22 Aralık 2009 Salı

"Abla", kızı ve kız kardeşiyle Vavien'i görür: Film, grubun oybirliğiyle, çok beğenilir.

Ucundan yakaladığı 12. Sinema Tarih Buluşması son günü kendisine, Galatasaray'daki Çorbacı'da çorba ısmarlayan festival arkadaşının "festival bitiyor, sırada ne var, hangi filmleri izleyeceksin?" sorusuna "abla", gelecek maçlara bakacağı... yanıtını verir.

Kızının, film girer girmez görüp, bayılıp ille annesi de görsün istediği, üç boyutlu Avatar seanslarına yaklaşmak ne mümkün! Perşembe değişen afişler arasında, "abla"nın ilk tercihi, Vavien 'e bilet alan üçlü, filmden, oybirliğiyle sağlanmış kesin beğeniyle çıkarlar.

2009 Türkiye yapımı Vavien: Yönetmen(ler) Yağmur ve Durul Taylan, senaryo Engin Günaydın, oyuncular Engin Günaydın, Binnur Kaya, Settar Tanrıöğen, İlker Aksum, Serra Yılmaz...

Aile içi anketinde, Avrupa Yakası'nda en çok kime sinir olduğu?.. sorusuna, dizinin sadık izleyicilerinden "abla", hiç tereddüt etmeden "Burhan!" yanıtı verir. Emek vermeden talep etmek fikri, 1980'lerden sonra türeyen, voli vurma, köşe dönme mantığı, "abla"nın aklına oldum olası yatmamıştır. TV dizileri arasında ilk kez, En Son Babalar Duyar'da boy gösteren, büyük kız (Hûlya)nın kocası üçkağıtçı enişte tiplemesi ile dikkatini çeken/rahatsız eden, emeksiz yemek peşindeki asalakların bir diğer üyesi, kendini, duygu sömürüsü yaparak kabul ettirmeye çalışan, Bir Demet Tiyatro'nun -yine küçük hırsız- zabıta İrfan'ı, Burhan'dan "abla" hiiiiç hazzetmez!

"Pikniğe gidelim mi?" diyerek otuziki dişini sergilediği özel gülüşü ve başta çok kısa süren Burhan etkisi ("abla" bunun kendi şartlanmasından doğabileceğinden şüphelenir) sonrası, az, öz, çok doğru diyaloglarla yürüyüp, taşra zamanında gelişen incelikli senaryonun anlattığı, Almanya'da çalışan ana-babanın kızı -muhteşem Binnur Kaya- ile para için evlenmiş Celâl'in küçük cinayet öyküsü, kara komedi gibi görünse de, "abla"ya kalırsa, Sevilay boyutuyla derin, sessiz, koyu bir aşk filmi.

Annenin eli, Soderbergh'in Sex, Lies and Videotapes filminde, Andie MacDowell terapistiyle konuşurken ortaya çıkan seks-çöp yığınları bağlantısını hatırlatır biçimde, mutfak lavabosunda bir bardağı gıcırdata gıcırdata uzun uzun yıkarken, yeniyetme oğulun -yıkadığını, izleyicinin hiç görmediği- eli, babasının zengin porno CD arşivini eşeler. Babanın eli, kayınbabanın kızına, günahı kadar sevmediği damadından, -çok eğlenceli telefon konuşmalarıyla- gizlemesini telkin ederek yolladığı parayı sakladığı teneke kutudan hiç çıkmaz. Bir kısmı, Celâl'in, ağabeyi ile bir ihale yalanı uydurup gittikleri pavyonda tutulduğu Sibel'e aktarılsa da, paranın kalanı hatırı sayılır miktara ulaşmıştır. Öte yandan, ağabeyi, -Bir Demet Tiyatro'nun "abla"nın bayıldığı tiplemelerinden, "ikiz yatak" Saldıray- ile ortak yürüttükleri elektrikçi dükkânı ise borç içindedir.

Ve Celâl, üçüncü sayfa haberi ayarında küçük bir cinayet plânlar, mekanik altyapısını ayarlar, prova eder. Yağdı yağacak Karadeniz sabahlarından birinde olayın şahitlerini toplar Düden Şelalesi'ne pikniğe giderler; plan yürür. Çarşıda, bir tek, -yeniyetmenin, kızını mıncıkladığı- televizyoncunun
"o kapı nasıl açıldı ki?" diyerek şüphesini ortaya koyduğu kaybın, ardından ağlandığı bir kaç günden sonra, bir sabah, yara bere içinde gelen anne, yine taşra, sükûneti, bilgeliği içinde, büyük sevinç yaratmaz.

Babasının yolladığı paranın yerinde olmadığını anlaması uzun sürmeyen, vekil hanımın -yerine pek güzel oturmuş Serra Yılmaz- yemeklerine bayıldığı Sevilay, parayı sorduğu kocasından "bilene sor, ben biliyor muydum?" yanıtı alır.

Düğüm, cinayet girişimini anlatıp dayak yediği ağabeyinin önerisi üzerine, Celâl'in, paranın yarısını karısına "ihâle için ödeme yaptılar..." diyerek götürmesi, metrelerce derinlikteki uçuruma düşmenin etkisiyle yaşadığı bilinç değişikliği sonucu, babasının bağırtısı ile kalbinin fısıltısı arasında bir seçim yapan Sevilay'ın, -unutulmaz mutfak sahnesinde- "senden başka hiç bir şey istemiyorum" diyerek parayı reddetmesiyle çözülür.

Başında, kirli tabağını lavaboya koyup yukarı çıkan, vavien bağlantısı olmayan elektriği kapayamadığı için söylenen vekil hanımın, sonunda Sevilay'ın önayak oluşuyla huzurevi inşaatı elektrik işini önerdiği Celâl ile ağabeyinin vavien bağlantısı kurduğu elektrik düğmesini, merdivenlerin yukarısından kapatması ile, bir anlamda devre tamamlanır; oybirliğiyle sağlanmış kesin beğeniyi hakederen film/yaşam, iyilikle, sevgiyle, doğal akışına döner.

18 Aralık 2009 Cuma

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 7. ve son gününde "abla" üç film daha görür: Acının Hayaleti, Komşum Katilim, Bir Kız

2009 Almanya yapımı Acının Hayaleti: Yönetmen Matthias Emcke, oyuncular Til Schweiger, Jana Pallaske, Stipe Erceg, Luna Schweiger, Julia Brendler... Avrupa kültürlerini buluşturan festivalde, diğer insanların nasıl yaşadığına, değer yargılarına dair bir örnek de Alman Sineması'ndan: Babasıyla hesabını kapatamamış, sorumluluklarından kaçan, yaşamını yarım işler yarım ilişkilerle yürüten bisikletçi, ölümcül bir trafik kazasından bir bacağından vazgeçerek kurtulur. Arada, çevresindekilere anlattığı, işinden olmasına da neden olan hayâl gücü ürünü çok eğlenceli hikâyeler onun bir yazı ustası olduğunu gösterse de, geri dönen bir girişim yüzünden yazmayı bırakmıştır. Festivalde 16 film izlemişliğine gıpta ettiği arkadaşına "abla", filmle ilgili saptamasını şöyle aktarır: "Bizde olsa..." der, "...ne yapıp edip bisikletçiyi yazmaya ikna eder, hatta zorlardık; demekki onlar, bu gibi durumlarda, ilgilinin, -bir yerde yalnızlığının da nedeni - seçim/özgürlük/kendilik sınırına gelip dayandıklarında dönüp gidiyorlar... Adam belki de, ıvır zıvır işler yerine, yalnızca yazarak yaşamını kazanabilecek..." Gerçek bir öyküyü anlatan film, izleyicinin sonda fotoğraflarını gördüğü bisikletçiye adanmış.

"Abla"nın bir yıl önce, 11. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması İnsan Hakları bölümünde izlediği, Roger Spottiswoode'un yönettiği Şeytanla El Sıkışmak'ta, 1993'te Birleşmiş Milletler görevlisi olarak Ruanda'ya gönderilen Kanada'lı General Romeo Dallaire'in, kimliği belirsiz bir grubun başkanın uçağını düşürmesiyle Tutsi'leri öldürmeye başlayan Hutu'ların uzun zamandır planladıkları, 500.000 kişiyi öldürdükleri kıyıma tanık oluşu anlatılır. Asilerle anlaşmaya çalışan ama sonuç alamayan Dallaire'in, BM Genel Sekreteri Bhutros Gali ile yaptığı ve sorumluluk alarak çekilme önerisini reddettiği telefon konuşması 32.000 kişinin yaşamını kurtarmıştır.

"Abla"nın 12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması İnsan Hakları bölümünde izlediği, 2009 ABD Fransa yapımı Komşum, Katilim, Ruanda'da Hutu'ların, 1994'te 100 günde, Tutsi azınlığın 3/4'ünü, el yapımı silahlar, machete denen palalarla öldürdükleri kıyım sonrası tutuklanan 100 bin kişinin 1/5'inin, suçunu itiraf etmesi üzerine ceza indirimi almaları ya da salıverilmeleri; kıydıkları komşularının hayatta kalanlarıyla bir arada yaşamaları, "yeni Ruanda'yı, öldürme kültüründen arındırarak inşa etmenin yollarını aramaları" fikri üzerine kurulan açık halk mahkemeleri Gacaca yargılamalarını, kurban ve katillerin tanıklığıyla anlatan -akılalmaz, katlanılması zor ağırlıkta- belgesel bir film. "Abla"nın aklında o yıllardan kalmış bir haber; bir kadın kucağındaki çocuğunun alınıp, palayla ikiye bölünüşünü sessizce izler, çünkü diğer çocukları, altında durduğu ağaçta saklanmaktadır!

15 yıl sonra kadınlar, tarlaları eker, hayvanları güder, bebekleri emzirir, ermiş sabrı ve sükûnetiyle anlatırlar: "Beni çocuklarımdan önce kesmesini istedim... çocuğumu sırtımdan söküşünü halâ hissediyorum, onu önüme koydu, başını tokmakla... Nasıl bir arada yaşayacağız, aynı şeyleri yeniden yapmayacaklarına nasıl inanacağız..." Aralarından birinin "...kimse bu kıyımda pasif kalmadı..." dediği katiller tekrarlarlar: "Evet, ben de oradaydım, ama, onun çocuğunu öldüren ben değilim!" Sokaktan kanın dere gibi akışına tanıklık etmiş, onlarca aile ferdinin ölümünü görmüş kadınlar, katilleriyle aynı çatı altında bir araya gelir, yoksul tahta sıralarda diğerini, "abla"nın yüzyılın en önemli manevî davranışının bu olduğunu düşündüğü affetmeye çalışırlar. Yönetmen
Anne Aghion. Çok güzel müzik Florida Uwera, Jos Gansemanns, Cécile Kayirebwa.


