25 Ekim 2009 Pazar

"Abla"nın, Filmekimi 2009, son gününde hiç bileti yok: O da yıldız listesi yapar, bir de festivalin reklam filmlerini yazar:

Hafta içi -mucize fiyat 3.5 TL'den- izlemeye özen gösterdiği, -Gala filmleri dışında- gördüğü 17 filmi en beğendiğinden başlayarak sıralayan "abla" 2009'un Filmekimi'ni verimli, bereketli bulur: 1. Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi, 2. Ay, 3. Şark Oyunları, 4. 9, 5. Polytechnique, 6. Dönüşüm, 7. Altın Çağdan Öyküler, 8. Londra Nehri, 9. Cennette Beş Dakika, 10. Che-2: Gerilla...

Reklam filmleri, -krizin etkisiyle olsa gerek- girişte "2 dakika sürdüğü" uyarısından da anlaşıldığı gibi pek zayıf: Ritmi önde müziğiyle yetkin, güzel bir jimnastik kulübü reklamı, aşk hikayesi dizisi havasında bir iletişim teknolojisi reklamı, iki de "bu aileden olmak ne istediğini bilmektir" sloganı/dayatması ile, sokak giysileriyle evde oturan insanları gösteren, 45 yıllık giysi "marka"sı reklamı, topu topu dört adet!

Festival boyunca film aralarında, arkadaşlarıyla, Çiçek Pasajı'na, Saray'a, Pano'ya, en çok Galatasaray'daki Çorbacı'ya giden, orada kendisini Giritli saymasına karşın "bizimkiler bunu bilmez" dediği sebzeli köfteli Girit Çorbası'yla tanışan "abla", artan zamanda el yapımı defter ve minik kartları için görüşmeler yapar: Polipropilen'den kalpler keserek ürettiği, kürkten saçlı portrelerle süslediği kapaklar arasına koyduğu güzel kalın kağıtlı defterlerle, boncuk dikerek ürettiği küçük -hediye için iyi dilek yazılabilecek- kartlar için Mefisto ile görüşür.

Bir ara, -yazılarında esip gürlese de, tek başına az pısırık "abla", bir başına gitmeye cesaret edemeyeceği- fal bakan kahvelerden hemcinslerinin olanına sinemasever sevgili arkadaşınca götürülür, ilk kez Tarot Falı baktırır: Enine boyuna gösterişli -ruh enerjisinin tümünü tutar görünen, ışıltılı- kadın "abla"yı karşısına oturtur, desteyi üçe böldürür, dokuz kağıt çekmesini ister. Kartlara bakarak "...burada bir apartmanda kaldığını, ama asıl evinin müstakil olduğu..." söyler. "...kırgınlıkların var ama kindar değilsin, elin gönlün açık... bekar mısın?... sen bu işleri kapatmışsın... kızının adının beş harfli..." der, sorduğu 6-7 harfle kızının adını bulur. "İlk çocuğu oğlan olacak... ilkini görüyorum... damat askere, yakına bir yere gidecek..." Sonra "abla"nın hedefini sorar,
gün boyu kimbilir nelerle karşılaşıyorsa, hedefini söyleyen "abla"ya, öyle fazla bir şaşkınlık göstermez; "hedefine ulaşacaksın," der, "herkese söyleme nazara gelirsin". Birkaç kağıt daha çektirir, "bir yolculuk yapacaksın, İzmir tarafına mı?" diye sorar. ("Abla" bir kaç gün sonra teyzesiyle Dalaman'a kuzenine gidecektir) "Bir haber bekliyor musun?... alacaksın... bir kart daha çek bir soru sor" der; "abla" sorar "ne zaman?", ışıklı kadın elindeki karta bakar "2010!" der "2010 senin yılın, kalabalıklar içindesin, müjdeler var, parasal sıkıntın yok, biraz sıkılıyorsun, ama önün açık..."

24 Ekim 2009 Cumartesi

"Abla" Filmekimi 2009, 8. gününde ilki festivalden iki film görür: 9 ve İki Dil Bir Bavul

ABD 2009 yapımı, 9: Yönetmen Shane Acker, seslendirenler Elijah Wood, Jennifer Connely, Christopher Plummer... Yapımcılığını Tim Burton ile Timur Bekmambetov'un yaptığı film, yönetmenin 2006 yapımı 11 dakikalık Oscar adayı kısa filminden uyarlanmış.

İki iri mercek gözü yerine konup, göğsündeki fermuar içine bir kaç gereç yerleştirilen küçük bir bez bebek, pancurundan ışık sızan tozlu bir odada uyanır. Pencereden dışarı baktığında gördüğü, taş üzerinde taş kalmamış bir Dünya'dır. Sezdiği ilk canlılık belirtisine koşar, kendisi gibi bez bebek 2, fermuarını açıp bir iki ayarlama yapar, 9 sesine kavuşur. İnsanlar ve akıllı makineler arasındaki savaş, makineler lehine sonuçlanmıştır. Dokuz bez bebek, eğilimleri gereği bir kısmı, makinelerin yarattığı dehşetten saklanarak korunmaya çalışırken, bazısı sorular sorar, eyleme geçer. Mistik anlamda "bitiş enerjisi"ni temsil eden 9, onu diken elin göğsüne koyduğu, üzerinde üç farklı işaret bulunan yarı küreyi, ona tam oturan makinenin göbeğine yerleştirir. Bu, bir felakete yol açar; hayat bulan canavar makine yakaladığı bez bebeklerin ruhlarını emer. Bu arada, 6'nın dikkat çektiği işaretlerin izlerini sürmek üzere "kaynağa", ayrıldığı odaya dönen ve 9 yazılı kutudaki mekanizmayı çalıştırıp "yaratıcı"nın mesajını izleyen 9, bilimadamının Dünya susmadan az önce kendi ruhundan dokuz parçayı "üflediği" dokuz bez bebek yaptığını, böylece kendilerine "yaşamı sürdürme olasılığı" yüklediğini öğrenir. Canavardan söktükleri ruh emiciyi, beş köşeli alevden bir yıldız ortasına yerleştirir, bir yeniden doğum (reenkarnasyon) için beş de bez gererler. Kayıplar, hapsoldukları yerden kurtulurlar ama yeniden bedenlenme yerine kaynağa, göğe yükselmeyi seçerler. 9, kalanların "şimdi ne yapacağız?" sorusuna, yağan -yaşam potansiyeli taşıyan- yağmura bakarak "Dünya'da yaşamı yeniden kuracağız" der.

