkusunu yendiği dördüncü kar günü, kızıyla ilk işleri, bir kaç günde epey uzamış alışveriş listesini alıp evden dışarı çıkmak olur. Caddeye kadar, hain hain parıldayan buz kesmiş kaldırımda sakınarak yürürken kızlarına birer kartopu yollamayı ihmâl etmeyen "abla", kapağı taksiye atar atmaz huzur bulur. Bereket, alışveriş merkezi önü karda açılmış geniş patikalarla güvenli.

Kıyılmış lahana salatalı menüsü yüzünden "abla"nın ayrı tuttuğu fastfood dükkanındaki moladan sonra, "yaşamında bir partnere yer açma" konusunu işlediğinden, "abla"nın epeydir görmek istediği 2009 ABD yapımı, Aklı Havada'yı görürler: Walter Kirn'ün kitabından senaryolaştıran Jason Reitman, Sheldon Turner, yönetmen Jason Reitman, oyuncular George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick, Jason Bateman, Amy Morton...

Doğum haritasını çıkarıp üzerinde iki saatten fazla konuşan sevgili arkadaşının, altını çize çize önerdiği "yaşamında bir partnere yer açma" meselesi, -özellikle- Kuzey Ege'deki yaşamında tadına vardığı, yitireceğini sandığı özgürlüğünü riske atmaya niyeti olmayan "abla"nın, fırsat tanımak bir yana, düşünmeye dahi yanaşmadığı konulardan biri...

Tanıtım yazılarından esinlenerek, ...bu konuda bir ipucu yakalar mıyım acaba? düşüncesiyle filmi gören "abla", kızıyla, güzel esmer adam George Clooney'in canlandırdığı, ışıltılı sert plastik kartların ayrıcalıklı muamele sağladığı, 10 milyon uçuş milini tamamlamasına ramak kalmış Bingham'ın kiralık lüks arabalar, şık otel odalarından ibaret yaşamına tanık olur. İşi, -Amerika'nın yeni "yükselen değeri"- insanları kitleler halinde işten atma olan, konusunda becerikli bir insan sarrafı Bingham'ın, ardılı hırslı genç kadının "ekranlar aracılığıyla insan kovma" fikrinin patrona cazip gelmesiyle, düzeni sarsılır.

Bu arada, yerde geçirdiği kısa bir zaman aralığında, barda tanışıp, kartlarını yarıştırdıkları akranı kadın Alex'le yatak arkadaşlığı geliştiren Bingham, bir yandan da ardılı genç kadının "ekrandan çalışan kovma" işini geliştirip yerleştirmesinde yardımcı olur; ona, "havaalanlarında güvenlik kontrolünde yitirilen zamanın çok fazla olduğunu" anlatır, "azaltmak için çocuklu ailelerin, yaşlıların değil, dakik Asyalıların olduğu kuyruklara girmesi gerektiği" türünden pratik önerilerde bulunur.

Derken, küçük kız kardeşinin düğünü için, giderek duygusal açıdan bağlandığı Alex'le eve dönen, damadın son dakikada "tırsması" problemini çözmeye çalışırken, adaya söylediklerinin ("...yaşamının en güzel anlarında yalnız mıydın?") etkisiyle harekete geçen Bingham, evine habersiz gittiği Alex'in, iki çocuklu bir anne, bir eş olduğunu öğrenmenin şokunu yaşar.

Film, işinden olanlardan birinin intiharı üzerine, "ekranlar aracılığıyla insan kovma" fikri askıya alınan genç kadının istifa ederek yeni bir rotaya yönelmesi, eski yaşamına dönen Bingham'ın 10 milyon uçuş miline ulaşan en genç kişi olması noktasında sona erer.

Alex'in ne ahlâksız bir kadın olduğu... konusunda söylenerek sinemadan çıkan "abla" ile kızı, bir zaman ilendikten sonra, hiç kimsenin bir yalanı, bir de böyle amaçsız/anlamsız biçimde, bu kadar sürdüremeyeceği noktasına vardıklarında, bunun, senaryonun zayıflığı olduğu kararına varır, rahatlarlar.

"Abla" filmden, işin doğrusu, kendisini tatmin edecek bir yanıt alamaz; ...yaşamının en güzel anlarında yalnız mıydın?" türünden bir cümle, çok değerli özgürlüğü ile esaret korkusunun ördüğü duvarı yıkmaya yetecek güçte değildir, ne yazık!.."

26 Ocak 2010 Salı

"Abla" paralı kanalda Bensiz Hayatım'ı görür, çok beğenir.

2010'un ilk kar akşamlarından birinde paralı kanalda, "abla"nın, İstanbul'da yaşadığı dönemde vizyona girdiğinde, nasıl kaçırdığına akıl sır erdiremediği güzel bir film: 2003 İspanya, Kanada yapımı Bensiz Hayatım: Nanci Kincaid'in kitabından senaryolaştırıp yöneten İsabel Coixet, oyuncular Sarah Polley, Scott Speedman, Mark Ruffalo, Deborah Harry, Maria de Medeiros...

İlkini, ilk ilişkisinden 17, ikincisini 19 yaşında doğurduğu iki küçük kızı ve sevdiği eşi için iki ayrı işte çalışarak, annesinin arka bahçesindeki karavanda sıkış tepiş ama şikâyet etmeden yaşayıp giderken, kanserden iki ay ömrü kaldığını öğrenen 23 yaşındaki Ann, sınırlı zamanını hastane odalarında yitirmek istemediğinden, ağrı kesiciler -ve bir avuç şeker- dışında tıbbî önerileri reddeder.