2009 İsveç yapımı Bir Kız: Yönetmen Fredrik Edfeldt, oyuncular Blanca Engström, Shanti Rooney, Annika Hallin, Tova Magnusson Norling, Leif Andrée, la Langhammar... Anne-babası ve ağabeyi, AIDS'le ilgili gönüllü bir çalışma programına katılarak Afrika'ya giderken geride kalan 9.5 yaşındaki kız, teyzesini de ufak bir manevrayla başından atar, özgür bir yaz yaşar: Bereket karşılaştığı herkes iyiniyetlidir de film, taşıdığı dehşetli olaylar potansiyeline karşın, anne babanın dönüşlerinde, yaşadıklarıyla olgunlaşan küçük kızla sevgiyle kucaklaştıkları bir sonla biter.

Festivali 5. gününde yakalayan ve Zeki Demirkubuz filmleri de hesaba katılırsa topu topu 12 film izleyebilen "abla" bir yıldız listesi yapmaz, buna yüzü tutmaz.

16 Aralık 2009 Çarşamba

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 6. gününde "abla" üç film daha görür: Buruk Hasat, Tetro, Domuzcuklar

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması Perdenin Karanlık Yüzü bölümünde, "abla"nın gönlünde özel bir yeri olan Zeki Demirkubuz'un üç filmi, Masumiyet, Kader, Kıskanmak, Fransız Kültür Merkezi'nde -ücretsiz olarak- gösterimde...

2009 Macaristan yapımı Buruk Hasat: Yönetmen Viktor Oszkár Nagy, oyuncular Janos Derzsi, Tamas Tavasz, Andrea Nagy, Istvan Znamenak, Lukacs Bicskey... Film bitiminde kataloğa göz atıp, geniş panoramalı, kadrajın bir yanından giren kişinin yavaş adımlarla yürüyüp diğer yandan çıkışının gerçek zamanlı görüntülendiği, çok yavaş anlatılan hapisten çıkan baba, yokluğunda ölen anne, enişteye meyilli genç teyze, teyzeye hayran gencin suça bulaşmasının hikâyesi Buruk Hasat'ın yönetmeninin, Béla Tarr'ın ardılı olarak selamlandığını okuyan "abla" birden hatırlar: 2000'li yıllarda, yine festivalde, bir Macar kasabasına gelen sirki konu edinen, aralarında bir balinanın da olduğu sembollerle yüklü, uzun, karanlık, ağır filmi Karanlık Armoniler'i görüp, Beyoğlu Sineması'nın en arka sırasında, kapı dibinde oturan yönetmen Béla Tarr'ın önünden geçerek hızla dışarı çıkarken çok sıkılmış ifadesini gizleyememekten ötürü suçluluk duyan, Angelopulosvâri sinemasını, metobalizmasının hızına hiç de uygun bulmayan "abla", bu ismi asla unutmamak kararı almıştır!

2009 ABD İtalya İspanya Arjantin yapımı Tetro: Yönetmen Francis Ford Coppola, oyuncular, Vincent Gallo, Maribel Verdu, Alden Ehrenreich, Klaus Maria Brandauer, Carmen Maura... "Abla"nın günün en iyi filmi saydığı, -bir yıl önce gittiklerinde görüp beğendikleri güzel Buenos Aires mekânlarında (La Boca, Cafe Tortoni, Dikilitaş...) geçen- Tetro, İtalyan asıllı bir ailede, deha ile malûl babanın yarattığı, birbirlerini seven fertlerin iyi niyetle kemikleşmesine neden oldukları düşmanlık üzerine dağılması, en genç ferdinin kayıplara karışan ağabeyini bulması ve aile sırlarının yavaş yavaş ortaya dökülüşünü anlatır. Coppola'nın "ikinci kariyerinin ikinci filmi" olarak nitelediği siyah beyaz film, dönüşlerin anlatıldığı renkli bölümler, dans, bale... ile harmanlanmış, değişik, duygusal, çok güzel film, sırların aydınlandığı finalde, bir sürprizle sona erer. Carmen Maura'nın oynadığı sanat eleştirmeni Alone karakteri ile, "abla"nın aklı, sanat nedir, -piyasa konusu, duygusal hesaplar olmasa- eleştirmen, eleştirmenin kriterleri nedir, sorularına bir kez daha takılır.

2009 Polonya Almanya yapımı Domuzcuklar: Yönetmen Robert Glinski, oyuncular, Filip Garbacz, Daniel Furmanik, Bogdan Koca, Katarzyna Pyszynska, Dorota Wierzbicka... Polonya'nın Almanya sınırında, kendileri gibi kıt kanaat yaşayan kasaba halkından, antrenör baba ile hemşire annenin oğlu Tomek, -en yakın arkadaşı Almanlara seks hizmeti verirken- Astronomiye meraklı ve çalışkan bir öğrencidir. Kameralı teleskop için para toplamaya çalışırken, bir gün, ablasının, defterini aldığını söylediği arkadaşını görmek üzere Zodiac diskoya gider. Orada rastladığı Marta'ya aşık olur, onun yüksek bedel gerektiren, bitmeyen taleplerini karşılamaya çalışırken paraya artan ihtiyacını farkeden kişilerin yönlendirmesiyle seks pazarına kayar.

"Abla"yı, doğal gelişim içinde anlatılan olaylar arasında en çok şaşırtan, ablasının Tomek'e, "...hırsızlık mı, uyuşturucu mu, neyse... senin birşeyler çevirdiğini biliyorum, paraya ihtiyacım var, bana da bir iş ayarlasan..." talebidir. Sadık festival izleyicisi arkadaşına sorar, "değer yargılarının, sadece bir kuşak sonra, böyle birdenbire, tamamen değişmiş olması tuhaf değil mi?" der, "...hiç değilse iki-üç kuşak sürmesi gerekmez miydi?"

12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması 5. gününde "abla" üç film görür: Emma Blank'ın Son Günleri, Kayıp Geçmiş, Gözlerindeki Giz

Alkazar Sineması'nda öğrenci 4 TL, tam 5 TL bilet fiyatıyla, Fransız Kültür Merkezi'nde ücretsiz, 30'dan fazla filmin gösterildiği Avrupa Kültürleri İstanbul Buluşması başlıklı 12. Uluslararası Sinema Tarih Buluşması'nı -damadı askere uğurlama harala gürelesi arasında- ancak, 5. gününde farkeden "abla", aklını başına toplar toplamaz, durumu toparlamak amacıyla, Salı sabahı Okmeydanı eski SSK Hastanesi önünden başlattığı geleneksel festival yürüyüşüyle Taksim'e varır.

2009, Hollanda Belçika yapımı Emma Blank'ın Son Günleri: Yönetmen, Alex van Warmerdam, oyuncular Marlies Heuer, Gene Bervoets, Annet Malherbe, Eva van de Wijdeven, Gijs Naber... Miras vaadiyle kendilerine dağıtılmış, kâhya, aşçı, oda hizmetçisi hatta köpek rollerini benimsemiş yoksul akrabalarına, -yoksunu olduğu sevgiyi nasıl elde edeceğini bilemeden- manevî işkence yapmakta ustalaşmış Emma Blank, sözkonusu mirasın, kırda, medeniyetten uzak, halen içinde oturdukları ipotekli eski ev olduğu açıklar açıklamaz, önce (kardeşi) köpek Theo tarafından, bayılıp düştüğü yere giysilerinden zımbalanır, sonra oradan kaldırılır ama, epeydir kendisi dahil herkesin beklediği şekilde ölmesi uzun sürmez. Bazı yerleri çok komik kara komedi, "abla"ya göre günün en iyi filmi.

2009, Macaristan yapımı Kayıp Geçmiş: Yönetmen Áron Mátyássy, oyuncular József Kádas, Teréz Vass, Eszter Földes, Attila Kasvinszki, Mariann Szalay, Attila László... 90'lı yıllarda, Komünist sistemin elini eteğini çektiği Macaristan'da yaşadıkları -kır çekimlerinin belli bir bakışı yansıttığı- küçük köyde, oto tamirciliği yaparken sınırdan benzin de kaçırarak ayakta kalmaya çalışan, annelerinin ölümünden sonra birlikte yaşadığı otistik kız kardeşinin tecavüze uğraması, bir de, o arada yakınlaştığı genç kızın üniversite için kente gitmesi sonucu sarsılan genç, rastlantıyla öğrendiği failleri cezalandırmaya sıvanır. Sinema çıkışı, merdivenlerde, genç bir kızın "böyle olacağı filmin başından belliydi" dediği gibi, görsellik, müzik yeni, intikam öyküsü binlerce yıllık...

2009, İspanya Arjantin yapımı Gözlerindeki Giz: Yönetmen Juan José Campanella, oyuncular Ricardo Darin, Soledad Villamil, Pablo Rago, Javier Godino, Guillermo Francella... Bir kaç kez şimdi bitti! duygusu yaratan, ilginç dönemeçlerle yeniden bayıra saran film, Faşist dikta yönetimi sırasında (Arjantin) Buenos Aires'de işlenen bir tecavüz ve cinayet olayını, 25 yıl sonra romanlaştırmak isteyen hukuk adamının, takıntılı biçimde izlediğinin, aslında belki de kendi takıntılı aşkı olduğunu itiraf edecek güce ulaşmasının hikâyesi. Geri planda faşistlerin, "...halkın güvenliği sözkonusu iken bir kadının tecavüze uğrayıp öldürülmesinin ne önemi olabilir?" diyerek korudukları, koruma, tetikçi... olarak kullandıkları katil, itirafına karşın mahkum olmayınca ölen kadının kocası, adaleti kendince yerine getirir.

Costa Gavras'ın siyasi filmleriyle, Latin Amerika'dan Resmi Tarih, Garaj Olympo gibi filmleri ortaya döktüğü karanlık dönemin, sonsuz görünen iki aşkla harmanlanarak anlatılması, "abla"ya kalırsa, öfkeden, nefretten yılan insanoğlunun, yeni bir bilinç düzeyine ulaşırken yaşadığı affetme çabalarından kaynaklanmakta...