Film, bir yere kadar akıl almaz genişlikteki hayâl gücünün ürünü mekanik objelerin yanısıra, sıkı bir aksiyon filmi hızında, gürültü patırdı giderken birden mistik içerikli mesajlarla ışıldayan ilahi bir mesaja dönüşür. "Abla", bu filmin de, son zamanlarda örneklerine sıkça rastlayıp sıkça tekrarladığı, yükselen bilincin dönüşümünün desteklediği, Yeni Çağ mesajlardan biri olduğundan emindir.

Vizyona bir gün önce giren, Türkiye 2009 yapımı İki Dil Bir Bavul: Yönetmenler Orhan Eskiköy, Özgür Doğan, oyuncular Emre Aydın ve tüm doğallığıyla köy halkı... Festivaldeki son filmini gördükten sonra, festival arkadaşı ve küçük kız kardeşiyle, çoktandır böyle kalabalık görmemiş Beyoğlu Sineması'na yollanıp, bol ödüllü belgesel dramayı izleyen, çok beğenen "abla", bu filmin yapılışı, onay görüp ödüller alışını, sinema salonu dolusu izleyiciye ulaşmasını... -yine- yükselen bilinç düzeyine bağlamakta gecikmez. Urfa'nın Siverek İlçesine bağlı, unutulmuş Kürt köyüne gelen yeni mezun öğretmen Denizli'li Emre Aydın, yıl boyu birinci sınıflara en azından Türkçe öğretmeyi planlar. "Abla"nın her zaman söylediği gibi "Tuz Gölü'nün ötesine bir türlü geçemeyen millî servetten, pay alamamış" köylünün, -haliyle- anadilini konuşan bebeleri okua başlarlar ama, tüm iyi niyete karşın öğretmenin dilini anlamazlar, öğretmen de onların dilini...

Okulun ilk günü saçlarını jöleleyen hevesli genç öğretmen ilerleyen zamanla jöleden vazgeçerse de, arada sabrı taşıp bağırdığı öğrencilerinden vazgeçmez. Annesiyle telefonda konuşur dertleşir, birilerinin diğerlerine tercümanlık yaptığı bir veli toplantısı yapar, Türkçeyi yabancı dil saydığı için alay edilen köylülerle ahbaplık eder, hatta bir küçüğün yarıdan kopan parmağına ilk yardım bile yapar. Sonunda birinci sınıflar bir gayret karnelerine kavuşurlar. Çocukların güzelim masumiyetini taşıyan, tümüyle yansız, olabildiğince sade biçimde, işin özüne direkt olarak ulaşmış güzel filme, kaynak bulmak için, iyi niyetli bilinçli ekip nişan takılarını bozdurmak zorunda kalmış.

"Abla"ya kalırsa, ortaya çıkan işe bakılırsa çekilen tüm sıkıntıya, zahmete değmiş!

23 Ekim 2009 Cuma

"Abla" Filmekimi 2009, 7. gününde üç film görür: Şark Oyunları, Cennette Beş Dakika, Cennetin Kapısında

Bulgaristan, İsveç 2009 yapımı Şark Oyunları: Yönetmen Kamen Kalev, oyuncular Christo Christov, (yönetmenin çocukluk arkadaşı, İtso'yu oynayan Christo Christov, çekimlerin bitmesinden kısa bir süre sonra, bir kaza geçirip yaşamını yitirmiş), Ovanes Torosian, Saadet Işıl Aksoy, Hatice Aslan (Üç Maymun'un unutulmaz annesi), Kerem Atabeyoğlu, Nikolina Yancheva... Üstüste yığılmış binalar arasında sıkışmış, parayla körüklenen şiddetin aracı olmaya aday genç ile, uyuşturucu tedavisi gören, işte zehirli spreylerle boyadığı mobilyalar evde kübik güzel resimler yapan alkolik ağabeyi, Türk aileye yönelik Neo Nazi saldırısı sırasında karşılaşırlar. Ağabey, Türk karı-koca ve genç kızlarını korumaya çalışırken dayak yer, bu tavır genç kızla yakınlaşmalarına neden olur. Dünyanın sallandığı, çağın, ruhların huzursuzluğu üzerine sohbet ederlerken genç kızın "...çok büyük bir şeyin yaklaşmakta olduğu..." sözleri, tahlil için idrar bıraktığı klinikteki psikoloğun "içindeki iyi şeylere odaklan" önerisi ile, huzursuz, arayış içindeki genç adamın "ben bir kristal olup parlamak, tüm insanları sevmek istiyorum!" dileği, "abla"ya, yaklaşmakta olan, Maya Takvimi'nin "zamanların sonu" diye adlandırdığı Yeni Çağ bilgeliğini çağrıştırır. Ona kalırsa, Laser altyazılı (vizyona hazır) filmin, belli bir bilinç düzeyine ulaşmış izleyiciye söyleyecek çok şeyi var.