İlk işi, "ölmeden önce yapılacaklar listesi"dir: Ölmekte olduğunu sakladığı annesi, kocası ve sevgilisine veda konuşması kaydettiği birer, 18 yaşlarına kadar kızlarının her doğum günü için bir çok kutlama kasedi doldurur. Gider takma tırnak taktırır, diskoya takılır. Bir niyeti, birini kendisine âşık etmek ve bir diğer niyetiyse başka bir erkekle sevişmektir. O arada, kızlarının benimseyeceği bir yeni anne bulmak için de planlar yapar, karşılaşmalar düzenler.

Beceriksiz bir yönetmenin harcayacağı konu, "abla"nın her ikisini de izlediği Paris Seni Seviyorum'un bir kaç yönetmeninden biri, Aşkın Peşinde (Elegy)'nin yönetmeni- İsabel Coixet'nin iyi yönetimi ve oyunculukla, hüzünlü ama ışıltılı bir güzel filme dönüşür.

"Abla", sevgili Mark Ruffalo'nun, arabasının direksiyonunda, kocasının -ve ölümün- gelip aldığı, ağrılarla kıvranan sevgilisinin gidişini, yaşlarla dolu kocaman kara hüzünlü gözlerle izlediği sahneyi çok dokunaklı bulur, uzun zaman hafızasında kalacağından emindir.

19 Ocak 2010 Salı

"Abla", kızkardeşinin görüp, "...görmeden olmaz!" dediği Kaptan Feza'yı görür.

Beyazperde sitesinde konusunu okuduğunda "hımmmm, pek klişe!" diyerek önyargı üreten abla"nın, kız kardeşi, bünyesi, Japon filmleri gösterimindeki üstüste, uzun kuyruklara dayanamadığından, cumartesi, ablasının yerlere göklere koyamadığı aykırı vampir filmi Gir Kanıma ile Kaptan Feza'yı görür. Fikrini soran "abla"ya "gör!" der, "görmezsen olmaz..."

Haftanın ilk günü yağmur altında Taksim'e yürüyen "abla", koca caddede, sadece Atlas Sineması'nın, üstelik en küçük salonunda 5-6 kişiyle izlediği güzel filmden, filmden kalan hüzünle, sinema adına kaygıyla çıkar.

2010 Türkiye yapımı Kaptan Feza: Yönetmen, -"abla"nın, ilk filmi 9'a bayılıp izlemeye aldığı, tüm filmlerini izlediği, Ara'da filmin kahramanlarından birinin diğerine "İstanbul'un ortasında Hummerlarla, biz ne yapıyoruz ağbi?" demesini bir aydınlanma işareti olarak değerlendirdiği, Gölgesizler'i izler izlemez koşup kitabını alıp okuduğu- üretken Ümit Ünal; oyuncular Hakan Karahan, Meral Okay, Dila Bölükbaş, Mine Tugay, Ahmet Mümtaz Taylan...

Yalnız geçen çocukluğu yüzünden, yoksulluk içinde ölen aktör babası ile hesabını kapatamamış, bilinen yollarla tetikçi olmuş, -maydanozların büyümesini izlemek için- emekli olma talebi üzerine bileti kesilen tetikçi Ömer, son işi sırasında, mesai arkadaşınca vurulur. Kendini korumak için ateş ettiği diğer tetikçi, gerçekçi diyalogların doğru bir örneğini vererek şaşkınlık içinde ölürken, Ömer, mahalle arasında bir pencereden içeri atlar. -Gökten düştüğü- oda, babasının oynadığı Evrenin Hakimi Kaptan Feza filmini döne döne izleyen küçük kızla babaannesine aittir.

-Muhteşem oyunuyla Meral Okay-, babaanne, başlangıçta sessiz kalma karşılığında küçük kızın okul masrafını denkleştirirse de, -oğluyla beraber, 19 Aralık 2000'de, hapishanelerde yapılan "Hayat Dönüş" operasyonu sırasında canlarından olan- gelininin arkadaşı hemşire, kapı önüne konuşlanmış gangster tayfasının yarattığı ablukadan, durumun ne denli riskli olduğunu görür. Yine de, pansuman yaptığı Ömer'i, akşama dek saklama kararına katılır, beraberce Kaptan Feza hikâyesini sürdürürler. "Morötesi kuvvetler"in elebaşısı Selami, olay yerini kolaçan ederken küçük kızdan duyduğu ipucu üzerine, Ömer'in "seni çok mutlu ederim, benimle gel" talebini, hemşirenin "sen gerçekten gökten düştün galiba!" diye yanıtladığı noktada, herşey, tam bir peri masalına dönüşecekken, -romantik "abla"nın bir kaç saniye boyunca bu tuhaf ailenin denize tepeden bakan bir evde, güneş altında çok mutlu olduklarını hayâl ettiği sırada-, olaylar olması gerektiği biçimde gelişir, sonlanır. Title akarken Candan Erçetin, şarkısını hüzünle söyler: "Kul kurar, kader gülermiş..."

"Abla", kızkardeşinin pek beğendiği Hakan Karahan'ı bir tetikçi için fazla zarif bulsa da, -işinin erbabı olmayan bir yönetmen elinde başına neler geleceği belli-, doğru, diyalogları filmden daha doğru, düzgün iyi filmin, izlenmeyi, daha fazla ilgiyi hakettiği düşüncesindedir.