8 Aralık 2009 Salı

"Abla" Neşeli Hayat'ı görür; güzel filme, -boğazındaki düğüm yüzünden kırık- ÇGHB notu verir: Yılmaz Erdoğan deyişiyle, "...yaaaaaani!.."

Kızıyla uzun bir ihtiyaç listesi yapıp, alışverişe çıkmışken, önceki filmlerini beğenip yenisini merak ettikleri Yılmaz Erdoğan filmi Neşeli Hayat'ı gören "abla" ile kızının, boğazlarındaki ağlama düğümüyle yutkunarak paylaştıkları ilk düşünce: "Çok acıklı!"

Gülmecenin hüzünle dengelendiğinde hayatı yansıttığı...
düşüncesine katıldığı Yılmaz Erdoğan'ın son filmi, aradaki birkaç tebessüm dışında, mutlu bitse de, üzücü bir öykü anlatır. 2009, Türkiye yapımı Neşeli Hayat: Yazan, yöneten, oynayan Yılmaz Erdoğan; oyuncular, Cezmi Baskın, Rıza Akın, Sinan Bengier, Olacak O Kadar ekibinden Fatma Murat, "abla"nın Bir Demet Tiyatro'dan tanıyıp sevdiği Celal Tak, Erdal Tosun, Caner Alkaya, Ayberk Atilla ve BKM Mutfak Oyuncuları...

90'lı yılların başında, Bir Demet Tiyatro'nun başını kaçırmamak için, üç otuz paralık ücretinden fedakârlık edip, taksi tutarak eve dönen "abla", -unutulmaz, Lütfiye/Züleyha/Feriştah, Cumhur'un sekreteri...- Demet Akbağ'ı, TürkMax'ın, etrafındaki yetkin oyunculara karşın, yetersiz senaryosunun ne yapılsa kurtarılamaz, Sen Harikasın'ında izlemeye dayanamazken, Yılmaz Erdoğan'ın, BKM Mutfak'ında yetiştirip pişirdiği yeni komedyenlerin her biri birer harika! "Sanatçı Sayılma Kriterleri" arasında birinci sırada, "bilgisini diğerlerine aktarma" vasfı arayan "abla"nın gözünde -Timur Selçuk, Sezen Aksu, Müjdat Gezen... gibi- Yılmaz Erdoğan'ın koca bir artısı var.

İzleyicinin, güldüğünü hiç görmediği, düşük kaşlarının, pek üzgün bir ifade kazandırdığı yüzünü destekleyen, hayata pes etmekle direnmek arası duygu durumunda, pesten ses tonuyla alttan alır edayla sitem edercesine konuşan, kriz yüzünden açılmasıyla kapanması bir olmuş Esnaflar Lokantası'nın aşçısı Rıza, kahvedeki okey mesaisine devam ederken, düzgün görünüşlü gencin "ortaklık" önerisiyle, bir de Neşeli Hayat anaforuna kapılır. Bir çeşit saadet zinciri mantığıyla yürüyen sağlık ürünleri satışı, içindeki malzemelerden birinin kanserojen ilân edilmesi üzerine yatar. Mahalleden kurduğu satış ekibinin, paralarının peşine düşüp mahkemeye verdikleri Rıza, karısından gizlediği ufak tefek işlerle idare etmeye çalışır. Bir ara, Beşiktaş'lı terlikten, bir ay süreyle Noel Baba'lığa terfi etse de, bıçak sırtındaki yaşamı, -"abla"nın, Tayfun Pirselimoğlu'nun Rıza filmiyle tanıyıp, oyununa bayıldığı Rıza Akın'ın canlandırdığı-, Cuma'ya da gelmekte ayak sürüyen asalak kardeşlerinden yılmış, uzlaşmaz ağabeyin evden attığı pişkin kayınbiraderinin, gebe bıraktığı kızın babası-muhteşem Cezmi Baskın-nın "...karnı belli olmadan düğün, yoksa..." diye net biçimde belirttiği, -BKM Mutfak'ın başarılı karakterleri, bilge Metin ile, Nazmi'nin oynadığı dehşet ağabeylerin icraata hazır bekledikleri- ölüm tehdidiyle, daha bir ağırlaşır.

Rıza'nın, sızıp kaldığı gecenin sabahında, ucu ucuna yetiştiği halde, sakalını çeken çocuğun babasının şikâyeti üzerine işinden olmasındaki gibi, "her an başına kötü bir şey gelecek!" duygusuyla "abla"nın, -muhtemelen izleyicinin- yaşadığı gerilim, doğru, yerinde, yeterli yazılmış güzel diyalogların, filmin inandırıcılığına çok büyük etkisi olmuş iç-dış mekânların, özellikle kadınların giysi ve aksesuarlarının... bir anlamda karambole gitmesine neden olur.

Sonunda "abla", yakından tanıdıkları aracılığıyla öykülerine tanık olduğu İstanbul'un derinlerinde yaşayan insanların, tam da böyle yaşadıklarını, -hiç abartısız- düğünlerini, evlerini, işlerini, ilişkilerini böyle kurduklarını bilse de, mutlu sonuna karşın filmden mutsuz çıkar.

Yazıyı bitirip bloga koymadan önce "abla", "iyi ki..." der, "izlediğim akşam yazmamışım, film kötü değil, kötü olan bu kadar iyi anlatıldığında çok can yakıcı olan yoksulluk!.."

26 Kasım 2009 Perşembe

Bayram dolayısıyla yola dökülmeden bir gün önce Taksim'e koşan "abla" iki film görür: -Kor kızılı, gözaltı karası- Kıskanmak ve Bornova, Bornova

Nahit Sırrı Örik'in romanından, Zeki Demirkubuz'un senaryosunu yazıp yönettiği, 2009, Türkiye yapımı Kıskanmak: Oyuncular, Nergis Öztürk, Berrak Tüzünataç, Serhat Tutumluer... Batı giysileri içindeki şık kadınlar ve erkekler, Atatürk'ün Cumhuriyet Bayramı kutlama telgrafını pırıl pırıl gözlerle uzun uzun alkışlar, klasik müzik enstrümanlarıyla çalınan İstiklâl Marşı'nı birlikte söylerler. Balonun yıldızı, 1930'lu yıllar Zonguldak'ında, elmasları ve zamparalıklarıyla tanınan ana-oğuldur. Beğendiği her güzel kadını elde eden 20'li yaşlardaki güzel oğlan, maden mühendisinin güzel karısına el atmakta gecikmez. Dansettikleri balodan sonra, film gösterimi sırasında bir araya geldikleri genç kadını baştan çıkaran, yaşından çok ötede deneyimli oğlanla, başlarda ipek çarşaflar üzerinde buluşan mühendisin güzel karısı, maymun iştahlı oğlanın hevesi giderildikçe, bağ evlerinde buluşur olurlar. Bu arada, ev(ler)in hizmetli kadrosunun yardım yataklık ettiği, mühendis ağabeyin evlenmemiş kızkardeşinin görmezden gelip belli bir kıvama ulaşmasını beklediği ilişki sürüp giderken, Zonguldak'ın bastonsuz yürünemeyen taşlı yollarını çamura beleyen, dinmek bilmeyen yağmurlu günlerin gecelerinde, yemek masası üzerini ve çevresindekileri sert gölgelerle yanık kahve rengine boyayan oda ışığı altında, mühendis beyin iki kadına yönelik rutin sorusu, "tatlılardan ne yiyeceğiz?".

Kor kızılı, gözaltı karası muhteşem film, Albinoni'nin Adagio'su ve, Erik Satie'nin -"abla"nın bayıldığı- 1 numaralı gymnopedie'siyle bezeli. El örgüsü hırkalar, yelekler, balo ve ev giysileri, ille de beyaz gömlekler, karanlığı, madenci fenerinin, lüks ışığının parçaladığı boş ahşap odalar, değişik zenginlikte eşyalarla döşeli mekânlar kusursuz, konuşmalar ise, olması gerektiği gibi, günün sözcükleriyle yapılmakta. Acıyla dolu boş evde, ışıkta dalgalanan toz tanecikleri, -Masumiyet'ten bu yana- gıcırdayarak açılan/kapanan kapı, gelinin ilk buluşma sonrası yüzünü maskeleyen kapı pervazı, mühendisin gaz ölçümü sahnesi, -ölmekte- oğlanın kulağında(n) kurşun sesleri...

En iyi 10 Türk filmi sıralamasında başlara koyduğu Masumiyet'in yönetmeni Zeki Demirkubuz, bu filmi ile, "abla"nın uzun zamandır üzerinde düşündüğü, Cumhuriyet ile özgürlüğüne, onun ne olduğunu bilemeden, hazmedemeden kavuşan -eğitilmeye fırsat olmamış- kadının tavrı, bunun sonuçları: Mühendis ağabeyinin oraya buraya gidip, Şişli'deki evde yalnız bıraktığı kızkardeşi, özgürlüğünü, "...kokusundan yanına yanaşılmaz yanaşmaya bekâretini teslim ederek..." kullanır. Benzer biçimde karısı da, içgüdülerine karşı koy(a)maz, kendini güzel oğlanın kollarına atar. Bu arada, mühendis ile güzel oğlan karşı karşıya geldiklerinde, aralarında yaşanan, -özgürlüğüne, haklarına karşın, henüz cariye- kadının tercihinin sorulmadığı, sözkonusu olmadığı bir hesaplaşmadır. Uğruna dövüşülmemiş her kavram gibi, özgürlük de hediye edildiğinde, -"abla"nın alçakgönüllü gözlemleriyle de desteklendiği üzere- görülen o ki, sahneye ilk koşan -tatmin talebiyle- içgüdüler... Ucun ucun, bugünkü örtünme merakının ardında da, hazmedilmemiş özgürlük, hazların tatminine yöneliş ve (dinî baskılarla beslenen) suçluluk... bulan "abla", daha sağlıklı sonuçlar için gözlemlerine devam edecektir.

2009, Türkiye yapımı, İnan Temelkuran'ın yönettiği Bornova, Bornova'nın oyuncuları, Öner Erkan, Kadir Çermik, Damla Sönmez... Bir gece önce kızkardeşinin arayıp "Hürmüz'e karşın, ikinci haftada, halâ Alkazar büyük salonda oynuyor, sakın kaçırma, mutlaka gör!" dediği, birkaç festival önce, Made in Europa'sını izleyip beğendikleri yönetmenin bu kez, başta, 46. Altın Portakal Film Festivali'nde olmak üzere ödüle boğulan filmi, "abla"ya kalırsa aldığı her ödülü hak eder.