İngiltere, İrlanda 2009 yapımı Cennette Beş Dakika: Yönetmen Olivier Hirschbiegel, oyuncular Liam Neeson, James Nesbitt, Anamaria Marinca... 17 yaşındaki Alistair Little, barda bir erkek gibi alkışlarla karşılanma hevesiyle, kapı önünde top sektiren 11 yaşındaki oğlan kardeşinin gözleri önünde 19 yaşındaki Katolik Jim Griffin'i öldürür. 12 yıl hapis yatan ama küçük oğlanın bakışı hafızasından silinmeyen Alistair ile, büyük oğlunun ölümünü kaldıramayıp küçük oğluna yüklenen annenin yarattığı suçluluktan kurtulamayan Joe, 33 yıl sonra, -diğerini affetmeyi öneren/gerektiren/sağlayan yeni bilinç düzeyinin etkisiyle- bir TV ekibi önünde yüzleşmeye "evet" derler. Kendisini, vicdan azabıyla yaptığı -artık kazanç da getiren- ezberlenmiş itiraflarla bekleyen Alistair hakkında, ayak işlerine bakan kızın söyledikleri, Joe'nun öldürme planını suya düşürür. Alistair, Joe'nun peşinden büyüdükleri kasabaya gider, iki adam yüzleşir, dövüşür, ikinci kat penceresinden birlikte düşerler; tüm saflığıyla cinayeti anlatan, "sabahları uyandığında beni değil, kızlarını düşün!" diyen Alistair, bir zaman sonra Joe'nun "aralarındaki hesabın kapandığını" bildirdiği kısa telefon konuşmasıyla, -o dönem- 3000 küsur cinayetten birini işlemiş olmanın ağırlığından bir oranda da olsa kurtulur. Gençlik ve çocukluklarını canlandıran oyuncular ile "abla"nın bayıldığı Liam Neeson ve James Nesbitt'in benzerlikleri -oyuncu seçimindeki titizlik- övgüye değer.

Danimarka İngiltere 2009 yapımı Cennetin Kapısında: Yönetmen Nicolas Winding Refn, oyuncular Mads Mikkelsen, Maarten Stevenson, Gary Lewis... MS 1000 dolaylarında, Paganlar tarihten yavaşça silinir, Hıristiyanların yıldızı yükselirken, dövüştürülerek sahibine gelir sağlayan tek gözlü dilsiz savaşçı, bir su birikintisinde bir önceki dövüşün çamur ve kanından arınırken dipte bulduğu ok ucu yardımıyla bağlarından kurtulur, yaptığı küçük kıyım sonrası peşine takılan küçük köle ile yola koyulur. Bir grup Hıristiyan -ve toprak, zenginlik vaadi- ile, Kutsal Topraklar'a yönelirken, denizde çöken siste aç susuz, ölümcül uzun bir yolculuk sonrası bilmedikleri, -ok uçlarını demirden değil, taştan yontan- ilkellerin topraklarına düşerler. Şiddet, korku, dehşet, Kutsal Topraklar hayalini gerçekleştirmelerine izin vermeyecektir. "Abla", değişik, kendine özgü müzik-ses ve görüntü dışında, ustasının, bu filmde, derinlikli bir takım semboller bulup, aklının ermediği açıklamalar yapacağından emindir.

22 Ekim 2009 Perşembe

"Abla" Filmekimi 2009, 6. gününde üç film görür: Cennet Batıda, Dönüşüm, Altın Çağdan Öyküler

Fransa, İtalya, Yunanistan 2009 yapımı Cennet Batıda: Yönetmen, "abla"nın -Mikis Theodorakis'in yaptığı muhteşem müziğini unutamadığı Yves Montand'lı Z ve Kuşatma (Sıkıyönetim), Vangelis'in çok güzel müziğiyle bezediği Jack Lemmon'lu Kayıp, Armin Mueller-Stahl'lı Müzik Kutusu, Ulrich Tukur'lu Amen...- neredeyse tüm filmlerini izlediği, siyasi sinemanın en iyi yönetmenlerinden Costa Gavras. Oyuncular Riccardo Scamarcio, Juliane Köhler, Ulrich Tukur... Üçüncü Dünya'nın kimbilir nerelerinden, daha iyi yaşam için, hurda bir gemiyle batıya ulaşmaya çalışan kalabalık, deniz devriyesine rastlar. Filmin kahramanı Elias, suya atlar, gece boyu yüzer; yorgunluktan sızdığı kumsal, bir çıplaklar kampının da içinde bulunduğu Cennet isimli tatil köyüne aittir. Elias, polis ablukasındaki kamptan kaçana dek, durumunu farkedenlerce cinsel açıdan kullanılır. Otostopla Paris'e uğraşmaya çalışırken kısa süreli işlerde çalışır, kendisine ceketler hediye edilir, ceketler çalar, ceketler çaldırır... Yumuşak, az fantastik, -"abla"nın alerji duyduğu- "sihirbaz" soslu film ile gözünde yaşlarla izlediği diğer tüm muhteşem politik filmleri çeken, sanki aynı Costa Gavras değil! Kendinde, bir sahne, polisten kaçarken, çingenelerin Elias'ı kendilerinden sanıp gitmekte olan arabaya çekip aldıkları, "gaco olup olmadığını" sorguladıkları içten güzel sahne dışında filmden bir şey kalmayacağından emin "abla" laser altyazılı (vizyona hazır) film yerine, meraklısına, yönetmenin diğer filmlerini izlemelerini öneririr.

Fransa, Lüksemburg, Belçika 2009 yapımı Dönüşüm: Yönetmen Marine de Van, oyuncular Sophie Marceau, Monica Bellucci, Andrea Di Stefano... Yazarlığı yayıncıdan olumsuz puan alan genç kadın, moral bozukluğuyla döndüğü evinde, eşyaların yerlerinin değişti(rildi)ğini görür/düşünür/sanır. Hafızasında arada beliren bulanıklıkların nedeni, 8 yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasıdır görünüşte ama, derinde, daha derinde bir boşluk vardır. Bu arada, kocası, çocukları, annesi, -kumarhanede uzun bir sahne boyunca- yüzü, bedeni değişmeye devam eder. Bir kriz sonrası sığındığı annesinin evinde bulduğu bir fotoğraftan iz sürerek İtalya'ya gider; karşılaştığı insanlar, sanki, anılarının eksik parçalarıdır. Psikolojik gerilim filmi, tam "abla"nın bayıldığı türden!