18 Ocak 2010 Pazartesi

"Abla" Japon Sineması'ından üç film görür: Nasıl Kendim Oldum, Dün Hiroşima'da, Bugün Hiroşima'da ve Zirve -Nirengi Taşı Kayıtları-

Evinden çıkıp yürüyerek 45 dakikada Maçka G-Mall'a ulaşan "abla", bilet dağıtımı için gişenin açılmasına yarım, filmin başlangıcına bir saat kala kuyruktaki yerini alır. Sinemaseverlerin beraberce bekledikleri -ortalama- her yarım saat, yapacak başka şey olmadığından, sevecen ahbaplıklar kurulmasına, bir çeşit kuyruk kardeşliğine neden olur. Bu arada "abla", bir kuyrukta, arkasındaki Ankara Dil Tarih'te okuyan Japonca öğrencisi kızdan, Türkçe ile Japonca'nın aynı, Ural-Altay dil ailesine bağlı olduklarını, ortak pekçok yanları bulunduğunu, bir başka kuyrukta da önünde sohbet eden bir grup çevirmen kızdan da İngilizce'den çevirdikleri Güney Kore dizileri hakkında birşeyler öğrenir. Yukarıdan, girişteki, G-Mall elemanı görünen kara kediyi, oyunlarını, izlemek de "abla" için, bir başka eğlence biçimidir.

2007 yapımı Nasıl Kendim Oldum: Yönetmen Cun İçikava, oyuncular Riko Narumi, Atsuko Maeda, Mariko İşihara... Öğrencilik yılları boyunca, "elinden geleni" yaptığı halde okul problemi yaşayan, anne babasının daha sonra boşanmayla sonuçlanan kavgalarının nedeni olduğunu düşünen genç kız, annesiyle yaşamaya başladığında, mezuniyetten sonra ayrı düştükleri, -dışlanmış- bir başka kıza, kendisiyle ilgili hayallerini, öykü parçaları şeklinde, e-maille gönderir. Arkadaşsız kız, böylece kendine yeni bir kimlik oluşturur ve -bir sevgili de edinerek- sevilen biri haline gelir. Beri yanda, yolladığı hikâye parçacıkları ile yazın öğretmeninin dikkatini çeken kız, öyküyü nasıl bağlayacağını bilemeyip bunaldığı sırada, diğerinden gelen teşekkür telefonu üzerine -ikiye bölünen perdede, yanyana göründükleri- ağlayarak yaptığı uzun konuşmayla kendisiyle yüzleşir, bir tür arınma yaşar.

Dürüstçe kendisiyle yüzleşip, kendini olduğu şekliyle kabul ederek sevmenin, ne denli sabır, cesaret gerektiren zor bir iş olduğunu, bunu başarmaya çalışan "abla", bizzat kendi deneyimleriyle bildiği için, filmin ağır temposunu kusur değil bir gereklilik olarak değerlendirir.

2007 yapımı Dün Hiroşima'da Bugün Hiroşima'da: Yönetmen Kiyoşi Sasabe, oyuncular Lena Tanaka, Kumiko Aso, Hisaşi Yoşizava... Atom bombasından 13 yıl sonra Hiroşima'da, nasılsa sağ kalan annesiyle, ve kimseyle, olanları hiç konuşmaksızın yaşayıp giderken, "o gün" enkazdan çıkarıp sırtında taşıyarak yardım aradığı küçük kız kardeşi, yanıklarının etkisiyle ölürken, uzun yaşamasını dilediği, hayatta olmaktan suçluluk duyan ablanın yaşamı, 26 yaşında atom bombası sendromu nedeniyle sona erer. Savaş yüzünden bir başka kentte teyzesiyle büyüyen oğlan, annesinin yanına döner; anne bomba kurbanı olduğu gerekçesiyle, öksüz yetim komşu kızı gelinliğe kabul etmek istemez. Yıllar içinde gelin ve kayınvalide, yaşamlarının Tokyo'daki kısmında ardarda ölürler. Lanet, sevdiği kızın ailesinin, erkek torunu, uzaklaştırmaya çalışmasıyla sürer...

Hiroşima ve Nagazaki üzerine atılan bombaların yarattığı, Dünyanın insan eliyle yaratılan, en az Nazi kampları kadar büyük insanlık trajedisi, "abla"nın kafasını her zaman kurcalayagelen, çok acı veren "neden?, niçin?"lerdendir. Ne zaman, zamanların sonu, Dünyaya öğrenmek üzere geldiği gerçeği, kişisel kontratlar, resmin bütününden fazlasını görerek/görmeye çalışarak bir sonraki boyuta beraberce geçebilmeyi mümkün kılabilecek titreşim yükseltme... kavramlarıyla karşılaşır, o zaman "neden?, niçin?"ler, giderek daha az acı verir hale gelir.

2009 yapımı Zirve -Nirengi Taşı Kayıtları-: Yönetmen, Görüntü Yönetmeni Daisaku Kimura, oyuncular Tadanobu Asano, Teruyiki Kagava, Ryuhei Matsuda... 1907'de, haritada boş kalan son yeri haritalamak üzere, ordu tarafından görevlendirilen bir grup -ayaklarında hasırdan örme sandaletlerle-, amatör bir dağcı grup -ayaklarında dağcılık botları- ile yarışarak, olumsuz doğası yüzünden iğneli dağ diye anılan Tsurugidake'ye tırmanmaya çalışırlar.

