22 Şubat 2010 Pazartesi

"Abla", izlediği üç filmle !f İstanbul 2010'u kapatır: Yaz Savaşları, Yeraltı Peygamberi ve -festivalden vizyona- Aşk Dersi

!f İstanbul 2010, son günleri: Emek Sineması'nın, demir parmaklıklarla örtülü girişi, zaman tüneli duygusu yaratarak 2009 Filmekimi'nde donup kalmış, Caddede festivaller dışında "abla"nın devam ettiği sinemalardan Beyoğlu Sineması büyük salonu Recep İvedik işgali altında, küçük salon (Pera)da bir önceki festivalden gelme, ödüllü, -Old Boy'un yönetmeni- Chan-wook Park'ın, "abla"nın beğendiği, yer yer çok komik vampir filmi Kan Arzusu oynamakta. Gişedeki hanıma çıkışta, izlediği film hakkında bilgi veren "abla"nın, sürekli müşteri sıfatıyla, arada indirimli bilet aldığı Alkazar'da,bir hafta daha Bulanık Sular ve -!f İstanbul'dan vizyona- Aşk Dersi gösterilmekte...

2009 Japonya yapımı Yaz Savaşları: Yönetmen Mamoru Hosoda, seslendirenler Ryunosuke Kamiki, Nanami Sakuraba, Mitsuki Tanimura, Sumiko Fuji... Klâsik Japon çizgi filmi tarzı/formatındaki bilimkurgu, samuray ruhlu büyükannenin, doğa ortasında, muhteşem güzellikteki geleneksel büyük evinde yaşanan doğum günü telaşı sırasında herşey yolundayken, istenmeyen akrabalardan hırçın genç adamın yarattığı avatarın, matematik dehası konuk gencin bilmeden çözdüğü şifreyle, neredeyse tüm işle(mle)rin gerçekleştirildiği Oz Sanal Dünyası'na girip, Amerikan ordusu marifetiyle işgal nesnesine dönüştürülüşü, -ekonomik- sistemin çöküşü, bir uydunun kontrolden çıkışı, soluk kesen aksiyon sahneleri sonunda hayatın yeniden yoluna girmesi konulu güzel canlandırma filmi, "abla"da, bu zamana dek burun kıvırdığı sanal gerçekliğin de, bir başka gerçeklik biçimi olabileceği yönünde bir şüphe yaratır, ilk kez!

2009 Fransa yapımı Yeraltı Peygamberi: Yönetmen Jacques Audiard, oyuncular Tahar Rahim, Niels Arestrup, Adel Bencherif... 19 yaşındaki Korsikalı Malik, cebinde tek bir sigara, bir çakmak ve değersiz buruşuk bir kağıt parayla, polise saldırmaktan içeri girdiğinde, kendine özgü kanunları olan hapishane düzeninde yerini almakta gecikmez. Hapisliği ve şartlı tahliyesi boyunca, "abla"nın küçük kız kardeşinin "içeri girerken hiçbir şeyi yoktu, çıkarken hazır aile ve zengin gelecek dahil, herşeyi oldu" diye özetlediği biçimde, rolünü/kartlarını akıllıca oynar. Abdel Raouf Dafri ve Nicolas Peufaillit'in orijinal senaryosundan uyarlama, gerçek gözleme dayanan sert ama güçlü film, yine "abla"nın kızkardeşinin "Fransızlar gangster filmlerini her zaman çok iyi yapıyorlar" saptamasını haklı çıkarır nitelikte.

Festival bitmeden vizyona; Alkazar'da, 2009 İngiltere yapımı Aşk Dersi: Yönetmen Lone Scherfig, oyuncular Carey Mulligan, Peter Sarsgaard, Alfred Molina, Olivia Williams, Emma Thompson... Ailece Oxford'u hedeflemiş çok başarılı genç bir kızın, bir gün, kendisini hayatı yaşayarak öğrenmekle, kitaplardan öğrenmek arasında kararsızlığa iten orta yaşlı bir adamla karşılaşmasının, onunla yaşadıklarının hikâyesi... Kadın hareketinin başlangıçında, ailesinin desteğiyle yaşadığı badireyi deneyime çevirebilen, güçlü kişiliği ile yaşamını doğru yönlendirecek kararları alabilen genç kız, 60'lı yıllar Londra'sını, eğitim düzenini, ahlâk yargılarını... yansıtan başarılı bir dönem filmi.

Ve "abla"nın !f İstanbul 2010, yıldız listesi:
Mary ve Max, Köpeğim Tulip, Metropia, Hızlı Silahşör Murugun, 40, Koca Adam, Yüreğimdeki Diken, Aşk Dersi, Yeraltı Peygamberi, Kemik Adam.