Romanya 2009 yapımı Altın Çağdan Öyküler: Yönetmenler Hanno Höfer, Marculescu, Cristian Mungiu, Popescu, Ioana Uricaru, oyuncular Alexadru Potocean, Birau, Ion Sapdaru.... Çavuşesku rejiminin son onbeş yılı, tüm yoksunluğuna karşın Romanya'nın Altın Çağ'ı olarak adlandırılmış. Film, döneme ait, birçoğu çok komik bir takım öyküler anlatan bir kaç bölümden oluşmakta... "Hevesli Yoldaş", tüm Romanya'nın okuryazar olmasına baş koyar; "Teftiş"ten sonra eğlenmek üzere hep birlikte lunaparkta uçan sandalyelere binen yoldaşlar, aşağıda elektriği kapatacak kimse kalmadığından sabaha dek dönüp dururlar; "Parti Fotoğrafçısı" genç, dar zamanda, Giscard d'Estaing'le dengelensin diye başına bir şapka kondurduğu Çavuşesku'nun elindeki şapkayı silmeyi unutur; "Açgözlü Polis Komiseri"yle karısı, sessizce öldürmek istedikleri domuzu, oğularının aklına uyup tüp gazla öldürmeye çalışırken mutfağı havaya uçururlar; "Tavuk Kamyonu Şoförü", ayakta kalmak için, aklını karıştırdığı sürücülerden yumurta "sızdıran" kadın lokantacının tuzağına düşer; genç bir kız öğrenci ile bir adam "Hava Satanların Öyküsü"nde, bir dolap çevirip topladıkları şişeleri satarlar... Oldum olası Orta ve Doğu Avrupa Sineması'na, animasyon filmlerine -dayandıkları çok köklü Sovyet Sineması'ndan gelen muhteşem birikim sonucu olmalı- bayılan "abla", güzelim, doğal oyunculuğa bir kez daha hayran kalır.

21 Ekim 2009 Çarşamba

"Abla" Filmekimi 2009, 5. gününde üç film görür: Gel Porno Çevirelim, Londra Nehri ve Kan Arzusu

ABD, 2009 yapımı Gel Porno Çevirelim: Yönetmen Lynn Shelton, oyuncular Mark Duplass, Joshua Leonard, Alycia Delmore, Lynn Shelton... Üniversiteden arkadaş, orta yaşa yol almakta iki adam, yıllar sonra bir araya gelirler; birinin eşi, kurulu düzeni vardır, diğeri -henüz hiçbir projeyi bitirememiş olsa da- sanatçı olduğu düşüncesindedir. İlk akşam, çokça içilen bir partide çocukca zıtlaşıp iddialaşırken birdenbire kendilerini iki heteroseksüel erkek arasındaki cinsel deneyimi sanatkârca filme çekme projesi içinde bulurlar. Evli olanın eşi "istiyorsan yapmalısın" der, "aklında bu varken yola devam edemeyiz". Sonunda iki arkadaş kiraladıkları bir otel odasında, ellerinde küçük bir kamerayla, buluşurlar; ne var ki, sarhoşken attıklarını ayıkken tutmaları zordur. Eğlenceli, "abla" kuşağı izleyicinin hazmetmesi zor diyaloglarla süren film, masum bir finalle sona erer.

İngiltere-Fransa-Cezayir, 2009 yapımı Londra Nehri: Yönetmen Rachid Bouchareb, oyuncular, Brenda Blethyn, Sotigui Kouyate, Sami Bouajila... 7 Temmuz 2005'te Londra'daki otobüs ve metro istasyonlarına yapılan bombalı saldırılardan sonra çocuklarından haber alamayan İngiliz anneyle, Fransa'da çalışan Afrika'lı babanın yolları, arama sürecinde çakışır. Anne, kızının, birlikte yaşadığı Afrika kökenli Müslüman genç tarafından bu işe bulaştırıldığını düşünürken, Arapça dersi aldıkları dershanede çekilmiş resimleri, Afrikalı babaya da aynı şeyi düşündürür. Hastaneleri, morgu birbirlerini izleyerek gezerler, önyargılarını aşıp işbirliğine gitmeleri zaman alır. O arada Fransa'da orman bekçisi babanın parası biter, kızın evinde kalan anne "madem çocuklarımız birlikte kalıyormuş" der, "siz de burada kalabilirsiniz". Ertesi sabah polis gelir; götürüldükleri yerde çocuklarının bombalanan otobüste olduğunu, onlardan geriye görülecek/gömülecek bir şey kalmadığını öğrenirler. Bir olasılıktan çok, dileği andıran film, babanın anneye söylediği tevekkül içeren hüzünlü küçük şarkıyla vedalaşmaları ardından eski yaşamlarına, eksik, kırık, dökük dönmeleriyle sona erer.

Güney Kore, 2009 yapımı Kan Arzusu: Emek Sineması sokağını dolduran kuyruk, İhtiyar Delikanlı(Old Boy)nın da yönetmeni Park Chan-wook'a yakışır uzunlukta. Oyuncular Kim Hae-sook, Shin Ha-kyun, Kim Ok-vin, Song Kang-ho... İzleyicinin Festivalin başından bu yana ilk kez laser alt yazıyla izlediği, Afşar Film logolu film, belli ki vizyon için gün saymakta. Bekâr erkeklere bulaşan ölümcül bir hastalık için gönüllü denek olan genç rahip 500 kişi arasında hastalığı yenen tek kişidir, ve bunun nedeni deneyler sırasında kanının vampir kanıyla etkilenmiş olmasıdır. İnsanların laboratuvar çevresinde çadırlar kurup mucize beklemelerine neden olan bir takım duyarlılıklar geliştirirken, dostu olduğu ailenin gelini, rahibi cinsel taleplerle sıkıştırır. Üstü pozisyondaki yaşlı, kör, kötürüm peder, beslediği genç rahipten kendisi için bir iyilik ister ama açlık problemini komada bir hastadan sağladığı kanla gideren genç rahip bunu reddeder. Bir zayıflık anında genç kadını vampir kadrosuna dahil etmesi ise çok büyük bir hatadır; kadının karın doyurmak ötesinde zevk için öldürmeye başlaması üzerine bu problemi çözmek rahibe düşer. Yer yer çok komik film, aklı halâ İstanbul Film Festivali'nde izleyip çok beğendiği vampir filmi Gir Kanıma'da olan "abla" için gereğinden fazla kanlıdır.