12 Eylül 1980 mağduru TRT'ci babası solculuktan hayatın kıyısına itilirken, "o günlerde bir tek Adidas onda vardı" dedikleri oğlu, okul çocuklarına esrar satar; felsefeci arkadaşı cinsel fantaziler yazarak kirasını öder; esrar kullandığını, arada hap da attığını söyleyen liseli kız, cinselliğini, kendisiyle evlenecek birini kafalamak için kullanır... Hayatın bir yerinde sıkıştığı duygusunu taşıyan, çıkış ümidi olmaksızın doğaçlama yaşayan/ölen, çocuklukları bir arada geçmiş, orta yaşa yol alan insanların; yaşadıklarını, aynı anda, bir diğer kişiye de anlattıkları değişik iki sahneyle zengin film, umut vermeksizin sonlanır.

Yarattığı karamsar duyguya karşın, görülesi güzel film, gişedeki hanımın "abla"ya "beğenen de var, beğenmeyen de, ama sizin beğeneceğinizi sanıyorum" dediği kadar var.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Politik bilim kurgu kara komediye bayılan "abla" için Yasak Bölge 9, bir başyapıt!

2009, Yeni Zelanda-ABD yapımı Yasak Bölge 9'un yönetmeni Neill Blomkamp, -"abla" hiç üşenmez, arar tarar bir fotoğraf bulur- bir beyaz! Filmin, 1948'den başlayarak uzun yıllar Apartheid acısı yaşamış topraklarda, Johannesburg'da geçen öyküsünü "en iyi bir siyah anlatabilir" diye düşünen "abla", uzun saçlı, yakışıklı, neşeli bir beyazla karşılaşınca şaşırmadan edemez.

Gençlik yıllarında gördüğü, ırkçı-ayrılıkçı rejim karşıtı Steven Biko'nun işkenceyle sona erdirilen yaşamının anlatıldığı, Richard Attenborough'nun yönettiği, Denzel Washington, Kevin Kline'ın oynadığı Cry Freedom filmi ile yüreğinde, bu ülkenin insanları için bir acı kompartımanı açılan "abla"nın, Joan Baez'in Biko'ya adadığı şarkıyı, her dinleyişinde içi kanar. Trajedinin başlangıcından 40 yıl sonra, ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeş Güney Afrika'ya gidip, acılı tarihin müzesini gezer. Dönüşünde izlenimlerini anlatırken, insanların geçmişe ilişkin tavırlarının, -"abla"ya hediye getirdiği t-shirt'ün üstünde yazılı şekliyle- "Hakuna matata!" olduğunu söyler, yani "takma kafana!"

Günümüzün 50 yıl sonrasında geçen filmde, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin başkenti Johannesburg üzerinde uzun süre hareketsiz duran koca gemiye ulaşan beyazlar, siyahlar üzerinde yıllar boyu edindikleri engin deneyimle, "karides" dedikleri, -bir nedenle çaptan düşmüş- uzaylıları tecrit ederler. Yıllar içinde aynı dili konuşup çatpat anlaşabilseler de, bu, karideslerin yaşam kalitelerini artırmaz. Bir zaman sonra fazla kalabalıklaştıkları gerekçesiyle bir başka kampa aktarılmaları gündeme gelir. Bu arada çıkan olaylarda, bir itiş kakış sırasında DNA'sı etkilenen ve hızla bir dönüşüm içine giren, işine, eşine âşık Wikus, anında, onu uyuşturmadan kesip sırrına ulaşmak isteyen bilim adamlarının ardına gizlenmiş paragözlerin hedefi haline gelir.

"Abla", filmde, kırmızısı bol bilgisayar oyunlarına düşkün yeniyetme hevesiyle yüklenmiş, aksiyon denilen, akıl almaz şiddet, vahşet, dehşetle, gürültü patırdıyı 1979'lu yönetmenin gençliğine verir. Kamptaki bir başka "uzaylı" grup Nijeryalılar, onlarla karideslerin karaborsa kedi maması ağırlıklı ticaret ilişkileri, beyazlar arasında dönen dolaplar, derinde, toprak altında 20 yıldır incelikle, sabırla damıtılagelen yakıt, DNA'ya uyumlu uzaylı silahları, finalde sevgili eşinin kapısına, çöplükten topladığı ıvırzıvırla yaptığı küçük çiçeği bırakan Wikus'un hüznü...

Tüm sertliği altında, bir o kadar komik film, "abla"nın beğenisini, hayranlığını bileğinin hakkıyla hakeder...

25 Ekim 2009 Pazar

"Abla"nın, Filmekimi 2009, son gününde hiç bileti yok: O da yıldız listesi yapar, bir de festivalin reklam filmlerini yazar:

Hafta içi -mucize fiyat 3.5 TL'den- izlemeye özen gösterdiği, -Gala filmleri dışında- gördüğü 17 filmi en beğendiğinden başlayarak sıralayan "abla" 2009'un Filmekimi'ni verimli, bereketli bulur: 1. Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi, 2. Ay, 3. Şark Oyunları, 4. 9, 5. Polytechnique, 6. Dönüşüm, 7. Altın Çağdan Öyküler, 8. Londra Nehri, 9. Cennette Beş Dakika, 10. Che-2: Gerilla...

Reklam filmleri, -krizin etkisiyle olsa gerek- girişte "2 dakika sürdüğü" uyarısından da anlaşıldığı gibi pek zayıf: Ritmi önde müziğiyle yetkin, güzel bir jimnastik kulübü reklamı, aşk hikayesi dizisi havasında bir iletişim teknolojisi reklamı, iki de "bu aileden olmak ne istediğini bilmektir" sloganı/dayatması ile, sokak giysileriyle evde oturan insanları gösteren, 45 yıllık giysi "marka"sı reklamı, topu topu dört adet!

Festival boyunca film aralarında, arkadaşlarıyla, Çiçek Pasajı'na, Saray'a, Pano'ya, en çok Galatasaray'daki Çorbacı'ya giden, orada kendisini Giritli saymasına karşın "bizimkiler bunu bilmez" dediği sebzeli köfteli Girit Çorbası'yla tanışan "abla", artan zamanda el yapımı defter ve minik kartları için görüşmeler yapar: Polipropilen'den kalpler keserek ürettiği, kürkten saçlı portrelerle süslediği kapaklar arasına koyduğu güzel kalın kağıtlı defterlerle, boncuk dikerek ürettiği küçük -hediye için iyi dilek yazılabilecek- kartlar için Mefisto ile görüşür.

Bir ara, -yazılarında esip gürlese de, tek başına az pısırık "abla", bir başına gitmeye cesaret edemeyeceği- fal bakan kahvelerden hemcinslerinin olanına sinemasever sevgili arkadaşınca götürülür, ilk kez Tarot Falı baktırır: Enine boyuna gösterişli -ruh enerjisinin tümünü tutar görünen, ışıltılı- kadın "abla"yı karşısına oturtur, desteyi üçe böldürür, dokuz kağıt çekmesini ister. Kartlara bakarak "...burada bir apartmanda kaldığını, ama asıl evinin müstakil olduğu..." söyler. "...kırgınlıkların var ama kindar değilsin, elin gönlün açık... bekar mısın?... sen bu işleri kapatmışsın... kızının adının beş harfli..." der, sorduğu 6-7 harfle kızının adını bulur. "İlk çocuğu oğlan olacak... ilkini görüyorum... damat askere, yakına bir yere gidecek..." Sonra "abla"nın hedefini sorar,
gün boyu kimbilir nelerle karşılaşıyorsa, hedefini söyleyen "abla"ya, öyle fazla bir şaşkınlık göstermez; "hedefine ulaşacaksın," der, "herkese söyleme nazara gelirsin". Birkaç kağıt daha çektirir, "bir yolculuk yapacaksın, İzmir tarafına mı?" diye sorar. ("Abla" bir kaç gün sonra teyzesiyle Dalaman'a kuzenine gidecektir) "Bir haber bekliyor musun?... alacaksın... bir kart daha çek bir soru sor" der; "abla" sorar "ne zaman?", ışıklı kadın elindeki karta bakar "2010!" der "2010 senin yılın, kalabalıklar içindesin, müjdeler var, parasal sıkıntın yok, biraz sıkılıyorsun, ama önün açık..."

24 Ekim 2009 Cumartesi

"Abla" Filmekimi 2009, 8. gününde ilki festivalden iki film görür: 9 ve İki Dil Bir Bavul

ABD 2009 yapımı, 9: Yönetmen Shane Acker, seslendirenler Elijah Wood, Jennifer Connely, Christopher Plummer... Yapımcılığını Tim Burton ile Timur Bekmambetov'un yaptığı film, yönetmenin 2006 yapımı 11 dakikalık Oscar adayı kısa filminden uyarlanmış.

İki iri mercek gözü yerine konup, göğsündeki fermuar içine bir kaç gereç yerleştirilen küçük bir bez bebek, pancurundan ışık sızan tozlu bir odada uyanır. Pencereden dışarı baktığında gördüğü, taş üzerinde taş kalmamış bir Dünya'dır. Sezdiği ilk canlılık belirtisine koşar, kendisi gibi bez bebek 2, fermuarını açıp bir iki ayarlama yapar, 9 sesine kavuşur. İnsanlar ve akıllı makineler arasındaki savaş, makineler lehine sonuçlanmıştır. Dokuz bez bebek, eğilimleri gereği bir kısmı, makinelerin yarattığı dehşetten saklanarak korunmaya çalışırken, bazısı sorular sorar, eyleme geçer. Mistik anlamda "bitiş enerjisi"ni temsil eden 9, onu diken elin göğsüne koyduğu, üzerinde üç farklı işaret bulunan yarı küreyi, ona tam oturan makinenin göbeğine yerleştirir. Bu, bir felakete yol açar; hayat bulan canavar makine yakaladığı bez bebeklerin ruhlarını emer. Bu arada, 6'nın dikkat çektiği işaretlerin izlerini sürmek üzere "kaynağa", ayrıldığı odaya dönen ve 9 yazılı kutudaki mekanizmayı çalıştırıp "yaratıcı"nın mesajını izleyen 9, bilimadamının Dünya susmadan az önce kendi ruhundan dokuz parçayı "üflediği" dokuz bez bebek yaptığını, böylece kendilerine "yaşamı sürdürme olasılığı" yüklediğini öğrenir. Canavardan söktükleri ruh emiciyi, beş köşeli alevden bir yıldız ortasına yerleştirir, bir yeniden doğum (reenkarnasyon) için beş de bez gererler. Kayıplar, hapsoldukları yerden kurtulurlar ama yeniden bedenlenme yerine kaynağa, göğe yükselmeyi seçerler. 9, kalanların "şimdi ne yapacağız?" sorusuna, yağan -yaşam potansiyeli taşıyan- yağmura bakarak "Dünya'da yaşamı yeniden kuracağız" der.