Muhteşem doğa görüntüleri eşliğinde, bağlılık, bir diğerine saygı ve sevgiyle aylar boyu emek verilerek dikilen 27 işaret kulesi tamamlanır ama, zirvede, onlara "...karların içinden çıkacak, karların içinden ineceksiniz..." diyerek yol gösteren şamandan, (buldukları sembole bakılırsa) bin yıl önce, -"abla" bir önceki manyetik altüst oluş öncesi burada iklimin çok daha yumuşak olabileceğini düşünür-, ayakbasıldığı gerekçesiyle, ordu başarılarını görmezden gelir. Bu noktada, yolunu bulmaya çalışan ruhlar kadar, deneyimler için olmazsa olmaz beden ile yaşadığımız Dünyada, "harita"nın anlamının farkında olarak kendilerinden sonra zirveye varan amatör dağcılar, berikilerin hakkını teslim eder, haritalamayı bitirmek üzere olan grubu saygıyla selamlar.

17 Ocak 2010 Pazar

"Abla" Yamazakura, Yarının Anıları ve Günışığı Temizleme Şirketi'ni görür; arada 2010 Avrupa Kültür Başkenti açılış törenini izlemeyi ihmal etmez.

Evinden 12:15'te çıkıp, Bomonti'den Osmanbey'e varan, Rumeli Caddesi'nden Harbiye'ye by-pass yapan "abla", yer numarası dağıtım saatinde G-Mall'da olursa da, beklenmedik ilgiden kafası karışıp bizlere benzemiş dakik Japon organizyonu çoktan numaraları dağıtmış! İki öğrencinin uyarmasıyla masaya yanaşıp, kalabalık arasından uzanarak parmak kaldıran "abla", 160 numarayı, ardından, -çinko!- diye seslenerek gülüşmelere yol açan yirmilik gruplardan biriyle biletini almayı başarır.

Japon Sineması'ndan Yeni Yapıtlar 2010 başlıklı toplu gösterimden 2007 yapımı Yamazakura (Yaban Kirazı Çiçekleri): Yönetmen Tetsuo Şinohara, oyuncular Lena Tanaka, Noriyuki Higaşiyama... Beylikler döneminde, ikinci evliliğini görücü usûlü -dul oluşunu başına kakan, Bey'e yaltaklanarak zenginleşmiş ailenin oğluyla- yapan Noe, düğüne yakın bir tarihte kaybettiği sevdiğinin anısını taşıyarak yalnız yaşayıp ölmüş halasının mezarını ziyaret ettiği bir gün, çiçek açmış Yamazakura ağacından bir dal koparmasına yardım eden kılıç ustasının, -reddettiği- kendisine âşık taliplerinden biri olduğunu anlar. Bu arada, rüşvetle ...cariyelerle dolu ikinci evini yaptırdığı... söylenen Umisaka Beyi'nin vergileri altında açlıktan ölmeye başlayan köylülerle küçük bir tanışıklık, kılıç ustasını radikal bir kararla suikasta yönlendirir. Diğer yandan, aşağılanmalara dayanamayıp kocasının, aile armalarını taşıyan kaftanını yere atan Noe, kayınvalidesince kovulur, evinde sevgiyle karşılanır. Çok az konuşarak sessizlikle anlaşan, yoksulu da zengini kadar zarif insanların öyküsü, tertemiz doğa içinde, eriyen karların şırıldadığı küçük dereler, düzgün pirinç tarlaları, kiraz ağaçları, ocak çevresinde sade yemek törenleri... ile anlatılır. Babasının dia çekmeye başladığı '60'lı yılların başından itibaren, Japonlarla yazışarak kurduğu dostluk, Fujiyama resimli güzel baskılı takvimler, dialar, dergiler aracılığıyla ilgisini çeken, hayranlık duyduğu bu kendine özgü halkı ilgiyle izleyen "abla" filmden, kuyrukta tanıştığı, sinemaya, yeni izlediği François Girard filmi İpek'in etkisiyle gelen hanım kadar memnun, doygun çıkar.

Çıkar çıkmaz bir sonraki filmi izlemek üzere yeniden kuyruğa giren "abla", yer numarası faslını aşan Japon hanımlardan biletini alır, kendisini sabırla bekleyen sevgili arkadaşının yemek davetini kabul eder, beraberce -kendisi cep telefonu kullanmadığından- küçük kız kardeşine akşamki açılış törenleri için buluşma yeri mesajı yollarlar.

2005 yapımı Yarının Anıları: Yönetmen Yukihiko Tsutsumi, oyuncular Ken Vatanabe, Kanako Higuçi... Günümüz Japonya'sının çelik cam büyük binalarından birinde çalışan reklam şirketi yöneticisi Saeki'ye konan erken Alzheimer tanısı, ailesi, çevresi ile yaşadıklarının doğrulukla, duygusallık kışkırtılmadan anlatılan öyküsü... Gençliklerinde, seramik kursunda tanıştığı sevgili eşi Emiko'nun özveriyle, kendisini artık tanımadığı trajik ana dek desteklediği Saeki, aktif yaşamın dışında kalma zorunluluğunu reddetse de, hastalığın ileri bir döneminde kendisi için bakımevi görmeye gidecek kadar bilinçli davranır. Karnı burnunda kızının evlilik töreninde yaptığı -yazısını kaybettiğinden- doğaçlama konuşma, torununun doğumu ve ilk yılları için şükran duyan Saeki, yavaşça kayıp bir dünyaya kayarak kaybolur.