20 Ekim 2009 Salı

"Abla" Filmekimi 2009, 4. gününde üç film görür: İntikam Peşinde, Che 1 - Arjantin ve Che 2 - Gerilla

Hong Kong-Fransa, 2009 yapımı İntikam Peşinde, "abla" ile birlikte izledikleri filmin çıkışında, arkadaşının "gitti iki saatimiz!" diyerek pek güzel ifade ettiği gibi, yeni bir sözü olmayan filmlerden. Yönetmen Johnnie To, oyuncular, "abla"nın bir zamanlar Sylvie Vartan'la yaşadığı aşkla hatırladığı şarkıcı Johnny Hallyday, Sylvie Testud, Simon Yam... Hikâye basit: Bir Mafya patronunun kendisiyle ilgili bilgiyi açık edeceğini düşünerek öldürttüğü ailenin büyükbabası, Paris'teki lokantasını bırakır, Makao'ya kızının intikamını almaya gelir. Yol yordam bilmediğinden, kaldığı otelde tesadüfen icraatına tanık olduğu üç tetikçinin desteğine ihtiyaç duyar. 20 yıl önceki -"polis gibi bir şey" dediği kiralık katillik mesleğinden gelen- yeteneklerini kazanırsa da, kafatasındaki kurşun yüzünden hafızası ara sıra bulanır. Memento (Akıl Defteri) soslu filmden akılda kalan bir kaç sahne, dolunaylı gecedeki ve tarladaki kağıt balyalı vuruşma, Eski Beşli'nin evinden kaçış, atış taliminde bisikletin kurşun itişiyle yol alışı... Johnny Hallyday'ın rolü önce Alain Delon'a önerilmiş.

İspanya-Fransa, 2008 yapımı Che 1 - Arjantin ve Che 2 - Gerilla, ardarda iki seansta izlenen, uzun bir çeşit belgesel. Yönetmen Steven Soderberg, oyuncular Benicio Del Toro, Santiago Cabrera, Vladimir Cruz, Jorge Perrugoria... "Abla"nın, Devrimin İzinde başlıklı Küba gezisi sırasında görüp, izlenimlerini http://senbilirsinablaseyyah.blogspot.com/2008/10/yerel-rehber-jorge-kuran biri.html adresinde anlattığı Sierra Madre'deki kamp yaşamı, devrimin önemli kilometre taşı -Che'nin anıt mezarını, müzeyi ziyaret ettikleri- Santa Clara gibi filmin birçok mekânını tanıyor olmak, bolca flashback'le anlatılan birinci bölümü izlemeyi hiç de kolaylaştırmaz.

İzleyen seansta, Che'nin Bolivya'ya geçişi, örgütlenme çabası, yakasını hiç bırakmayan astım krizleri, Amerikan destekli iktidarın daha deneyimli oluşuna ek, zamanın bilinç düzeyinin -artık-hareketi desteklemeyişi yüzünden başarısızlığa uğrayışı, çizgisel -bilmemkaçıncı gün- düzende, izlenmesi çok daha kolay biçimde anlatılır. Sonunu bildiği film, bir kez daha "abla"nın yüreğini derin derin sızlatır.

19 Ekim 2009 Pazartesi

"Abla" Filmekimi 2009, 3. gününde iki film görür: Polytechnique ve Ay

Kanada, 2009 yapımı Polytechnique'in yönetmeni Denis Villeneuve, oyuncuları Sebastien Huberdeau, Maxim Gaudette, Karine Vanasse... 6 Aralık 1989'da, Kanada Montreal'deki Politeknik Okulu öğrencilerinden, fırsatçı olduğunu düşündüğü feministlerin, gerçekleri kendi çıkarlarına değiştirmelerine kızan, (asosyal olduğu gerekçesiyle askeri okula alınmayan) biri, okulu basar. Girdiği ilk sınıfta kızlarla oğlanları ayırır, kızları vurur, okul içinde kızlara ateş ederek dolaşır. Okul güvenlik görevlisinin başta şaka sandığı eylem, ondört kız öğrencinin yaşamına mal olur. İlk elden tanık öğrencilerden bir oğlan, katilin ardından dolaşarak yaralılara yardıma çalışır; öyle çaresizdir ki, yumuşak tınılı hüzünlü müzik eşliğinde okuldan çıkar annesine gider, onunla birlikte karda odun kırar, yılbaşı planı yapar, vedalaşır, beyaz, acı, soğuk bir ağaç altında arabasının egzostuna bağladığı hortumu içeri yönlendirir, motoru çalıştırır.Refah toplumunun bağışıklık düzeyi düşük savunmasız bireylerini darmadağın eden olayın etkisini, biri travmayı atlatamayıp intihar eden erkek, diğeri yaralanarak kurtulan kız öğrenci çevresinde anlatan yönetmen, ekranda kan görünmesin diye filmi siyah beyaz çekmiş. Yargı yok, kurgu yok, duygusallık bile yok... Herşey tam olması gerektiği gibi, güzel ve doğru anlatılmış. Arabasından silahı ve mermileri alıp çıkmadan, annesine direksiyon üzerinde kargacık burgacık bir yazıyla "özür dilerim anne, böyle olması gerekiyor" notu bırakan genç, sonunda alnına dayadığı tüfeğin tetiğini çeker, az önce vurduğu kızlardan birinin yanına düşer. Yaşamın ortasında, yaşamın hüzünlü bir parçası olarak, tüm doğallığıyla "yaşanan" ölüm!

"Abla"ya, bir ihtimâl salon dolusu izleyiciye yaşamın anlamını sorduran film, Kanada'da en çok gişe geliri elde eden filmlerden biri olmuş.