Film, bir yere kadar akıl almaz genişlikteki hayâl gücünün ürünü mekanik objelerin yanısıra, sıkı bir aksiyon filmi hızında, gürültü patırdı giderken birden mistik içerikli mesajlarla ışıldayan ilahi bir mesaja dönüşür. "Abla", bu filmin de, son zamanlarda örneklerine sıkça rastlayıp sıkça tekrarladığı, yükselen bilincin dönüşümünün desteklediği, Yeni Çağ mesajlardan biri olduğundan emindir.

Vizyona bir gün önce giren, Türkiye 2009 yapımı İki Dil Bir Bavul: Yönetmenler Orhan Eskiköy, Özgür Doğan, oyuncular Emre Aydın ve tüm doğallığıyla köy halkı... Festivaldeki son filmini gördükten sonra, festival arkadaşı ve küçük kız kardeşiyle, çoktandır böyle kalabalık görmemiş Beyoğlu Sineması'na yollanıp, bol ödüllü belgesel dramayı izleyen, çok beğenen "abla", bu filmin yapılışı, onay görüp ödüller alışını, sinema salonu dolusu izleyiciye ulaşmasını... -yine- yükselen bilinç düzeyine bağlamakta gecikmez. Urfa'nın Siverek İlçesine bağlı, unutulmuş Kürt köyüne gelen yeni mezun öğretmen Denizli'li Emre Aydın, yıl boyu birinci sınıflara en azından Türkçe öğretmeyi planlar. "Abla"nın her zaman söylediği gibi "Tuz Gölü'nün ötesine bir türlü geçemeyen millî servetten, pay alamamış" köylünün, -haliyle- anadilini konuşan bebeleri okua başlarlar ama, tüm iyi niyete karşın öğretmenin dilini anlamazlar, öğretmen de onların dilini...

Okulun ilk günü saçlarını jöleleyen hevesli genç öğretmen ilerleyen zamanla jöleden vazgeçerse de, arada sabrı taşıp bağırdığı öğrencilerinden vazgeçmez. Annesiyle telefonda konuşur dertleşir, birilerinin diğerlerine tercümanlık yaptığı bir veli toplantısı yapar, Türkçeyi yabancı dil saydığı için alay edilen köylülerle ahbaplık eder, hatta bir küçüğün yarıdan kopan parmağına ilk yardım bile yapar. Sonunda birinci sınıflar bir gayret karnelerine kavuşurlar. Çocukların güzelim masumiyetini taşıyan, tümüyle yansız, olabildiğince sade biçimde, işin özüne direkt olarak ulaşmış güzel filme, kaynak bulmak için, iyi niyetli bilinçli ekip nişan takılarını bozdurmak zorunda kalmış.

"Abla"ya kalırsa, ortaya çıkan işe bakılırsa çekilen tüm sıkıntıya, zahmete değmiş!

23 Ekim 2009 Cuma

"Abla" Filmekimi 2009, 7. gününde üç film görür: Şark Oyunları, Cennette Beş Dakika, Cennetin Kapısında

Bulgaristan, İsveç 2009 yapımı Şark Oyunları: Yönetmen Kamen Kalev, oyuncular Christo Christov, (yönetmenin çocukluk arkadaşı, İtso'yu oynayan Christo Christov, çekimlerin bitmesinden kısa bir süre sonra, bir kaza geçirip yaşamını yitirmiş), Ovanes Torosian, Saadet Işıl Aksoy, Hatice Aslan (Üç Maymun'un unutulmaz annesi), Kerem Atabeyoğlu, Nikolina Yancheva... Üstüste yığılmış binalar arasında sıkışmış, parayla körüklenen şiddetin aracı olmaya aday genç ile, uyuşturucu tedavisi gören, işte zehirli spreylerle boyadığı mobilyalar evde kübik güzel resimler yapan alkolik ağabeyi, Türk aileye yönelik Neo Nazi saldırısı sırasında karşılaşırlar. Ağabey, Türk karı-koca ve genç kızlarını korumaya çalışırken dayak yer, bu tavır genç kızla yakınlaşmalarına neden olur. Dünyanın sallandığı, çağın, ruhların huzursuzluğu üzerine sohbet ederlerken genç kızın "...çok büyük bir şeyin yaklaşmakta olduğu..." sözleri, tahlil için idrar bıraktığı klinikteki psikoloğun "içindeki iyi şeylere odaklan" önerisi ile, huzursuz, arayış içindeki genç adamın "ben bir kristal olup parlamak, tüm insanları sevmek istiyorum!" dileği, "abla"ya, yaklaşmakta olan, Maya Takvimi'nin "zamanların sonu" diye adlandırdığı Yeni Çağ bilgeliğini çağrıştırır. Ona kalırsa, Laser altyazılı (vizyona hazır) filmin, belli bir bilinç düzeyine ulaşmış izleyiciye söyleyecek çok şeyi var.

İngiltere, İrlanda 2009 yapımı Cennette Beş Dakika: Yönetmen Olivier Hirschbiegel, oyuncular Liam Neeson, James Nesbitt, Anamaria Marinca... 17 yaşındaki Alistair Little, barda bir erkek gibi alkışlarla karşılanma hevesiyle, kapı önünde top sektiren 11 yaşındaki oğlan kardeşinin gözleri önünde 19 yaşındaki Katolik Jim Griffin'i öldürür. 12 yıl hapis yatan ama küçük oğlanın bakışı hafızasından silinmeyen Alistair ile, büyük oğlunun ölümünü kaldıramayıp küçük oğluna yüklenen annenin yarattığı suçluluktan kurtulamayan Joe, 33 yıl sonra, -diğerini affetmeyi öneren/gerektiren/sağlayan yeni bilinç düzeyinin etkisiyle- bir TV ekibi önünde yüzleşmeye "evet" derler. Kendisini, vicdan azabıyla yaptığı -artık kazanç da getiren- ezberlenmiş itiraflarla bekleyen Alistair hakkında, ayak işlerine bakan kızın söyledikleri, Joe'nun öldürme planını suya düşürür. Alistair, Joe'nun peşinden büyüdükleri kasabaya gider, iki adam yüzleşir, dövüşür, ikinci kat penceresinden birlikte düşerler; tüm saflığıyla cinayeti anlatan, "sabahları uyandığında beni değil, kızlarını düşün!" diyen Alistair, bir zaman sonra Joe'nun "aralarındaki hesabın kapandığını" bildirdiği kısa telefon konuşmasıyla, -o dönem- 3000 küsur cinayetten birini işlemiş olmanın ağırlığından bir oranda da olsa kurtulur. Gençlik ve çocukluklarını canlandıran oyuncular ile "abla"nın bayıldığı Liam Neeson ve James Nesbitt'in benzerlikleri -oyuncu seçimindeki titizlik- övgüye değer.

Danimarka İngiltere 2009 yapımı Cennetin Kapısında: Yönetmen Nicolas Winding Refn, oyuncular Mads Mikkelsen, Maarten Stevenson, Gary Lewis... MS 1000 dolaylarında, Paganlar tarihten yavaşça silinir, Hıristiyanların yıldızı yükselirken, dövüştürülerek sahibine gelir sağlayan tek gözlü dilsiz savaşçı, bir su birikintisinde bir önceki dövüşün çamur ve kanından arınırken dipte bulduğu ok ucu yardımıyla bağlarından kurtulur, yaptığı küçük kıyım sonrası peşine takılan küçük köle ile yola koyulur. Bir grup Hıristiyan -ve toprak, zenginlik vaadi- ile, Kutsal Topraklar'a yönelirken, denizde çöken siste aç susuz, ölümcül uzun bir yolculuk sonrası bilmedikleri, -ok uçlarını demirden değil, taştan yontan- ilkellerin topraklarına düşerler. Şiddet, korku, dehşet, Kutsal Topraklar hayalini gerçekleştirmelerine izin vermeyecektir. "Abla", değişik, kendine özgü müzik-ses ve görüntü dışında, ustasının, bu filmde, derinlikli bir takım semboller bulup, aklının ermediği açıklamalar yapacağından emindir.

22 Ekim 2009 Perşembe

"Abla" Filmekimi 2009, 6. gününde üç film görür: Cennet Batıda, Dönüşüm, Altın Çağdan Öyküler

Fransa, İtalya, Yunanistan 2009 yapımı Cennet Batıda: Yönetmen, "abla"nın -Mikis Theodorakis'in yaptığı muhteşem müziğini unutamadığı Yves Montand'lı Z ve Kuşatma (Sıkıyönetim), Vangelis'in çok güzel müziğiyle bezediği Jack Lemmon'lu Kayıp, Armin Mueller-Stahl'lı Müzik Kutusu, Ulrich Tukur'lu Amen...- neredeyse tüm filmlerini izlediği, siyasi sinemanın en iyi yönetmenlerinden Costa Gavras. Oyuncular Riccardo Scamarcio, Juliane Köhler, Ulrich Tukur... Üçüncü Dünya'nın kimbilir nerelerinden, daha iyi yaşam için, hurda bir gemiyle batıya ulaşmaya çalışan kalabalık, deniz devriyesine rastlar. Filmin kahramanı Elias, suya atlar, gece boyu yüzer; yorgunluktan sızdığı kumsal, bir çıplaklar kampının da içinde bulunduğu Cennet isimli tatil köyüne aittir. Elias, polis ablukasındaki kamptan kaçana dek, durumunu farkedenlerce cinsel açıdan kullanılır. Otostopla Paris'e uğraşmaya çalışırken kısa süreli işlerde çalışır, kendisine ceketler hediye edilir, ceketler çalar, ceketler çaldırır... Yumuşak, az fantastik, -"abla"nın alerji duyduğu- "sihirbaz" soslu film ile gözünde yaşlarla izlediği diğer tüm muhteşem politik filmleri çeken, sanki aynı Costa Gavras değil! Kendinde, bir sahne, polisten kaçarken, çingenelerin Elias'ı kendilerinden sanıp gitmekte olan arabaya çekip aldıkları, "gaco olup olmadığını" sorguladıkları içten güzel sahne dışında filmden bir şey kalmayacağından emin "abla" laser altyazılı (vizyona hazır) film yerine, meraklısına, yönetmenin diğer filmlerini izlemelerini öneririr.