19 Şubat 2010 Cuma

"Abla", sona doğru !f İstanbul 2010'dan, beş film daha izler: Kemik Adam, Köpeğim Tulip, Vallahi Ben Yapmadım, Polis, s ve -yönetmen katılımıyla- 40

2009 Avusturya yapımı Kemik Adam: Yönetmen Wolfgang Murnberger, oyuncular Josef Hader, Josef Bierbichler, Birgit Minichmayr... "Abla"nın, içinde yemek de olan örneklerini çokça izlediği kara komedi filmlerinin Avusturya tarzı olanı; temposu Amerikan kara komedilerinden biraz daha düşük olduğundan, "abla"ya çok daha iyi geleni... Sarı arabanın sahibi kayıp ressamla ilgili sır, filmin eğlenceli sürprizlerinden.

2009 ABD yapımı Köpeğim Tulip: Yönetmen Paul ve Sandra Fierlinger, seslendirenler Christopher Plummer, Lynn Redgrave, İsabella Rosselini... Konusunu, İngiliz yazar J.R. Ackerley'in 1956'da yazdığı, köpeği Alman Kurdu Tulip'le geçen 14 yılını "hayatımın en güzel yılları" diyerek anlattığı güçlü romandan alan, iki katlı otobüs ve telefon kulübesi kırmızısı, kır manzarası yeşil-sarısı ve pus renginin, iç mekânlara düşen ışığın yarattığı sıcacık duygularla, muhteşem bir animasyon daha! El çizimi animasyon içinde yer alan, renklendirilmemiş, elbiseli Tulip çizimlerinden birinde, gebe köpeğin, eteğinin altından büyük bir kutu çıkarıp (doğum), kurdelesini (bebelerinin göbek bağlarını) dişleriyle keserek yavrulayışını aktaran, -"abla"nın gözyaşlarıyla izlediği- bölüm, derin espri anlayışı taşıyan filmin eşsiz güzellikteki anlatımlarından biri...

2008 Kanada yapımı Vallahi Ben Yapmadım: Yönetmen Philippe Falardeau, oyuncular Antoine L'Ecuyer, Suzanne Clement, Daniel Briere, Catherine Faucher... Halk kahramanı avukat baba ile kendi yaşamını sürdürmek üzere Yunanistan'a kaçan annelerinin, kavgalı dövüşlü beraberlikleri sırasında kalben yaralanmış iki oğlandan küçüğü, üzerinde bir yetişkinin elbisesi gibi eğreti duran, oradan buradan toparlanıp üzerine yamanmış bir sürü bilgiç lâf, abartılı davranış biçimi, tuhaf bir ısrarla tekrarlayan intihar çabasıyla "abla"ya, pek zorlama gelir.

2009 Romanya yapımı Polis, s: Yönetmen Corneliu Porumboiu, oyuncular Dragos Bucur, Vlad Ivanov, Irina Saulescu... Yönetmenin Bükreş'in Doğusu filmini pek eğlenerek izlemiş "abla", -neredeyse- gerçek zamanlı, polis operasyonu öncesi konulu filmde, -bir miktar- hayâlkırıklığına uğrar. Yine de, Orta Avrupa sinemasının, doğal oyunculuk konusunda, "abla"nın gönlünde özel bir yeri vardır; kahramanın evinde, öğlen çorba içtiği sahnede olduğu gibi her zaman, hakkını teslim etmek gerektiğine inanır.

2009 Türkiye yapımı 40: Yönetmen Emre Şahin, oyuncular Ali Atay, Ntare Mwine, Deniz Çakır... İstanbul'un, "abla" dahil pek çok İstanbullunun bilmediği, bilmeye cesaret edemediği yerlerinde geçen konusu, çevre sesleri, mekâna uyan müziği ve kolaj benzeri görüntüleriyle, numerolojide kader sayısı 40, -otopark bölümü çok komik- özel bir film, bir deneyim.