Biletlerini, hafta içi, 11:00, 13:30, 16:00 seanslarının 3.5 TL olması yüzünden hafta içine kaydıran "abla"nın, Filmekimi, 3. gününden ikinci filmi, bayıldığı türden bilimkurgu gerilim, İngiltere, 2009 yapımı Ay: David Bowie'nin oğlu Duncan Jones yönetiminde Sam Rockwell'in canlandırdığı Sam Bell, Ay yüzündeki kayalardan hasat ettikleri Helyum-3'ten ürettikleri temiz enerjiyle Dünya'nın enerji sorununu çözmüş görünen Lunar şirketinin, Ay'da kurduğu tesiste çalışan/yaşayan elemanıdır. Dokuzbin küsur saattir üzerinde çalıştığı kasaba maketi, söyleştiği bitkileri, ekranında duygusal ifadeler yansıtan suratla, Kevin Spacey'nin seslendirdiği robot bilgisayar Gerty'nin arkadaşlığı ve canlı bağlantı kuramadığı karısıyla kızından gelen bant mesajlarla geçirdiği üç yıllık görev süresinin sona ermesine iki hafta kala tuhaflıklar, yanılsamalar ve kazalar yaşamaya başlayan Sam, bir süre sonra yaşamına bir "kendisi" daha eklendiğini görür. Kimin klon olduğu tartışmaları, itişip kakışmaları arasında aldığı ufak tefek yaralar iyileşeceğine, giderek kötüleşmekte, Sam, görünüşe göre görev süresiyle birlikte sona ermektedir. Seyyar bir iletişim cihazıyla, -dört yaşlarında olduğunu sandığı- 15 yaşındaki kızından karısının bir kaç yıl önce öldüğünü öğrendikten sonra araştırmalarını sıklaştırıp "Dünya'ya dönüş kutusu" dibinde bulduğu merdivenlerle bir kat alttaki galeriye inen, orada zamanı geldiğinde "uyandırılacak" onlarca Sam klonu bulan Sam'lar, yaklaşmakta olan kurtarma ekibine, uygun açıklama sunacak bir çözüm bulmaya çalışırlar.

NASA'nın Houston Uzay Merkezi'nde ders programına alınan, kapalı, durgun kapsül yaşamı temposunda akan film, sonunda, kötüler cezalarını bulsa da hatıraların da yüklendiği çaresiz klonların hüznünü taşır.

18 Ekim 2009 Pazar

"Abla" biri Filmekimi 2009, 2. gününden Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, diğeri vizyondan Karanlıktakiler, iki film görür.

2009 ABD yapımı Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, "abla"nın, esprili yaklaşımına bayıldığı zekî yönetmen Michael Moore'dan. Tekrarlamaya bayıldıkları gözde deyişle Amerikan toplumunun yaşam biçimini inceleyen, aksaklıkları çok neşeli bir dille ortaya koyan yönetmenin bu kez konusu kapitalizm: Kalbi üzüntüye dayanamayacak kadar zayıf olanların izlememeleri önerisiyle başlayan film, evlerine -Amerika'da her 7 saniyede bir- haciz gelenlerin acıklı durumundan, geçinmek için -kan- plazması satan pilotlara, "türev" gibi paradan para sızdırmaya yönelik, işin içindekilerin dahi açıklamakta yetersiz kaldıkları Wall Street icadı kavramlara, ölü ırgat diye adlandırdıkları elemanlarını -onların bilgisi dışında- sigortalayıp, ölümleriyle binlerce dolarlık kârlar elde eden, pek çoğu bizim için de tanıdık şirketlere... sürer giderken, Michael Moore mikrofonu, kendisinin, ardından kardeşinin nikâhlarını kıyan iki pedere, ve hatta bir piskoposa yöneltir, kapitalizmin "kitaptaki yeri"ni soruşturur. Aldığı cevap, bir senatörün de dediği gibi "hemşire, polis, öğretmen gibi hayatımızı kolaylaştıran gerçek kişiler yerine, yıllarca dergi kapaklarına zengin, ünlü, güçlü kişilerin resimlerini bastık; değer yargılarımızı gözden geçirmeli, değiştirmeliyiz" olur. Obama'nın seçim kampanyasını sakatlamasını umut eden muhaliflerin, gençlerin bunca tekrarlanan Sosyalizm kavramını merak edip sahiplenmeleriyle nasıl hayâl kırıklığı yaşadığını anlatan Moore üşenmez, koca bir kamyonla, -sarı "suç mahali" bandı ile çepeçevre kuşattığı- entrikacı şirketlerin kapısına dayanır, içeri sokulmayınca çalınan paraları koymaları için üzerinde $ simgesi olan bez torbayı uzatır, "pencereden atın!" diye seslenir. "Abla"yı en güldüren bölümde ise, sarışın güzel bir kadının tatlı sesiyle yaptığı "evleriniz karşılığında kredi verelim" içerikli konuşma, bir yerden sonra fonda, Baba filminin müziği ile, Marlon Brando'nun kısık sesine dönüşür.

İçinde bulunduğumuz "kriz"i, bundan güzel anlatan bir başka belgesel çıkmayacağından emin "abla", bu işlerin nasıl yürüdüğünü, paraların nasıl yürütüldüğünü bilmek isteyenlere Michael Moore belgeselini hararetle önerir.