Broşürde titizlikle 18:02'de biteceği belirtilen film, tam 18:02'de biter; sıkıca sarınan "abla" Taksim'deki 2010 Avrupa Kültür Başkenti açılış törenleri için kardeşiyle buluşmak üzere stadın yanından yokuşa sarar, Taksim'e çıkar, 18:45'te buluşma adresi Tünel'in girişine varır. Anıtın önünden geçerken -adam başı bir polis görünen- polislerin birinden aldığı bilgiye dayanarak ateş gösterisinin Gezi Parkı'nda yapılacağı bilgisi üzerine yeniden Taksim'e dönen kardeşler, meydana bakan simit sarayı terasında sert rüzgârla savrulan yağmurdan, sıcak çay desteğiyle hayatta kalmaya çalışarak bir saate yakın bekledikten sonra Haliç'teki gösteriyi mi izlesek? düşüncesiyle meydana inerler. Tam o sırada başlayan muhteşem ateş, dans, havai fişek, akrobasi gösterisi "abla" ile küçük kız kardeşi fazlasıyla memnun eder. Programda verilen saatlere hiç uymuyor görünen -toplam yedi merkezde yapılan- gösterilerden bir diğerini, Haliç'teki Kongre Sarayı karşısında yapılacak olanı izlemek niyetiyle, eski Galata Köprüsü üzerinde, yağmur altında sabırla bekleyen kalabalığa karışan "abla" ile kardeşi, yön sordukları, "başlamadı, başlayacağa da benzemiyor" diyen polise inat, belirtilen başlangıç saatinden bir saat 15 dakika sonra, Macaristan'ın Pecs, Almanya'nın Essen kentleriyle birlikte İstanbul'un, resmen Kültür Başkenti ilan edilişine -Taksim'deki kadar uzun ve görkemli değilse de- çok güzel havai fişek gösterisiyle, tanık olurlar.

Epey uğraştıktan sonra taksi bulup, şemsiyeye karşın sırılsıklam eve varan "abla"yı bir sürpriz beklemekte; paralı kanalda kardeşinin festivalde izleyip beğendiği, 2008 ABD yapımı Günışığı Temizleme Şirketi: Yönetmen Christine Jeffs, oyuncular Amy Adams, Emily Blunt, Alan Arkin, Jason Spevack... Temizlikçi olarak çalışan Rose, zekî oğluna daha iyi şartlar yaratmak için, kızkardeşiyle, bilmedikleri, yaparken öğrendikleri, başlangıçta zor gelen suç mahâli temizleme işine girerler. İntihar ederek, iki küçük kıza çözülmesi çok zor bir sorun yükleyerek ölen annelerinin, ...cevizli pay önerdiği... küçük repliğinin bulunduğu kısa bir oyun sergilediği filmi, TV'da yakalayan abla, kardeşini arar; cenazeden, vuran ayakkabısından başka bir şey hatırlamayan genç kızın gözyaşlarıyla izlediği sahne bir anlamda barışma anıdır. Doğru düzgün anlatılmış, iyiniyetle yücelen çok güzel bir film!

16 Ocak 2010 Cumartesi

"Abla" Japon filmi Sevgili Doktor'u izlemek niyetiyle gittiği G-Mall'da Sherlock Holmes'i görür.

2010 Türkiye'de Japonya Yılı etkinlikleri kapsamında, yeni Japon Sineması filmlerinden ilkini izlemek üzere, -ücretsiz gösterim için yarım saat önce yer numarası verileceği belirtildiğinden-, 17:50'de girdiği Maçka G-Mall sinema katında, kuyruğun ucunu bulmak için epey yürümesi gereken "abla", 18:00'de hareketlenen kuyrukla ilerlerken, 18:20'de çekik gözlü bir beyin zarif işaretlerle biletlerin bittiğini belirtmesi üzerine, küçük kız kardeşiyle Sherlock Holmes'ü görmeye niyetlenirler.

2009 İngiltere, Avustralya, ABD yapımı Sherlock Holmes: Yönetmen Guy Ritchie, oyuncular Robert Downey Jr., Jude Law, Rachel McAdams, Mark Strong...

Başında, filmin yapımcısı Warner Bros. ile diğer şirket logolarının, parke taşlar arasındaki su birikintilerinde, kanalizasyon ızgarası biçimde kullanımını pek beğenen "abla", ardından ilk sahnede Sherlock Holmes'ün bir gölgeye sinip, olası tıbbî sonuçlarını ince ince planladığı saldırının ağır çekimle verildiği, bir kaç saniye de tekrarının gösterildiği -pek çok- dövüş sahnelerinden birini, sadece ilkini izler. Sadık, iyi niyetli, dost Dr. Watson ile birlikte uzun uzun dövüşerek, son dakikada, -elbette beceriksiz Scotland Yard'dan önce-, masada yatan kurban edilmeye hazır, beyaz giysili güzel genç kızı kurtarırken karabüyü ayinini yöneten iktidar hırsı içindeki -bir kaç cinayetten de sorumlu Nosferatu kılıklı ama onun çok daha yakışıklısı- Blackwood, yakalanıp mahkemeye yollanır, idamla yargılanır. Adamın son isteği "Holmes'la konuşmak..." olur.