İlginç filmin sonunda başrol oyuncusu Ali Atay ile izleyicinin karşısına çıkan ve her sorudan önce bolca -hakedilmiş- övgü alan yönetmen Emre Şahin "filminizi tür olarak nasıl tanımlarsınız?" diye soran izleyiciyi "uzun süre belgesel yaptığım için, Godwill kısmında olduğu gibi, belgesel de dahil olmak üzere, başı, ortası, sonu farklı tarzlarda... tam olarak gri alanda... film kendini çok ciddiye almıyor, her çeşit yoruma açık..." diye yanıtlar.
"Bir yıl önce öğrencilerimle bana bu projeyi anlattığınızda çok heyecenlanmıştık, aynı heyecanla izledim; bir kusuru var, şoför o kadar kısa zamanda, arabanın kırık camını nasıl değiştirdi?" diye soran izleyici, "uyanık şoför!" diye şakayla;
"Kamera elde, yakın plan çok detaylıydı, çekimden sözedebilir misiniz?" sorusu, "tarz olarak, omuzda kamera ile gerçeklik havası daha iyi yaratılıyor, ayrıca pek çok güzel görüntü de yakalanabiliyor, görüntü yönetmenimiz -Clint Lealos- çok deneyimliydi...";
"Guy Ritchie sevdiğiniz bir yönetmen midir?" sorusu, "Paul Greengrass'tan daha çok esinlendiğim söylenebilir";
"Kariyerinizin devamını nasıl görüyorsunuz?" sorusu, "!f'ten sonra bir iki şarkı -Ceza ve Sezen Aksu- ilave edilerek çıkacak... yurt dışı satışları daha önce oldu, yurtdışında Türkiye'den daha önce girebilir... İkinci film daha derin bir proje, tek karakterli... üzerinde Ali ile çalışıyoruz.";
"Numeroloji, görselliği güzel, karakterden kaynaklandı...";

"Filmde dinlerin birlikte kullanılışının bir mesajı var mı?" sorusu ise, "İstanbul karmakarışık, uzaklardan bakabilmeliyiz diye düşündüm, belli bir mesajı yok!" diye yanıtlanır.

Afrika'dan gelen ölümcül arı, deprem, otoparktaki jaluzi kıpırtısı...
motiflerinin ustalıkla yerleştirildiği, incelikli olay örgüsü içinde "abla"nın içine sinmeyen, -Ümit Ünal filmi Kaptan Feza'da da olduğu gibi-, kahramanların, içi para dolu çantayı değiştirmeden, hiç gizleme gereği duymadan, bir poşete bile tıkmayı akledemeden, ööööylece ortada gezdirip durmaları...

17 Şubat 2010 Çarşamba

"Abla", !f İstanbul 2010'dan iki film daha izler: -Yönetmenlerinin katılımıyla- Koca Adam ve Metropia

Perde önüne çağrılıp izleyiciye tanıtılırken mahçup yüzü kıpkırmızı olan genç yönetmen Adrian Biniez, "film öncesi, film hakkında konuşmak zordur" der, "sonra buluşalım, sorular kolay olursa sevinirim."

2008, Uruguay Arjantin Almanya İspanya yapımı Koca Adam: Yönetmen Adrian Biniez, oyuncular Horacio Camandulle, Leonor Svarcas, Nestor Guzzini, Federico Garcia... (Uruguay) Montevideo'da bir süper markette güvenlik görevlisi olarak çalışan, kendi halinde, utangaç, metal müzik hayranı, yeğeniyle çocuklaşan iri cüsseli Jara, geceboyu iç mekânı gözleyen kameralara bakıp dururken temizlikçi Julia'ya abayı yakar. Açılacak denli cesur olmadığından kızı izlemeye alır, kazara tuvalet kağıdı dağını yıktığında ona bağırıp çağıran şefi sahte bir anonsla uzaklaştırır, gittiği spor salonunda judo yaptığını görür, koşar evde halter kaldırmaya başlar, internetcafe kapısında görünmeden bekler, chat yaparken tanıştığı adamla buluşmasını gizlice gözler, bir gece temizleyeceği alana minik bir saksıda kaktüs hediye bırakır. Bu, böylece sürerken, örgütlenme hazırlığındaki bir grup çalışanla beraber Julia da işten çıkarılınca coşan, şefe bir yumruk salladıktan sonra, rafları yıkarken dört kişinin zor zaptettiği, -"abla" geri planda burnundan akan kanı durdurmaya çalışan şefle çok doğal sahneye bayılır- Jara kovulur. Güzel film, daha önce kimlik bilgisini araştırdığından, adresini bildiği kızın evine giden, babası tarafından "seni de mi çıkardılar?" diye karşılanıp kumsala yollanan Jara'yla, kader ortağını sempatiyle karşılayan Julia'nın söyleştikleri iç ısıtan sahneyle sonlanır.