2009 Türkiye yapımı Karanlıktakiler, "abla"nın beğendiği yönetmen Çağan Irmak'tan, yine pek güzel bir film: Oyuncular, -Ümit Ünal filmi Ara'daki güzel oyunculuğuna bayıldığı- Egemen'e cuk oturmuş Erdem Akakçe, gençliğinde yaşadığı travmayla sakatlanmış, korkuları elinde oyuncak hafif kaçık, her şeyiyle gayet uygun anne Meral Çetinkaya, -"abla"nın Zeki Demirkubuz'un Masumiyet'inden bu yana yeri ayrı- şehrin, hayatın örselediği reklamcı Derya Alabora, -Tayfun Pirselimoğlu'nun Rıza'sından tanıdık- hayata kırgın, geri sayımda Rıza Akın, ablasına göz kulak olurken, kiralarla da ilgilenen (?) kızkardeş Şebnem Dilligil... Balıkçı köyü, reklâm ajansı, oyuncular kadar güçlü konak... mekânların tümü çok güzel, hikâyenin akışı onlardan da güzel! Evine bırakıp başını beklediği sarhoş patronunun ayılıp taksi parası verdiği Egemen'in, "bizim kirada dairelerimiz var, o kadar değiliz..." türünden içten yanıtında olduğu gibi, diyaloglar ne eksik ne fazla, doğru ve yerli yerinde... Sigara dumanı ardındaki annesinin, "malı mülkü üzerine yaptıran kadınların sokağa attığı koca..." hikâyeleriyle karşı cinsten uzak tuttuğu; evin bakımını üstlenmiş yeğeninin "biz ne yapacağız?" sorusuna "sabır" öneren teyzeye bir de umutsuz aşk hikâyesi eklenince Egemen, kentin karanlığına dalar, aşamadığı, aşabilmesi imkânsız görünen kendi karanlığına çözüm arar...

Etkileyici, akılda kalıcı, çok güzel bir film.

17 Ekim 2009 Cumartesi

"Abla" iki film görür: Filmekimi 2009 1. gününden İspiyoncu, vizyondan Uzak İhtimal

Kurşunî gök altında turkuaza boyanan denize bakan evini, mırıl mırıl yağmurlara bırakan, aklı tek gözü iltihapla kapanmış sevgili kedisinde, gelip, İstanbul'un kendisi olmasa da pekala olur nüfusunu bir kişi daha artıran "abla", cumartesi sabahı geliş amacını gerçekleştirmek üzere Taksim'e, Emek Sineması'na yollanır. Emek'in emektarları Murat ve Hayri Bey, "yer gösterici" yerlerini biri eski, diğeri yeni, gayretli bir gence bırakıp, -ne olduğu belirsiz- bir şeyleri de yanlarında götürerek gitmişler. İşletmeci Hikmet Bey zamanında reklamlardan sonraki bir dakikalık aralıkta -mutlaka- inen altın perdede hareket yok.

ABD, 2009 yapımı İspiyoncu'nun yönetmeni Steven Soderberg, oyuncular Matt Damon, Melanie Lynskey, Scott Bakula... Amerikan tarihinde bir üst düzey yetkilinin, şirketle ilgili sırları bu derece şaşırtıcı boyutta ifşa ettiği, yaşanmış bir olayı anlatan filmin kahramanı Mark Whitacre, şirkette kendisinin üstündekileri tasfiye etme planıyla, ürettikleri maddeye önce virüs katar, sonra arıtır, arada şantajcı bir Japon yaratır, FBI'ın işe karışmasından sonra ajan 0014 (007'den iki kat zekî olduğu iddiasıyla) havasına bürünür; doktorunun kendisiyle ilgili bir tanısını belirttiği sahte antetlideki "alan kodu" yakalanana kadar, yalanla gerçeğin birbirine karıştığı üç yıla yayılan sürede, yüzlerce saatlik kaset kaydı yapar. Sonunda yargı önüne çıktığında, yargıcın "bu bildiğimiz açgözlülük!" dediği, dolandırıcılık suçundan 9 yıla mahkûm edilir. Paranoyaya yatkın Amerikan toplumunda yalanlarını sürdürebilmekte zorlanmayan zihinsel bir rahatsızlıkla malûl Mark, af talebinde bulunurken "fiyat sabitleme" konusuna dikkat çekerek hükûmetin binlerce dolarlık para toparladığının altını çizmeyi ihmâl etmez.

"Abla" aklının hiç yatmadığı entrikayla altüst fikrini dengelemek üzere, epeydir aklında, afişi ödül çelenkleriyle dolu Uzak İhtimal'i görmek üzere seansı en yakın sinemaya girer. 2008 Türkiye yapımı filmin yönetmeni, "abla"nın adının altını çizdiği Mahmut Fazıl Coşkun, oyuncuları Nadir Sarıbacak, Görkem Yeltan, Ersan Uysal... Ankara Beypazarlı Musa, Tophane'de alçakgönüllü ufak cemaati barındıran küçük bir camiye müezzin olarak atanır. Galata Kulesi'ne bakan eski apartmandaki daire-lojmanın mutfak penceresi, bitişik dairede kendisini büyüten yatalak rahibeye bakan Clara'nın mutfağını görür. Ufak tefek karşılaşmalar, yardımlaşmalar olur; Musa'nın bir yandan için için beğendiği Clara, bir yandan da yanında çalıştığı yaşlı sahaf tarafından izlenir. Saf Musa, şehrin ite dönüştürdüğü akrabasının üçkağıdına gelir, sahafla beraber başları derde girer, ilgileri olmadığı anlaşılır paçayı kurtarırlar... Yaşamları açıklamaktan korktukları sırlarıyla, öylece akıp giderken, yatalak rahibe ölür. Kendisine oradan buradan satın aldığı eski fotoğraflarla bir geçmiş -albüm- yaratmaya çalışan Clara, yaşamına sessizce yeni bir rota çizerken, onu seven iki adam, filmin adına uyan biçimde gidişine izin verirler. Gönlü "sevenler ayrılmasın"dan yana olsa da "abla", bu sonun filme çok yakıştığı fikrindedir.

9 Ekim 2009 Cuma

"Abla"nın, Endülüs-Fas Gezisi sırasında rastladığı sinema mekânları: Barcelona'dan Marakeş'e...