Fransa, Lüksemburg, Belçika 2009 yapımı Dönüşüm: Yönetmen Marine de Van, oyuncular Sophie Marceau, Monica Bellucci, Andrea Di Stefano... Yazarlığı yayıncıdan olumsuz puan alan genç kadın, moral bozukluğuyla döndüğü evinde, eşyaların yerlerinin değişti(rildi)ğini görür/düşünür/sanır. Hafızasında arada beliren bulanıklıkların nedeni, 8 yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasıdır görünüşte ama, derinde, daha derinde bir boşluk vardır. Bu arada, kocası, çocukları, annesi, -kumarhanede uzun bir sahne boyunca- yüzü, bedeni değişmeye devam eder. Bir kriz sonrası sığındığı annesinin evinde bulduğu bir fotoğraftan iz sürerek İtalya'ya gider; karşılaştığı insanlar, sanki, anılarının eksik parçalarıdır. Psikolojik gerilim filmi, tam "abla"nın bayıldığı türden!

Romanya 2009 yapımı Altın Çağdan Öyküler: Yönetmenler Hanno Höfer, Marculescu, Cristian Mungiu, Popescu, Ioana Uricaru, oyuncular Alexadru Potocean, Birau, Ion Sapdaru.... Çavuşesku rejiminin son onbeş yılı, tüm yoksunluğuna karşın Romanya'nın Altın Çağ'ı olarak adlandırılmış. Film, döneme ait, birçoğu çok komik bir takım öyküler anlatan bir kaç bölümden oluşmakta... "Hevesli Yoldaş", tüm Romanya'nın okuryazar olmasına baş koyar; "Teftiş"ten sonra eğlenmek üzere hep birlikte lunaparkta uçan sandalyelere binen yoldaşlar, aşağıda elektriği kapatacak kimse kalmadığından sabaha dek dönüp dururlar; "Parti Fotoğrafçısı" genç, dar zamanda, Giscard d'Estaing'le dengelensin diye başına bir şapka kondurduğu Çavuşesku'nun elindeki şapkayı silmeyi unutur; "Açgözlü Polis Komiseri"yle karısı, sessizce öldürmek istedikleri domuzu, oğularının aklına uyup tüp gazla öldürmeye çalışırken mutfağı havaya uçururlar; "Tavuk Kamyonu Şoförü", ayakta kalmak için, aklını karıştırdığı sürücülerden yumurta "sızdıran" kadın lokantacının tuzağına düşer; genç bir kız öğrenci ile bir adam "Hava Satanların Öyküsü"nde, bir dolap çevirip topladıkları şişeleri satarlar... Oldum olası Orta ve Doğu Avrupa Sineması'na, animasyon filmlerine -dayandıkları çok köklü Sovyet Sineması'ndan gelen muhteşem birikim sonucu olmalı- bayılan "abla", güzelim, doğal oyunculuğa bir kez daha hayran kalır.

21 Ekim 2009 Çarşamba

"Abla" Filmekimi 2009, 5. gününde üç film görür: Gel Porno Çevirelim, Londra Nehri ve Kan Arzusu

ABD, 2009 yapımı Gel Porno Çevirelim: Yönetmen Lynn Shelton, oyuncular Mark Duplass, Joshua Leonard, Alycia Delmore, Lynn Shelton... Üniversiteden arkadaş, orta yaşa yol almakta iki adam, yıllar sonra bir araya gelirler; birinin eşi, kurulu düzeni vardır, diğeri -henüz hiçbir projeyi bitirememiş olsa da- sanatçı olduğu düşüncesindedir. İlk akşam, çokça içilen bir partide çocukca zıtlaşıp iddialaşırken birdenbire kendilerini iki heteroseksüel erkek arasındaki cinsel deneyimi sanatkârca filme çekme projesi içinde bulurlar. Evli olanın eşi "istiyorsan yapmalısın" der, "aklında bu varken yola devam edemeyiz". Sonunda iki arkadaş kiraladıkları bir otel odasında, ellerinde küçük bir kamerayla, buluşurlar; ne var ki, sarhoşken attıklarını ayıkken tutmaları zordur. Eğlenceli, "abla" kuşağı izleyicinin hazmetmesi zor diyaloglarla süren film, masum bir finalle sona erer.

İngiltere-Fransa-Cezayir, 2009 yapımı Londra Nehri: Yönetmen Rachid Bouchareb, oyuncular, Brenda Blethyn, Sotigui Kouyate, Sami Bouajila... 7 Temmuz 2005'te Londra'daki otobüs ve metro istasyonlarına yapılan bombalı saldırılardan sonra çocuklarından haber alamayan İngiliz anneyle, Fransa'da çalışan Afrika'lı babanın yolları, arama sürecinde çakışır. Anne, kızının, birlikte yaşadığı Afrika kökenli Müslüman genç tarafından bu işe bulaştırıldığını düşünürken, Arapça dersi aldıkları dershanede çekilmiş resimleri, Afrikalı babaya da aynı şeyi düşündürür. Hastaneleri, morgu birbirlerini izleyerek gezerler, önyargılarını aşıp işbirliğine gitmeleri zaman alır. O arada Fransa'da orman bekçisi babanın parası biter, kızın evinde kalan anne "madem çocuklarımız birlikte kalıyormuş" der, "siz de burada kalabilirsiniz". Ertesi sabah polis gelir; götürüldükleri yerde çocuklarının bombalanan otobüste olduğunu, onlardan geriye görülecek/gömülecek bir şey kalmadığını öğrenirler. Bir olasılıktan çok, dileği andıran film, babanın anneye söylediği tevekkül içeren hüzünlü küçük şarkıyla vedalaşmaları ardından eski yaşamlarına, eksik, kırık, dökük dönmeleriyle sona erer.

Güney Kore, 2009 yapımı Kan Arzusu: Emek Sineması sokağını dolduran kuyruk, İhtiyar Delikanlı(Old Boy)nın da yönetmeni Park Chan-wook'a yakışır uzunlukta. Oyuncular Kim Hae-sook, Shin Ha-kyun, Kim Ok-vin, Song Kang-ho... İzleyicinin Festivalin başından bu yana ilk kez laser alt yazıyla izlediği, Afşar Film logolu film, belli ki vizyon için gün saymakta. Bekâr erkeklere bulaşan ölümcül bir hastalık için gönüllü denek olan genç rahip 500 kişi arasında hastalığı yenen tek kişidir, ve bunun nedeni deneyler sırasında kanının vampir kanıyla etkilenmiş olmasıdır. İnsanların laboratuvar çevresinde çadırlar kurup mucize beklemelerine neden olan bir takım duyarlılıklar geliştirirken, dostu olduğu ailenin gelini, rahibi cinsel taleplerle sıkıştırır. Üstü pozisyondaki yaşlı, kör, kötürüm peder, beslediği genç rahipten kendisi için bir iyilik ister ama açlık problemini komada bir hastadan sağladığı kanla gideren genç rahip bunu reddeder. Bir zayıflık anında genç kadını vampir kadrosuna dahil etmesi ise çok büyük bir hatadır; kadının karın doyurmak ötesinde zevk için öldürmeye başlaması üzerine bu problemi çözmek rahibe düşer. Yer yer çok komik film, aklı halâ İstanbul Film Festivali'nde izleyip çok beğendiği vampir filmi Gir Kanıma'da olan "abla" için gereğinden fazla kanlıdır.

20 Ekim 2009 Salı

"Abla" Filmekimi 2009, 4. gününde üç film görür: İntikam Peşinde, Che 1 - Arjantin ve Che 2 - Gerilla

Hong Kong-Fransa, 2009 yapımı İntikam Peşinde, "abla" ile birlikte izledikleri filmin çıkışında, arkadaşının "gitti iki saatimiz!" diyerek pek güzel ifade ettiği gibi, yeni bir sözü olmayan filmlerden. Yönetmen Johnnie To, oyuncular, "abla"nın bir zamanlar Sylvie Vartan'la yaşadığı aşkla hatırladığı şarkıcı Johnny Hallyday, Sylvie Testud, Simon Yam... Hikâye basit: Bir Mafya patronunun kendisiyle ilgili bilgiyi açık edeceğini düşünerek öldürttüğü ailenin büyükbabası, Paris'teki lokantasını bırakır, Makao'ya kızının intikamını almaya gelir. Yol yordam bilmediğinden, kaldığı otelde tesadüfen icraatına tanık olduğu üç tetikçinin desteğine ihtiyaç duyar. 20 yıl önceki -"polis gibi bir şey" dediği kiralık katillik mesleğinden gelen- yeteneklerini kazanırsa da, kafatasındaki kurşun yüzünden hafızası ara sıra bulanır. Memento (Akıl Defteri) soslu filmden akılda kalan bir kaç sahne, dolunaylı gecedeki ve tarladaki kağıt balyalı vuruşma, Eski Beşli'nin evinden kaçış, atış taliminde bisikletin kurşun itişiyle yol alışı... Johnny Hallyday'ın rolü önce Alain Delon'a önerilmiş.

İspanya-Fransa, 2008 yapımı Che 1 - Arjantin ve Che 2 - Gerilla, ardarda iki seansta izlenen, uzun bir çeşit belgesel. Yönetmen Steven Soderberg, oyuncular Benicio Del Toro, Santiago Cabrera, Vladimir Cruz, Jorge Perrugoria... "Abla"nın, Devrimin İzinde başlıklı Küba gezisi sırasında görüp, izlenimlerini http://senbilirsinablaseyyah.blogspot.com/2008/10/yerel-rehber-jorge-kuran biri.html adresinde anlattığı Sierra Madre'deki kamp yaşamı, devrimin önemli kilometre taşı -Che'nin anıt mezarını, müzeyi ziyaret ettikleri- Santa Clara gibi filmin birçok mekânını tanıyor olmak, bolca flashback'le anlatılan birinci bölümü izlemeyi hiç de kolaylaştırmaz.