Atlı arabaların geçtiği çamurlu, sokak irisi caddelerden biri üzerindeki 221 numarada, güzel bir kadının aşkı uğruna kendisini terketme hazırlığı içindeki Watson'ı, kendince protesto eden, arada çıplak yumruk dövüşü yapmak üzere bilimsel araştırmalarına ara veren Holmes, tutkun olduğu Irene Adler tarafından -Ege zeytini, hurma ve para dolu bir zarf ile- ziyaret edilir ve zoraki olarak -Blackwood'un başlattığı- bir gizemi çözmek üzere tutulur.

Zekânın yükselişte olduğu, en zekînin en önemli, değerli kişi olduğu altın yılların başında Holmes, aralarında -Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında kötü şöhrete sahip orman gülünün neden olduğu- katatoni olayının da bulunduğu, tümünün son sahnelerde bilimsel olarak açıklandığı çapraşık gizemi, Adler ve Watson yardımıyla çözer.

Dolunayda çatanayla doklara yapılan yolculuk, mezbahadaki patlama, tersanedeki kovalama gibi sahneleriyle muhteşem görsellik içeren film, yapımı 1886'da başlayıp 8 yıl süren Londra Kule Köprüsü inşaatı üzerinde, gerilimli aksiyon sahneleriyle sona erer.

Meraklılarını fazlasıyla memnun edecek, çıplak yumrukla dövüşen -"abla"bunun, bir kaç akşam önce ikinci kez izleyip yine bayıldığı Kapışma'sını izlediği Guy Ritchie'nin özel merakı olduğundan şüphelenir- yeni Sherlock Holmes nerede, Sir Arthur Conan Doyle karakteri, zarif, utangaç beyefendi nerede? Aynı şekilde hafif göbekli, sempatik, aile babası görünümlü Watson ile yakışıklı, atletik Jude Law Watson'ı arasında, gerçek zamanda olduğu gibi 100 yıldan fazla fark var.

Gönlü her ne kadar orijinalinden yanaysa da, "abla", kocaman gözlü ürkek bakışlı, ...duygularını ortaya koymayı bilmeyen, beceremeyen Robert Downey Jr. Holmes'u da fena değil... sonucuna varır. Dövüş sahnelerini, -ayrıntılı gerçekliği yüzünden ilki dışında- gözü kapalı dinleyen "abla", filmin görülesi görselliğinin, övgüyü hakettiğini düşünür.

Başarılı Irene Adler yorumunda izlediği Rachel McAdams'ı, bir kaç gün önce paralı kanalda, 2008 yapımı Neil Burger filmi Şanslılar (The Lucky Ones)'da, bayıldığı Tim Robbins ve Michael Pena ile izleyen "abla", evsiz barksız, saf, duru, kadın asker rolüyle de çok sever. Irak savaşından izinli gelen üç askerin, havaalanında kesişen ve yine havaalanında buluşan yolları boyunca anlatılan, savaştan çok savaşın, taraftarı ve karşıtı ile herkes üzerindeki izleri... Bu da, görselliği değil, sağlam oyunculuğu ve mesajı dolayısıyla en az bir önceki kadar izlenmeyi hakeden çok bir güzel film!

13 Ocak 2010 Çarşamba

"Abla", Kırık Kucaklaşmalar ile, vizyona girişinden 10 gün sonra Yahşi Batı'yı görür.

Bir önceki İstanbul Film Festivali'nde görüp en beğendiği, klişelerden uzak, farklı ve çok akla yakın bulduğu vampir filmi Gir Kanıma'nın vizyona -nihayet- girdiği hafta sonu "abla", iki film görür.

2009 İspanya yapımı Kırık Kucaklaşmalar: Yönetmen, "abla"nın, -Victoria Abril'li cüretkâr ilk filmlerinden bu yana- izlediği, sivri sinema dilini beğendiği Pedro Almodovar; oyuncular, Penelope Cruz, Luis Homar, Blanca Portillo, Jose Luis Gomez, Tamar Novas, Ruben Ochandiano... Binlerce kez yaşandığı şekilde başlayan patron sekreter ilişkisini, 1994 ile 2008 Madrid'ine gidip dönerek anlatan, kalp ve kemik kırıklarını konu alan filmde, önce hevesini kıramadığı sevgilisinin aktris olma sürecini -eşcinselliğini affedemediği oğlunun çektiği sessiz "belgesel"i dudak okuyucusu aracılığıyla deşifre ederek- kıskançlıkla izleyen yaşlı adam, genç kadının yönetmene âşık olup, kalbini kırarak aldığı "kendisini terk etme kararı"na tepkisini, kadını merdivenden itip bacağını kırarak gösterir. Kaçan âşıkların başına gelen ve kadının ölümü ile yönetmenin kör olmasına neden olan şüpheli kazadan 14 yıl sonra yaşlı adamın ölümü üzerine, hayatını mahveden babasının hatırasını kırıp dökmeye kararlı eşcinsel oğul, kör ve artık başka bir isim taşımakta olan kırık kalpli yazar, asistanı, oğlu, eski sır çevresinde bir araya gelirler. Gerilimine karşın, Almodovar'ın kendine özgü muzipliğini taşıyan, Kızlar ve Valizler bölümü çok eğlenceli, hoş bir film...