Yüzünde gülücüklerle izleyici karşısına dönen, filmi haftada 6 gün çalışarak bir ayda çektiklerini... söyleyerek soruları yanıtlamaya başlayan Adrian Biniez, filmin gişe başarısını soran izleyiciye "Uruguay'da yılda 2-3 film üretiliyor, filmimizi alışveriş merkezlerinde bile gösterdik, dolayısıyla gişe kaygımız yok... ülke nüfusu 3 milyon, başkent 1,5 milyon, 50 bin kişi başarı demek, Türkiye'de gördüğüm kadarı durum daha farklı... Uruguay'da ana akım ben gibiyim, film yapımı 10 yıl önce başladı, geçen yüzyılda üretilen film sayısı 15'ten fazla değil." der. Markette çalışırken tanıştığı biriyle müzik dükkânı açtığını anlattığı bir arkadaşından sözederek müzik geçmişi olup olmadığını soran izleyiciyi ise "ben de markette çalıştım" diye yanıtlar, "ürünleri raflara yerleştiriyordum, bir metal grubunda da çalıyordum, filmde müziğin, karakterlerin ruh yapısını yansıtmasını istedim."

"Abla"nın, küçük kızkardeşinin daha önce görüp, "beğeneceksin!" dediği Metropia'nın oynayacağı Salon 4'e giden merdivenler, sahanlık tıklım tıkış dolu. Yönetmen Tarık Salih, filmden önce tanıtıldığı izleyiciden tebessüm ister, dolu salonun resmini çeker, "filmden sonra, sorularınız için buluşalım" der ve ekler, "bu bir Pixar animasyonu değil, yani McDonald's'da Metropia paketlerine rastlamayacaksınız, bayağı karanlık bir tecrübeye hazırlanmalısınız."

2009, İsveç Danimarka Norveç yapımı Metropia: Yönetmen Tarık Saleh, seslendirenler Vincent Gallo, Juliette Lewis, Udo Kier, Stellan Skarsgard, Alexander Skarsgard, Sofia Helin. Yıl 2024: Avrupa, tüm kentleri birbirine bağlayan binlerce kilometrelik metro ağıyla dev bir ülkeye dönüşmüş. Stockholm banliyösünde oturan Roger, sıradan bir çalışandır, yeraltı onu ürküttüğünden, yasal olmadığı halde bisikletiyle işe gider gelir. Büyük şirketlerin egemenliğindeki yaşamları, dayatılan tek kepek şampuanının anten özelliği kazandırdığı saç telleri ve izleyiciyi izleyen televizyonları aracılığıyla kontrol edilir. Bir gün kafası içinde -daha sonra kendisine yardım etmek isterken öldürülen, kendisine çok benzeyen teknisyenin- sesini duyup delirdiğini sanan Roger, aynı zaman aralığında karşılaştığı şampuan modeli, -tirana dönüşmüş şirketler grubu patronunu babasının iktidarına göz diken kızı- tarafından terörist saldırıda kullanılır. Fotoğraf destekli özel teknikle üretilen canlandırma filminde, mavi gri muhteşem görsellik, bilimkurgu, psikoloji... "abla" ne ararsa var, festivalin en iyilerinden...

Alkışlar dinerken soruları yanıtlamaya başlayan Tarık Salih, graffiticilikten sinemaya nasıl döndüğünü merak eden izleyiciye, "babam animatördü, dolayısıyla ben animasyon atölyesinde büyüdüm. Kukla animasyonu yapmak isteyen babamın, modelleme yapan kölesiydim, bir yıl çalışıp -ifade için- 350 yüz çıkardıktan sonra babam, biliyor musun dedi, bize 30 yüz yeterli olurmuş. Ben de babama, animasyonu (çevirmenin boşver biçiminde çevirdiği) ....... dedim."
Filmin siyasi bir mesajı olduğunu düşünen, kepek şampuanı ile tam ne demek istediğini bilmek isteyen izleyiciye, "bundan 60 yıl önce Orwell 1984'ü yazarken, bizlerin kendi isteğimizle Big Brother'la ortaklık edeceğimizi düşünememiştir" der, "Facebook'la hayatlarımızı fotoğraflarla detaylı olarak ortaya seriyoruz, kız arkadaşımla birbirimizden nefret edip ayrılmaya karar verdiğimizde bunu duyurmadan önce iki hafta bekledik. Müdahalenin gönüllü neferleri olduk, izlenme işini biz yapıyoruz."
Filmde Hello Kitty ve Pikaçu bebeklerin kullanılmasıyla ilgili soruyu, "30'lu yaşlarımızdayken kız arkadaşımın bir sürü Hello Kitty bebeği vardı, heryerde, ben o kadar hoşlanmasam da... Filmde kullanmaya karar verdiğimizde izin almamız gerekti, bir şartla, hiç değiştirmeden kullanacaksınız dediler." diye yanıtlar.
İnsan bedenlerinin neden deforme olduğunu bilmek isteyen, gelecekte böyle mi olacağımızı düşünüyorsunuz diye soran izleyiciyi "bir sanatçı olarak bir tık farklı gördüğümü düşünüyorum ve böyle çok beğeniyorum, siz beğenmediniz mi?" yanıtı verir ve ekler "umuda inanıyorum". "Nerede?" diye seslenen izleyiciyi ise, -kuşların uçuştuğu, havanın rengi yavaşça değişirken karın usul usul yağdığı sahnede- "ikisinin camdan baktığını görmediniz mi?" diye yanıtlayan Tarık Salih, 19:00 seansının başlaması yaklaşırken sözlerini, "Bush iktidarı büyük zarar verdi, yine de bizlere iktidarlara güvenmememizi, uyanık olmamız gerektiğini öğrettiği için bu karanlık zamanlara teşekkür duyuyorum. Bence iklim bile düzelebilir, uyanık olmamız gerekiyor." diyerek bitirir.