İzleyen seansta, Che'nin Bolivya'ya geçişi, örgütlenme çabası, yakasını hiç bırakmayan astım krizleri, Amerikan destekli iktidarın daha deneyimli oluşuna ek, zamanın bilinç düzeyinin -artık-hareketi desteklemeyişi yüzünden başarısızlığa uğrayışı, çizgisel -bilmemkaçıncı gün- düzende, izlenmesi çok daha kolay biçimde anlatılır. Sonunu bildiği film, bir kez daha "abla"nın yüreğini derin derin sızlatır.

19 Ekim 2009 Pazartesi

"Abla" Filmekimi 2009, 3. gününde iki film görür: Polytechnique ve Ay

Kanada, 2009 yapımı Polytechnique'in yönetmeni Denis Villeneuve, oyuncuları Sebastien Huberdeau, Maxim Gaudette, Karine Vanasse... 6 Aralık 1989'da, Kanada Montreal'deki Politeknik Okulu öğrencilerinden, fırsatçı olduğunu düşündüğü feministlerin, gerçekleri kendi çıkarlarına değiştirmelerine kızan, (asosyal olduğu gerekçesiyle askeri okula alınmayan) biri, okulu basar. Girdiği ilk sınıfta kızlarla oğlanları ayırır, kızları vurur, okul içinde kızlara ateş ederek dolaşır. Okul güvenlik görevlisinin başta şaka sandığı eylem, ondört kız öğrencinin yaşamına mal olur. İlk elden tanık öğrencilerden bir oğlan, katilin ardından dolaşarak yaralılara yardıma çalışır; öyle çaresizdir ki, yumuşak tınılı hüzünlü müzik eşliğinde okuldan çıkar annesine gider, onunla birlikte karda odun kırar, yılbaşı planı yapar, vedalaşır, beyaz, acı, soğuk bir ağaç altında arabasının egzostuna bağladığı hortumu içeri yönlendirir, motoru çalıştırır.Refah toplumunun bağışıklık düzeyi düşük savunmasız bireylerini darmadağın eden olayın etkisini, biri travmayı atlatamayıp intihar eden erkek, diğeri yaralanarak kurtulan kız öğrenci çevresinde anlatan yönetmen, ekranda kan görünmesin diye filmi siyah beyaz çekmiş. Yargı yok, kurgu yok, duygusallık bile yok... Herşey tam olması gerektiği gibi, güzel ve doğru anlatılmış. Arabasından silahı ve mermileri alıp çıkmadan, annesine direksiyon üzerinde kargacık burgacık bir yazıyla "özür dilerim anne, böyle olması gerekiyor" notu bırakan genç, sonunda alnına dayadığı tüfeğin tetiğini çeker, az önce vurduğu kızlardan birinin yanına düşer. Yaşamın ortasında, yaşamın hüzünlü bir parçası olarak, tüm doğallığıyla "yaşanan" ölüm!

"Abla"ya, bir ihtimâl salon dolusu izleyiciye yaşamın anlamını sorduran film, Kanada'da en çok gişe geliri elde eden filmlerden biri olmuş.

Biletlerini, hafta içi, 11:00, 13:30, 16:00 seanslarının 3.5 TL olması yüzünden hafta içine kaydıran "abla"nın, Filmekimi, 3. gününden ikinci filmi, bayıldığı türden bilimkurgu gerilim, İngiltere, 2009 yapımı Ay: David Bowie'nin oğlu Duncan Jones yönetiminde Sam Rockwell'in canlandırdığı Sam Bell, Ay yüzündeki kayalardan hasat ettikleri Helyum-3'ten ürettikleri temiz enerjiyle Dünya'nın enerji sorununu çözmüş görünen Lunar şirketinin, Ay'da kurduğu tesiste çalışan/yaşayan elemanıdır. Dokuzbin küsur saattir üzerinde çalıştığı kasaba maketi, söyleştiği bitkileri, ekranında duygusal ifadeler yansıtan suratla, Kevin Spacey'nin seslendirdiği robot bilgisayar Gerty'nin arkadaşlığı ve canlı bağlantı kuramadığı karısıyla kızından gelen bant mesajlarla geçirdiği üç yıllık görev süresinin sona ermesine iki hafta kala tuhaflıklar, yanılsamalar ve kazalar yaşamaya başlayan Sam, bir süre sonra yaşamına bir "kendisi" daha eklendiğini görür. Kimin klon olduğu tartışmaları, itişip kakışmaları arasında aldığı ufak tefek yaralar iyileşeceğine, giderek kötüleşmekte, Sam, görünüşe göre görev süresiyle birlikte sona ermektedir. Seyyar bir iletişim cihazıyla, -dört yaşlarında olduğunu sandığı- 15 yaşındaki kızından karısının bir kaç yıl önce öldüğünü öğrendikten sonra araştırmalarını sıklaştırıp "Dünya'ya dönüş kutusu" dibinde bulduğu merdivenlerle bir kat alttaki galeriye inen, orada zamanı geldiğinde "uyandırılacak" onlarca Sam klonu bulan Sam'lar, yaklaşmakta olan kurtarma ekibine, uygun açıklama sunacak bir çözüm bulmaya çalışırlar.

NASA'nın Houston Uzay Merkezi'nde ders programına alınan, kapalı, durgun kapsül yaşamı temposunda akan film, sonunda, kötüler cezalarını bulsa da hatıraların da yüklendiği çaresiz klonların hüznünü taşır.

18 Ekim 2009 Pazar

"Abla" biri Filmekimi 2009, 2. gününden Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, diğeri vizyondan Karanlıktakiler, iki film görür.

2009 ABD yapımı Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, "abla"nın, esprili yaklaşımına bayıldığı zekî yönetmen Michael Moore'dan. Tekrarlamaya bayıldıkları gözde deyişle Amerikan toplumunun yaşam biçimini inceleyen, aksaklıkları çok neşeli bir dille ortaya koyan yönetmenin bu kez konusu kapitalizm: Kalbi üzüntüye dayanamayacak kadar zayıf olanların izlememeleri önerisiyle başlayan film, evlerine -Amerika'da her 7 saniyede bir- haciz gelenlerin acıklı durumundan, geçinmek için -kan- plazması satan pilotlara, "türev" gibi paradan para sızdırmaya yönelik, işin içindekilerin dahi açıklamakta yetersiz kaldıkları Wall Street icadı kavramlara, ölü ırgat diye adlandırdıkları elemanlarını -onların bilgisi dışında- sigortalayıp, ölümleriyle binlerce dolarlık kârlar elde eden, pek çoğu bizim için de tanıdık şirketlere... sürer giderken, Michael Moore mikrofonu, kendisinin, ardından kardeşinin nikâhlarını kıyan iki pedere, ve hatta bir piskoposa yöneltir, kapitalizmin "kitaptaki yeri"ni soruşturur. Aldığı cevap, bir senatörün de dediği gibi "hemşire, polis, öğretmen gibi hayatımızı kolaylaştıran gerçek kişiler yerine, yıllarca dergi kapaklarına zengin, ünlü, güçlü kişilerin resimlerini bastık; değer yargılarımızı gözden geçirmeli, değiştirmeliyiz" olur. Obama'nın seçim kampanyasını sakatlamasını umut eden muhaliflerin, gençlerin bunca tekrarlanan Sosyalizm kavramını merak edip sahiplenmeleriyle nasıl hayâl kırıklığı yaşadığını anlatan Moore üşenmez, koca bir kamyonla, -sarı "suç mahali" bandı ile çepeçevre kuşattığı- entrikacı şirketlerin kapısına dayanır, içeri sokulmayınca çalınan paraları koymaları için üzerinde $ simgesi olan bez torbayı uzatır, "pencereden atın!" diye seslenir. "Abla"yı en güldüren bölümde ise, sarışın güzel bir kadının tatlı sesiyle yaptığı "evleriniz karşılığında kredi verelim" içerikli konuşma, bir yerden sonra fonda, Baba filminin müziği ile, Marlon Brando'nun kısık sesine dönüşür.

İçinde bulunduğumuz "kriz"i, bundan güzel anlatan bir başka belgesel çıkmayacağından emin "abla", bu işlerin nasıl yürüdüğünü, paraların nasıl yürütüldüğünü bilmek isteyenlere Michael Moore belgeselini hararetle önerir.

2009 Türkiye yapımı Karanlıktakiler, "abla"nın beğendiği yönetmen Çağan Irmak'tan, yine pek güzel bir film: Oyuncular, -Ümit Ünal filmi Ara'daki güzel oyunculuğuna bayıldığı- Egemen'e cuk oturmuş Erdem Akakçe, gençliğinde yaşadığı travmayla sakatlanmış, korkuları elinde oyuncak hafif kaçık, her şeyiyle gayet uygun anne Meral Çetinkaya, -"abla"nın Zeki Demirkubuz'un Masumiyet'inden bu yana yeri ayrı- şehrin, hayatın örselediği reklamcı Derya Alabora, -Tayfun Pirselimoğlu'nun Rıza'sından tanıdık- hayata kırgın, geri sayımda Rıza Akın, ablasına göz kulak olurken, kiralarla da ilgilenen (?) kızkardeş Şebnem Dilligil... Balıkçı köyü, reklâm ajansı, oyuncular kadar güçlü konak... mekânların tümü çok güzel, hikâyenin akışı onlardan da güzel! Evine bırakıp başını beklediği sarhoş patronunun ayılıp taksi parası verdiği Egemen'in, "bizim kirada dairelerimiz var, o kadar değiliz..." türünden içten yanıtında olduğu gibi, diyaloglar ne eksik ne fazla, doğru ve yerli yerinde... Sigara dumanı ardındaki annesinin, "malı mülkü üzerine yaptıran kadınların sokağa attığı koca..." hikâyeleriyle karşı cinsten uzak tuttuğu; evin bakımını üstlenmiş yeğeninin "biz ne yapacağız?" sorusuna "sabır" öneren teyzeye bir de umutsuz aşk hikâyesi eklenince Egemen, kentin karanlığına dalar, aşamadığı, aşabilmesi imkânsız görünen kendi karanlığına çözüm arar...

Etkileyici, akılda kalıcı, çok güzel bir film.