2009 Türkiye yapımı Yahşi Batı: Yönetmen Ömer Faruk Sorak, oyuncular Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Uğur Polat... Kulaktan kulağa tekrarlanan esprilerle filmi 10. gününde, yarı yarıya görmüş kadar olan "abla", Osmanlı-Western'i güle eğlene izlerken humor yoksunluğundan mıdır nedir, Zafer Algöz'ün -Anadolu'nun ortası köylü kurnazı- aksanına takılır kalır!

İte kaka giden filmden "abla"nın aklında kalan, bir zaman tüm akranlarıyla birlikte bayıldıkları, Ben Ruhi Bey, Nasılım? oyununu unutamadığı Uğur Polat'ın ölçülü, zarif Brokeback Mountain Kovboyu yorumu...

10 Ocak 2010 Pazar

"Abla" ve kız kardeşleri, yeni yılın ikinci filmi Soul Kitchen'den memnun çıkarlar.

Kardeşlerin, ailenin seyahat gurusu küçük kardeşin, üşenmeyip okuduğu sinema-tiyatro eleştirileriyle çizdiği plan uyarınca gördüğü, yeni yılın ikinci filmi Soul Kitchen, 2009 Almanya yapımı. Yönetmen, "abla"nın neredeyse tüm filmlerini görüp beğendiği Fatih Akın; oyuncular Adam Bousdoukos, Moritz Bleibtreu, Birol Ünel, Anna Bederke, Dorka Gryllus, Pheline Roggan, Demir Gökgöl, Udo Kier...

Güzel afişiyle künyesi, belli bir anlayışla döşenmiş güzel müziğiyle film, mütevazi lokantasında, kumar borcu yüzünden yattığı hapisten şartlı tahliye olan -benzerlikleri ilginç- ağabeyine göstermelik de olsa iş veren, sevgilisinin Uzak Doğu'ya giderken kalbini kırık bıraktığı gayretli genç adamın, yürek ve bel ağrısıyla geçen acılı döneminin hikâyesini anlatır.

Sevgilisinin veda yemeğinde tanıştığı, yemeğine bir yorumu hazmedemeyip müşteriye terslendiğinden işinden olan şefi işe alması, başlangıçta, rutin menüye alışkın müşterinin kaçmasına neden olursa da, yenilik peşinde lezzetçi başka müşterilerin salaş mekâna akın etmesi uzun sürmez.

Vergi memurları baskınları ile lokantanın arsasına göz diken eski arkadaşının dolapları arasında bunalırken, bir de, bozuk bulaşık makinesini kaldırayım derken belini incitip sakatlanan genç adam, anî bir kararla lokantayı -fareyi-, kumarbaz ağabeyi -kediye- devredip, internet aracılığıyla görüştüğü sevgilisinin yanına gitmeye niyetlenir. Yanında Şangay'dan edindiği eşlikçisiyle, havaalanında karşılaştığı sevgilisi, büyükannesinin ölümü üzerine döndüğünü anlatır.

Bu arada, "abla"nın bayıldığı Lars von Trier başyapıtı Krallık dizisinin "şeytan"ı Udo Kier'e çalışan eski arkadaş boş durmaz; hal ve gidişini gözlediği kumarbaz ağabeyi faka bastırıp lokantayı ele geçirir.

Belini tuta tuta, topallayarak oradan buraya koşan koşan gayretli Zinos, lokantayı kurtarmak için, babaannenin mirasından borç aldığı parayla açık artırmaya katılır; ucu ucuna giden artırma, kira ödemeyen denizci eskisi kiracısının, Charles Dickens romanlarındaki gibi ilâhi yardımla kopan yelek düğmesinin, Udo Kier'in boğazına takılmasıyla, beklendiği, dilendiği gibi genç Zinos lehine sonuçlanır.

Tüm bu itiş kakış arasında güzel fizyoterapisti, sigortası olmadığından, sakat kalma sınırına dayanan müşterisini, bir kaç yüz yıllık batı tıbbının alternatif diye adlandırdığı binlerce yıllık deneyime yönlendirir. Filmin, Fatih Akın'ın kendi deneyimine dayalı en güzel sahnelerden birinde, -bir röportajında bel çekme işlemini yapan adamın, kaymayı engellemek üzere çivili ayakkabı giydiğini gördüğünü anlattığı-, Uğur Yücel'in Kemikkıran Kemal adıyla canlandırdığı, kısa ama muhteşem oyun, kolayca unutulabilecek gibi değil!

Sonunda herşey yoluna girer, yeni bir sevgili edinen Zinos, yüreğinden ve belinden yana mutluluğa ve sağlığına kavuşurken, neşeli filmin aralarında Levent Kırca'nın da bulunduğu izleyicisi, belleri ince ince sızlayarak ağır hareketlerle salonu terkeder, üstü yılbaşı ışıklarıyla örtülü şıkır şıkır aydınlık İstiklâl Caddesi kalabalığına karışırlar.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Sonunda "abla" da, kızı ve kardeşleriyle Avatar'ı görür; ona göre film, tümüyle güçlü bir mistik mesajdır!

Bir gece önce, kızkardeşleri ve kızının kardeşi ile, yüzlerinde kızının simlerle boyadığı 2, 0, 1, 0 ve !, boyunlarına doladıkları yanıp sönen pirinç lambalarla poz verdikleri laptop ekranı karşısında güle oynaya yeni yıla giren "abla" kadrosu, 2010'un ilk filmini, ince, hafif ve baş hareketiyle görüntü kaybı yaratmayan 3 Boyut gözlüklerle, izlemek üzere önceden yer ayırttıkları havadar alışveriş merkezine giderler.