15 Şubat 2010 Pazartesi

"Abla" vizyondan bir, !f İstanbul 2010'dan iki film daha izler: Burada, Bulanık Sular, Samson ve Delilah

Singapur 2009 yapımı Burada: Yönetmen Ho Tzu Nyen, oyuncular Jon Low, Jo Tan, Hemang Yadaw... Eski bir akıl hastanesinde, ağırlıklı olarak hastaların, hastaneye düşmelerine neden olan eylemi canlandırıp, daha sonra izleyerek durabilecekleri uygun anı bulmalarına, eylemlerinin sorumluluğunu almalarına yarayan videokür denen tedavi yönetemini konu edinen filmin çekimlerine imza atarak katılan, karısını, çocuğunu, kardeşini öldürmüş kişiler, bir kleptoman... pek çok hasta katılır. Yeniçağ bilgeliğinde "teslimiyet" denen, kaderin üstünlüğünü kabul edip, kaderini sevme çağrısı -Amor Fati- yapan babasını anan, ama şiddete başvurmaktan geri kalmayan bir hasta, defteri aracılığıyla konuşan bir diğeri, birbirlerine âşık iki genç, üçüncü gözü açık olduğu için hayaletleri gördüğünü iddia eden bir başkası, sosyal uyum için çay partileri düzenleyen, tedavi olup gideni, "...herkesi memnun edemezsin... dönmek zorunda kalırsan bunu başarısızlık olarak görme..." diyerek uğurlayan doktorlar... Kendine özgü, özenli çalışma, "abla"nın, içinde kendini özdeşleştirebileceği bir karakter olmaması nedeniyle kısa zamanda unutacakları arasındadır.

Festivalden bir film daha görmek üzere, Cadde'ye yollanmadan, beyazperde.mynet.com'dan vizyona neler girdi acaba? araştırması yapan "abla"yı, İstanbul'da yalnızca iki salonda oynayan, -altındaki yorumlara bakılırsa, görülesi- bir film çeker. Alkazar'a varır, gişede parayı uzatıp filmin adını söylediğinde, girişte dolanıp duran delikanlıya "iki kişi oldunuz!" diye seslenen hanım, "buyrun" der "sizin biletinizi de vereyim". Şaşkınlık belirten "abla" ile ayaküstü bu konuda konuşurlarken, -Caddede her nasılsa Recep İvedik oynamayan- üç salondaki filmlerden hangisini göreceklerine karar verememiş çift, konuşmalara, ardından Norveç İsveç Almanya, 2008 yapımı Bulanık Sular'ın izleyicilerine dahil olurlar: Yönetmen Erik Poppe, oyuncular Pal Sverre Valheim Hagen, Trine Dyrholm, Ellen Dorrit Petersen, Trond Espen Seim, Henriette Garcia, Fredrik Grondahl...