Döndü döneli Endülüs-Fas yolculuğunda aldığı notlardan ürettiği gezi yazılarına dalan "abla", İspanya'da, Barcelona Güell Park'tan başlayarak, Kazablanka, Atlas Dağları'ndaki çöl ile Aid Ben Haddu Köyü ve Marakeş rotasında, esaslı bir sinema yolculuğu da yaptığını farkeder, http://senbilirsinablaseyyah.blogspot.com/ adresinde tamamı okunabilecek gezi yazılarından sinemayla ilgi satırları ayıklar, paragraflar hâlinde sunar:

...1 saat geri İspanya saatince 16:30'da Barcelona'ya konar, Güell Parkı'nı gezmekte olan gruba eklenirler. Yerel rehber hanımın, Antoni Gaudi'nin evi önünde karşılayıp "...proje 60 evi kapsıyor, henüz 3-4 tanesi tamamlandı..." diyerek başlattığı becerikli sunumuyla arayı kapatırlar. Kendilerini merakla bekleyen grup dinlenip fotoğraf çekerken, yerel rehberin Woody Allen'ın Vicky, Cristina, Barcelona filmiyle -"abla" tam tersi olması gerektiğini düşünürken- bağlantılandırdığı seramik mozaikle işli terası, önündeki palmiyeler formunda taraçaları, akıl almaz bir hayâl gücünün ürünü dehlizleri, engebeli tavanı çok güzel mozaik seramik madalyonlarla bezeli hâl binasını, kafesindeki demir uzaktan iğne oyasına benzeyen penceresiyle Ziyaretçi Evi'ni, tuhaf mitolojik bir canavarla süslü çeşmeyi, yetmişikibuçuk milletten insanın fotoğraf çekti(rdi)ği merdivenleri... seri biçimde gezer, 76 yaşındayken bir tramvayın çarpmasıyla yaşamını kaybeden Antoni Gaudi'yi hayranlıkla anarlar...

"...1515'te Portekizliler'in kurduğu Dar ül Beyza, Beyaz Ev anlamına gelen Kazablanka, endüstri merkezi, ekonomik başkent... -1943'te, film, senaryo, yönetmen dallarında Oscar alan, Michael Curtis'in yönettiği Ingrid Bergman (Ilsa), Humprey Bogart (Rick)'ın oynadığı, Ingrid Bergman'ın, ayrılık acısıyla, şarkılarını çalmasını istediği piyaniste "bir daha çal Sam" sözüyle de belleklerde- Casablanca filminin tümü Hollywood'da çekilmiş, burada Rick's Bar diye bir yer yok, yakın zamanda Amerikalı bir kadın, isim hakkını alarak Rick's Cafe açmış..."

...
1934 tarihli Alfred Hitchcock klâsiği, James Stewart ve Doris Day'in oynadığı Çok Şey Bilen Adam'ın çekildiği Marakeş'te, Bahia Sarayı'na ulaşan grubu, zeminin ufalanmasından, bahçelerden... gözlenen bakımsızlığına karşın, Endülüs'tekiler kadar muhteşem bir saray karşılar. "...Sarayı vezirin ölümünden sonra, 1956'ya dek Fransızlar kullanmış, bir dönem, 2. Hasan'ın Kraliyet Muhafızları için karargâh olmuş. Çok Şey Bilen Adam, Arabistan'lı Lawrance, Büyük İskender, Gladyatör, Mumya serisinin bazı sahneleri... bu sarayda çekilmiş." ("Abla"nın aklında kaldığı kadarıyla genel müzecilik anlayışında, mobilyalar zarar görmesin diye, değil film çekimine, flaşlı çekime bile izin verilmezken, Bahia Sarayı'nda mobilyalar, film çekimi için yerlerine konuluyormuş!)...

...Hoplaya sıçraya, kahkahalarla aldıkları 4-5 km. sonunda arabalardan inip, fotoğraf çekmeye koyulan grubun modeli, aralarında Büyük İskender, Gladyatör, Arabistanlı Lawrance'ın da olduğu pek çok filme platoluk yapmış çöl. Engebeli, minik kuru ot öbekleri dışında görünürde canlı olmayan çöl, sıcak; 25-30 kişilik grupla bile, özgürlükle karışık tuhaf bir melankoli duygusu yaratır biçimde, ıssız!..

...Uzaktan, değişen ışıkla pek güzel görüntü veren (Avrupalıların, yabancılara taktıkları isimle Barbar'dan gelme) Berberî köyü Aid Ben Haddu da bir plâto; Muhammed'in iguanasıyla, çölde sıcağı yansıttığı söylenen indigo mavisi cellabeli Berberî'nin yılanıyla, 11. yy.dan kalma Aid Ben Haddu Köyü fonu önünde çekilen fotoğraflar tamamlanır, grup, kapısında bir sfenksin durduğu, 1983'te 30 hektar alana kurulmuş CLA Studios'a yollanır...

...Hotel Oscar'ın duvarları, ev sahipliği yaptığı ünlülerin fotoğrafları, orada çekilen filmlerin afişleriyle süslü. "Abla"nın çerçeveli bir listeden not ettikleri: ...The Jevel of the Nil (1984-85), Kundun (1996), Cleopatra (1998), Seventh Scroll (1998-99), Asterix ve Obelix (2000), Tepenin Gözleri (2007)...

...Bir sonraki durak, Quarzazate'de, 15 dirheme birer bilet alıp girdikleri Sinema Müzesi: Önlerinde hangi filmlerde kullanıldığının belirtildiği birer plaket bulunan, görkemli görüntüsüne karşın, -parmakla tıklatıldığında sunta, kontrplak, kâğıt, tahta, alçı... türünden malzemesi hakkında fikir veren bir ses çıkan- dekor/mekânlar, zindan, senato, hospital ward, prayer ward, throne area... olarak, önlerinde yazılı pek çok filmde kullanılmış. Havuzlu taht salonu, -elbette grubun en iltifat ettiği yerdir- "abla" dahil bir çoğu tahtta poz verir...

...Bakımlı, parlak renkli çiçekli bahçede, içinde sular şırıldayan dekor mağara çıkışında, yaklaşanları eliyle koluyla "başını çarpma!" diye uyaran yaşlı adam, Arabistanlı Lawrance, Büyük İskender, Sahara, Babil, Gladyatör, Kingdom of the Heaven... filmleri gereçlerinin sergilendiği salon, Firavunun gözdesinin yatağı, Roma ve Mısır savaş arabaları, kostümler, kırık tabletler, 1800'lerden kalma ekipmanın sergilendiği salon, müzenin diğer bölümleri...