Uzunca reklam faslı ardından, "abla"ya, okuduğunda çarpıldığı Lobsang Rampa'nın Üçüncü Göz kitabında anlatılan, Tibet'te bir manastırda, Himalayalar'ın derinliklerine saklı mağaralara gizlenmiş, tarih öncesi mezarlarda yatan 4,5-5 metre uzunluktaki mumyalanmış bedenleri hatırlatan Na'vi halkının, James Churchward'ın, Pasifik Okyanusu'ndaki Batık Kıta Mu'nun kalıntıları olduğunu belirttiği, muhteşem Yeni Zelanda ormanlarında çekilmiş öyküsünü anlatan film başlar.

2009, ABD yapımı Avatar: Yönetmen James Cameron, görüntü yönetmeni Mauro Fiore, müzik James Horner, oyuncular Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Giovanni Ribisi, Michelle Rodriguez, Laz Alonso...

Thea Alexander'in, okuduğunda "abla"yı çok etkileyen kitabı M.S. 2150'in, bacaklarını kullanamazken, uykusunda yolculuk ettiği boyutta bir başka bedende yaşayan kahramanını anımsatan, tekerlekli sandalyedeki asker Jake Sully, DNA'sının uyumlu olduğu biliminsanı erkek kardeşi için üretilen Na'vi bedeniyle, toprakları altındaki değerli madene ulaşmak üzere Pandora Gezegeni'ni işgale hazırlanan askerler için -başlangıçta- casusluk eder.

Dünya Kızılderili halklarını hatırlatır geleneklerle yaşayan Na'viler ile, Frank Herbert klasiklerindeki gibi tasarım dille anlaşan, avatar bedenlerdeki -başlarında Alien'den tanıdık Sigourney Weaver'in bulunduğu- biliminsanları, araştırmaları sırasında, ağaçlar arasında, Na'vilerin girip, atalarının deneyimlerinden yararlandıkları çok geniş bir iletişim/bilgi ağı olduğunu keşfederler. İncelikle tasarlanmış laboratuvarda, içine yattıkları kapsüller aracılığıyla transfer oldukları avatar bedende, kötürümlüğünden sıyrılan asker Jake Sully, Na'vi prensesinden öğrendiği şekilde, -akılalmaz zenginlikteki bitki, hayvan... çeşitliliğinde, Churchward'ın, Batık Kıta Mu serisinde, "insanın, gelişimini tamamlamış biçimde Dünya'ya indiğini" belirttiği semboldeki, arka ayakları üzerinde yükselmiş geyik- geyiğe benzeyenini öldürür, kızılderili geleneğince, onun Eywa'ya ulaşacağını, bedeninin halkına karışacağını belirterek teşekkür ederken, kız askere, karşılıklı kültür alışverişi Amerikancasıyla "temiz işti!" der.

Jake Sully'nin, anlamlı biçimde Ağustos 2154 tarihli kayıtlarından birinde, "...onlarda olmayıp bizde olan, ne blucine ne kolaya ihtiyacı olmayan Na'viler, topraklarından asla vazgeçmeyecekler..." demesi üzerine, "yumuşamak"tan ödü kopan komutanın belirlediği üç ayın bitiminde, Dünya üzerinde olduğu gibi, "...zenginliklerine göz diktikleri halkların düşman ilân edildiği..." malûm stratejiyle, doğayla tam bir uyum içinde yaşayan naif halka, tüm güçleriyle saldırdıkları, güçlerin hiç de eşit görünmediği bir savaş başlar.

Uzun, ayrıntılı, izleyicinin kalbini kıran pek çok ölümden sonra, Toruk Macto Jack Sully'nin saçıyla, saçaklarıyla bağlantı kurduğu Ruh Ağacı aracılığıyla yardım istediği Eywa (Tanrı, Doğa...), kendi güçleriyle yardıma gelir. O arada, komutanın saldırısına uğrayan bedeninin bulunduğu kapsülde havasız kalan kötürüm asker eşini kurtaran prensesin, kucağındaki, yarısı boydaki askere sevgiyle bakarken gördüğü, bir yabancı-öteki-dan çok daha ötesidir. "Abla", diğerini dış görünüşüne göre sınıflayan insanoğluna bakarak,"ben bir başka sen'im!" anlamında Maya selamı "In L'akesh!" örneğindeki gibi, sadece, derindekini görme becerisinin ne çok sorunu çözebileceğini düşünür.

En eski kültürlerde tabletlerde, egemenin gücü elde tutma çabasıyla kendi lehine bozduğu din kitaplarında sıkça sembolize edilen Hayat Ağacı'nın, yangın bombalarıyla, çok ölüme yol açan yıkılışı, yüzen kayalar, Ursula Le Guin kitaplarından tanıdık ejderler, yerlilerin "abla"nın Baraka filminde izlediği ritüelleri, melodileri... Son zamanların en yüksek bütçeli filmi, muhteşem görselliği yanında "abla"ya kalırsa, John Calleman'ın, Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü kitabında ayrıntılı biçimde, şemalarla açıkladığı bilinç değişimiyle sağlanacak kuantum sıçrayışını haberleyen, güçlü mistik bir mesaj...