Muhteşem film, altı izleyicisinden hiç birini hayâl kırıklığına uğratmaz: İki gencin ufak tefek hırsızlık ya da eğlence amacıyla kaçırdıkları küçük oğlan, dere kıyısında bir kaza sonrası ölür. Cezasını çeken, hapisliği sırasında iyi bir org sanatçısı olan Jan Thomas, yeni bir başlangıç için Oslo'da bir kiliseye başvurur. İşe alınır ama, ölümüne sebep oldukları oğlanın annesi öğretmen bir okul gezisi sırasında Jan'ı tanır, gizliden onu izlemeye alır. Saplantılı görünen acısı, Jan'ın kilisede yakınlaştığı kadının oğlunu kaçırmasına dek varır. Acılı anne ile eşinin, patronu ve karısıyla yedikleri yemek sırasında, kadınlardan biri, cesedi bile bulunamamış oğlunun acısını "...bir daha sıcak kakao içemedim..." diye anlatırken, diğeri uyuşturucu yüzünden yavaşça ölmekte oğlu için "...keşke ölmüş olsa..." der. İki kadının, formatı belli iş yemeğini bir anda aşan içtenlikleriyle muhteşem sahne ile filmin sonunda, Jan'la, oğlunu yitiren annenin, arabada, üzerlerinden sular akarken yaşadıkları, güçlü oyunculukla yücelen sessiz sahne kolayca akıldan silinebilecek gibi değil...

Alkazar'dan AFM'ye, !f İstanbul 2010'dan 15:00'teki film için giderken, eğitimci teyze ve kuzenine rastlayan ve kendisinden vize almadan buralarda ne aradıklarını sorup takılan "abla", AFM girişinde de diğer kuzenine rastlar: Kendilerine fikir sahibi damaklar diyen, bilinçli, akıllı bir grup kadın, üzerinde "Ne yediğini bilmek hakkındır!.. GDO'suz yazanı seç ya da organik ürünü tercih et... Gıdanın raf ömrü uzarken seninki kısalmasın!.." yazan broşür içinde "al eline büyüteci, etiket hafiyeliği yap, gerçek gıdayı ara ve paranı sadece gerçek olana yatır" mesajı taşıyan minik birer büyüteç dağıtmakta... 15 Şubat, 19:30 ile 21 Şubat, 17:30'da gösterilecek Food, Inc. filmi öncesindeki etkinlik, ardından küçük bir oturumla da desteklenecek.

Avustralya 2009 yapımı Samson ve Delilah: Yönetmen Warwick Thornton, oyuncular Rowan McNamara, Marissa Gibson, Mitjili Gibson, Scott Thornton... Dünyanın, geçmişi 40-50 bin yıl önceye dayanan en eski yerli halklarından Avustralya Aborijinlerinden, derme çatma kulübelerde ıssız bir köyde yalıtılmış, büyükannesiyle yaşayan Delilah ile bir gün yatağını getirip onların avlusuna atan, konuşmayı unutmuş tinerci Samson'un öyküsü... Kendilerine özgü resimlerini 10 katına şehirde pazarlayan adamın verdiği üç kuruş ile yaşarken, büyükannenin ölümü üzerine yalnız kalan Delilah'ı arabaya koyup şehre kaçıran Samson bunun kurtuluş olduğunu sanır ama, naif halkın masum çocukları, kente her yaklaşmalarında, travmatik olaylarla karşılaşırlar. Büyükannenin kıkırdayarak "...kocan olacak, o iyi bir çocuk..." dediği Samson'u toparlamak ve çöl ortasında yeni bir yaşam kurmak, binlerce yıllık genetik deneyimden gelen güçlü içgüdüleri ile -her zamanda ve zeminde olduğu gibi, kadına- Delilah'a kalacaktır.

Yakınlarda, paralı kanalda izlediği Nicole Kidman, Hugh Jackman'lı Baz Luhrmann filmi Avustralya'da, büyükbabası ile -bugünün teknik bilgisi ile dahi açıklayamadığımız- "bağlantı"sını sürdürüp sonunda geleneklere dönen küçük Aborijin oğlan çevresinde gelişen olaylarla anlatılan, yok olmaya direnen, "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" üyesi idarecilerin yakın tarihte, -nihayet!- özür dilediği bu muhteşem halkı saygıyla anan "abla" için Samson ve Delilah, özel bir film!

13 Şubat 2010 Cumartesi

!f İstanbul 2010, ikinci günü "abla" iki film görür: Yüreğimdeki Diken, Mary ve Max