17 Ekim 2009 Cumartesi

"Abla" iki film görür: Filmekimi 2009 1. gününden İspiyoncu, vizyondan Uzak İhtimal

Kurşunî gök altında turkuaza boyanan denize bakan evini, mırıl mırıl yağmurlara bırakan, aklı tek gözü iltihapla kapanmış sevgili kedisinde, gelip, İstanbul'un kendisi olmasa da pekala olur nüfusunu bir kişi daha artıran "abla", cumartesi sabahı geliş amacını gerçekleştirmek üzere Taksim'e, Emek Sineması'na yollanır. Emek'in emektarları Murat ve Hayri Bey, "yer gösterici" yerlerini biri eski, diğeri yeni, gayretli bir gence bırakıp, -ne olduğu belirsiz- bir şeyleri de yanlarında götürerek gitmişler. İşletmeci Hikmet Bey zamanında reklamlardan sonraki bir dakikalık aralıkta -mutlaka- inen altın perdede hareket yok.

ABD, 2009 yapımı İspiyoncu'nun yönetmeni Steven Soderberg, oyuncular Matt Damon, Melanie Lynskey, Scott Bakula... Amerikan tarihinde bir üst düzey yetkilinin, şirketle ilgili sırları bu derece şaşırtıcı boyutta ifşa ettiği, yaşanmış bir olayı anlatan filmin kahramanı Mark Whitacre, şirkette kendisinin üstündekileri tasfiye etme planıyla, ürettikleri maddeye önce virüs katar, sonra arıtır, arada şantajcı bir Japon yaratır, FBI'ın işe karışmasından sonra ajan 0014 (007'den iki kat zekî olduğu iddiasıyla) havasına bürünür; doktorunun kendisiyle ilgili bir tanısını belirttiği sahte antetlideki "alan kodu" yakalanana kadar, yalanla gerçeğin birbirine karıştığı üç yıla yayılan sürede, yüzlerce saatlik kaset kaydı yapar. Sonunda yargı önüne çıktığında, yargıcın "bu bildiğimiz açgözlülük!" dediği, dolandırıcılık suçundan 9 yıla mahkûm edilir. Paranoyaya yatkın Amerikan toplumunda yalanlarını sürdürebilmekte zorlanmayan zihinsel bir rahatsızlıkla malûl Mark, af talebinde bulunurken "fiyat sabitleme" konusuna dikkat çekerek hükûmetin binlerce dolarlık para toparladığının altını çizmeyi ihmâl etmez.

"Abla" aklının hiç yatmadığı entrikayla altüst fikrini dengelemek üzere, epeydir aklında, afişi ödül çelenkleriyle dolu Uzak İhtimal'i görmek üzere seansı en yakın sinemaya girer. 2008 Türkiye yapımı filmin yönetmeni, "abla"nın adının altını çizdiği Mahmut Fazıl Coşkun, oyuncuları Nadir Sarıbacak, Görkem Yeltan, Ersan Uysal... Ankara Beypazarlı Musa, Tophane'de alçakgönüllü ufak cemaati barındıran küçük bir camiye müezzin olarak atanır. Galata Kulesi'ne bakan eski apartmandaki daire-lojmanın mutfak penceresi, bitişik dairede kendisini büyüten yatalak rahibeye bakan Clara'nın mutfağını görür. Ufak tefek karşılaşmalar, yardımlaşmalar olur; Musa'nın bir yandan için için beğendiği Clara, bir yandan da yanında çalıştığı yaşlı sahaf tarafından izlenir. Saf Musa, şehrin ite dönüştürdüğü akrabasının üçkağıdına gelir, sahafla beraber başları derde girer, ilgileri olmadığı anlaşılır paçayı kurtarırlar... Yaşamları açıklamaktan korktukları sırlarıyla, öylece akıp giderken, yatalak rahibe ölür. Kendisine oradan buradan satın aldığı eski fotoğraflarla bir geçmiş -albüm- yaratmaya çalışan Clara, yaşamına sessizce yeni bir rota çizerken, onu seven iki adam, filmin adına uyan biçimde gidişine izin verirler. Gönlü "sevenler ayrılmasın"dan yana olsa da "abla", bu sonun filme çok yakıştığı fikrindedir.

9 Ekim 2009 Cuma

"Abla"nın, Endülüs-Fas Gezisi sırasında rastladığı sinema mekânları: Barcelona'dan Marakeş'e...

Döndü döneli Endülüs-Fas yolculuğunda aldığı notlardan ürettiği gezi yazılarına dalan "abla", İspanya'da, Barcelona Güell Park'tan başlayarak, Kazablanka, Atlas Dağları'ndaki çöl ile Aid Ben Haddu Köyü ve Marakeş rotasında, esaslı bir sinema yolculuğu da yaptığını farkeder, http://senbilirsinablaseyyah.blogspot.com/ adresinde tamamı okunabilecek gezi yazılarından sinemayla ilgi satırları ayıklar, paragraflar hâlinde sunar:

...1 saat geri İspanya saatince 16:30'da Barcelona'ya konar, Güell Parkı'nı gezmekte olan gruba eklenirler. Yerel rehber hanımın, Antoni Gaudi'nin evi önünde karşılayıp "...proje 60 evi kapsıyor, henüz 3-4 tanesi tamamlandı..." diyerek başlattığı becerikli sunumuyla arayı kapatırlar. Kendilerini merakla bekleyen grup dinlenip fotoğraf çekerken, yerel rehberin Woody Allen'ın Vicky, Cristina, Barcelona filmiyle -"abla" tam tersi olması gerektiğini düşünürken- bağlantılandırdığı seramik mozaikle işli terası, önündeki palmiyeler formunda taraçaları, akıl almaz bir hayâl gücünün ürünü dehlizleri, engebeli tavanı çok güzel mozaik seramik madalyonlarla bezeli hâl binasını, kafesindeki demir uzaktan iğne oyasına benzeyen penceresiyle Ziyaretçi Evi'ni, tuhaf mitolojik bir canavarla süslü çeşmeyi, yetmişikibuçuk milletten insanın fotoğraf çekti(rdi)ği merdivenleri... seri biçimde gezer, 76 yaşındayken bir tramvayın çarpmasıyla yaşamını kaybeden Antoni Gaudi'yi hayranlıkla anarlar...

"...1515'te Portekizliler'in kurduğu Dar ül Beyza, Beyaz Ev anlamına gelen Kazablanka, endüstri merkezi, ekonomik başkent... -1943'te, film, senaryo, yönetmen dallarında Oscar alan, Michael Curtis'in yönettiği Ingrid Bergman (Ilsa), Humprey Bogart (Rick)'ın oynadığı, Ingrid Bergman'ın, ayrılık acısıyla, şarkılarını çalmasını istediği piyaniste "bir daha çal Sam" sözüyle de belleklerde- Casablanca filminin tümü Hollywood'da çekilmiş, burada Rick's Bar diye bir yer yok, yakın zamanda Amerikalı bir kadın, isim hakkını alarak Rick's Cafe açmış..."

...
1934 tarihli Alfred Hitchcock klâsiği, James Stewart ve Doris Day'in oynadığı Çok Şey Bilen Adam'ın çekildiği Marakeş'te, Bahia Sarayı'na ulaşan grubu, zeminin ufalanmasından, bahçelerden... gözlenen bakımsızlığına karşın, Endülüs'tekiler kadar muhteşem bir saray karşılar. "...Sarayı vezirin ölümünden sonra, 1956'ya dek Fransızlar kullanmış, bir dönem, 2. Hasan'ın Kraliyet Muhafızları için karargâh olmuş. Çok Şey Bilen Adam, Arabistan'lı Lawrance, Büyük İskender, Gladyatör, Mumya serisinin bazı sahneleri... bu sarayda çekilmiş." ("Abla"nın aklında kaldığı kadarıyla genel müzecilik anlayışında, mobilyalar zarar görmesin diye, değil film çekimine, flaşlı çekime bile izin verilmezken, Bahia Sarayı'nda mobilyalar, film çekimi için yerlerine konuluyormuş!)...

...Hoplaya sıçraya, kahkahalarla aldıkları 4-5 km. sonunda arabalardan inip, fotoğraf çekmeye koyulan grubun modeli, aralarında Büyük İskender, Gladyatör, Arabistanlı Lawrance'ın da olduğu pek çok filme platoluk yapmış çöl. Engebeli, minik kuru ot öbekleri dışında görünürde canlı olmayan çöl, sıcak; 25-30 kişilik grupla bile, özgürlükle karışık tuhaf bir melankoli duygusu yaratır biçimde, ıssız!..

...Uzaktan, değişen ışıkla pek güzel görüntü veren (Avrupalıların, yabancılara taktıkları isimle Barbar'dan gelme) Berberî köyü Aid Ben Haddu da bir plâto; Muhammed'in iguanasıyla, çölde sıcağı yansıttığı söylenen indigo mavisi cellabeli Berberî'nin yılanıyla, 11. yy.dan kalma Aid Ben Haddu Köyü fonu önünde çekilen fotoğraflar tamamlanır, grup, kapısında bir sfenksin durduğu, 1983'te 30 hektar alana kurulmuş CLA Studios'a yollanır...

...Hotel Oscar'ın duvarları, ev sahipliği yaptığı ünlülerin fotoğrafları, orada çekilen filmlerin afişleriyle süslü. "Abla"nın çerçeveli bir listeden not ettikleri: ...The Jevel of the Nil (1984-85), Kundun (1996), Cleopatra (1998), Seventh Scroll (1998-99), Asterix ve Obelix (2000), Tepenin Gözleri (2007)...

...Bir sonraki durak, Quarzazate'de, 15 dirheme birer bilet alıp girdikleri Sinema Müzesi: Önlerinde hangi filmlerde kullanıldığının belirtildiği birer plaket bulunan, görkemli görüntüsüne karşın, -parmakla tıklatıldığında sunta, kontrplak, kâğıt, tahta, alçı... türünden malzemesi hakkında fikir veren bir ses çıkan- dekor/mekânlar, zindan, senato, hospital ward, prayer ward, throne area... olarak, önlerinde yazılı pek çok filmde kullanılmış. Havuzlu taht salonu, -elbette grubun en iltifat ettiği yerdir- "abla" dahil bir çoğu tahtta poz verir...

...Bakımlı, parlak renkli çiçekli bahçede, içinde sular şırıldayan dekor mağara çıkışında, yaklaşanları eliyle koluyla "başını çarpma!" diye uyaran yaşlı adam, Arabistanlı Lawrance, Büyük İskender, Sahara, Babil, Gladyatör, Kingdom of the Heaven... filmleri gereçlerinin sergilendiği salon, Firavunun gözdesinin yatağı, Roma ve Mısır savaş arabaları, kostümler, kırık tabletler, 1800'lerden kalma ekipmanın sergilendiği salon, müzenin diğer bölümleri...