Fransa 2009 yapımı Yüreğimdeki Diken: Yönetmen Michel Gondry, oyuncular Suzette Gondry, Jean-Yves Gondry... Önceki festivallerden birinde, Lütfen Başa Sarın filmini çok gülerek, severek izleyen "abla" ile küçük kız kardeşinin, adı yanına bir işaret koydukları izlenesi yönetmen Michel Gondry, bu kez Suzette Hala'sının odağında olduğu bir çeşit belgesel çekmiş. Güzergâhı, kuzeni Jean-Yves Gondry'nin, detaylı, geniş, özenli tren maketinin tabelalarıyla belirlenen geçmiş yıllara yolculuk, mutlu ama geçim sıkıntısındaki Suzette Hala'nın öğretmenliğinin ilk yıllarını anlatır. 1960'ların başında, öğretmen-derslik sıkıntısıyla, sınıf farkı olmaksızın öğrencilerin -bizdeki gibi- bir arada okuduğu bir dağ köyünde, çukurdaki okulun üzerine yukarıdan geçen kamyonlardan birinin düşeceği kaygısıyla işe başlayan Suzette, tulumba bozuk olduğundan suyunu dereden taşımak zorundadır. "En büyük tatminini..." soran yeğenine, ilkokul birinci sınıfın sonunda okumayı öğrenen çocuklar olduğunu anlatır.

Öğretmenden çok eğitimci Suzette, "abla"ya, Cumhuriyetin ilk yıllarında tayin olduğu köye at üzerinde giderken yolu kesilen, köyün yeni öğretmeni olduğu anlaşılınca büyük itibar gördüğünü anlatan, 94 yaşında yitirdikleri kendi halası ile, kızları liseye giderken okuyup aldığı İ.Ü. Pedagoji diplomasıyla işe koyulup 80'lerden bu yana yürüttüğü anaokulundan mezun ilk öğrencileri şimdilerde hayata atılmış, idealist öğretmen, sevecen eğitimci teyzesini hatırlatır.

Ebeveynleri de işin içine çeken Suzette, havuzu olan köyde çocukların yüzme öğrenmesini sağlar; havuza gidiş dönüş sırasında dersten çalınan zamanı yolboyu çarpım tablosu ezberleyerek değerlendirir. Başta müfredata ayak uydurmakta zorlansa da, sonradan kendine has kişiliğiyle ürettiği yöntemler Bakanlığın önerileri arasına alınır.

Trenle beraber yol alan Suzette, oğlu, yeğeni..., kimi yıkılmış, bazısı ev olmuş eski okulları bulur, eski öğrenci ve velilerle buluşurlar. Güzel, verimli bir yaşamın ucunda -ne yazık- Suzette Hala eşcinsel oğluyla sağlam bir diyalog kuramamanın acısını taşır; "Jean-Yves" der, "benim yüreğimdeki diken..."

Filmlerin sürelerini hesaba katarak yaptığı ayarlamaları boşa çıkaran, tam saatinde de başlamayan uzun reklam filmleri dolayısıyla, Yüreğimdeki Diken bitmeden, koltuğunda diken varmış gibi yerinden fırlayıp Salon 4'e, bir sonraki film için koşturan "abla", !f organizasyonuna, hafta içi ilk üç seansı emekli tarifesi 5 TL'de tuttukları için duyduğu minnettle, daha bir hoşgörülüdür.

Avustralya 2009 yapımı Mary ve Max: Yönetmen Adam Elliot, seslendirenler, Toni Colette, Philip Seymour Hoffman, Eric Bana... Gerçek bir öyküye dayanan, Avustralya Melbourne'da, sık sık tadılması gerekli yetişkin içeceği şeri, bir yerlerden bir şeyleri "ödünç alma" bağımlısı annesi ve Earl Grey çay poşetlerini zımbalama işinden artakalan zamanında otoyol kıyısında bulduğu kuşları dolduran babasıyla yaşayan 8 yaşındaki Mary ile Newyork'lu mektup arkadaşı 44 yaşındaki asperger hastası Max arasında çeyrek yüzyıl süren mektup arkadaşlığını anlatan muhteşem bir canlandırma filmi.

Aynı çizgi filmi izleyip, yıllar boyu birbirlerine çikolatalar yollayarak sürdürdükleri dostluk, Max'in akıl hastanesine yatması ile arada kesintiye uğrar, Mary'nin akıl hastalıkları ile ilgili araştırması -Max'ın küslüğü üzerine hamur olacak- kitap olur, Max lotodan büyük ikramiyeyi kazanır, Mary kendisine daktilosunun M harfini sökerek yollayan mektup arkadaşının kırgınlığını aşamaz, alkolik olur, eşini yitirir... Neden sonra bebeği ile Newyork'a varan Mary'e, Max'in, duvarlar boyu ütülenip, şeffaf dosyalara konmuş mektupları, kırmızı ponponu, gözyaşları şişesi... dışında söyleyebileceği bir şey yoktur. Olağanüstü duyarlılıkla zengin insan hikâyesi, üstelik canlandırma! "Abla" daha ne isteyebilir?

12 Şubat 2010 Cuma

!f İstanbul 2010'u izlemeye başlayan "abla" ilk gün iki film görür: Kış Sessizliği, Hızlı Silahşör Murugun

Hollanda 2008 yapımı Kış Sessizliği: Yönetmen Sonja Wyss, oyuncular Gerda Zangger, Sandra Utzinger, Brigitta Weber, Katalin Liptak, Sarah Bühlmann... İsviçre'nin karlı tepelerle sarılmış bir dağ köyünde diz boyu karda, kızıyla avlanmaktayken kayalıktan düşen baba, ölür. Katolik anne ile dörtgenç kızı, bahara dek, gündüz yanık kahve rengi giysi, geceleri beyaz gecelikler içinde, giysileri rengine uygun ruh durumlarıyla, durgun bir yas sürdürüler. Kızlar aralarında gülüşürken anne yalnız kalınca ağlar; beraberce yünler yumaklanır, çoraplar tamir edilir, yenileri örülür, çamaşırlar karlı avluya serilir, tesbih çekilir, günahlar için tövbe edilir.

"Abla", yatağın altında bir baykuşun yün topaklar kusması, çanlarla süslü işlemeli beyaz giysili, karnaval maskeli birinin arasıra ortaya çıkıp kamçısını şaklatması, geyik boynuzlu adamların geceleri evin çevresinde dolaşması... türünden görüntülere akıl erdirmeye çalışırken, geceleri dışarıya çıkıp sevdikleriyle buluşan kızkardeşlerden biri, -birlikte örtü işledikleri akşam, eline batan iğne yüzünden önündeki geyik motifi boynuzuna bir damla kan damlayan kız- gebe kalır; fazla sürmez, sessizce gelip dönen bir kadının yardımıyla yükünden kurtarılır, Meryemana heykelinin kaidesi kıyısının bir bardak suya rendelenip genç kıza içirilmesiyle, tedavisi tamamlanır.

Sonunda bir sabah, kuş sesleriyle uyanan annenin gülümseyerek avluya çıkıp, etraflarındaki karı temizlediği üç tane kardelen, güzel görüntü, müzik, daha çok sessizlik bezeli, meditasyon tadındaki
Kış Sessizliği'ni bahara kavuşturur.
Hindistan 2008 yapımı Hızlı Silahşör Murugun: Yönetmen Shashank Ghosh, oyuncular Rajendra Prasad, Ramba, Naseer, Raju Sundaram, Vinay Pathak, Anu Menon... Beyaz atı üzerindeki, ince bıyıklı, sürmeli gözlü, gürbüz Hızlı Silahşör Murugun, beyaz şapka ve kabaralı beyaz çizmeleri, boğa başlı kemerli kırmızı pantolonu, yeşil gömleği, sarı üzerine siyah benekli yeleği, fuşya fuları ve içinde sitem edip duran kolejli sevgili fotoğrafının bulunduğu kalp şeklindeki madalyonu, şık gözlüğü ile çok yakışıklı, dahası Red Kit dahil tüm hızlı silahşörlere parmak ısırtacak kadar ustadır.

Gökleri tavan, toprağı vatan
bellediğinden geride bıraktığı kolejli sevgili dışında tek derdi, Pirinç Tabağı Reddy'nin menülere zorla et koydurmasıdır. Adamlarını, havaya fırlattığı kibritin aşağı, eline varması süresinde tepeleyen silahşörü tuzağa düşüren Pirinç Tabağı'nın tek kurşunla vurduğu, -inek böğürtüsü kornalı üç tekerleki motorsikletli azrailin öte Dünyaya taşıdığı- Murugun, yarım kalmış işini tamamlamak üzere hemen geri dönmek ister. İşlemleri yürüten adam, aceleye gelen işlerin kötü bir örneği olarak, hemen dönmek isteyen erdemli bir yaşam sürmüş kadının, çiftleştikten sonra eşini yiyen bir böceğe dönüştüğünü anlatarak ayak direse de, Dünyanın vejeteryan olmaya ihtiyacı var fikrini paylaştığı Murugun'u, 25 yıl sonrası Mumbai'sine yollamakta gecikmez.

Yabancı şef edinip, çevresinde MBA'lı işletmecilerle dolduran, soğan başlıklı maskotlu MacDosa adı altında, en lezzetli gözlemeyi yapıp satma derdindeki Pirinç Tabağı Reddy, eskisi gibi cinayetler işleyerek yoluna devam ederken yolları -elbette, bunun için dönmüş- Murugun'la kesişir.

Bollywood tarzı sevgililerin birbirlerine hafifçe dokunarak yaptıkları aşk dansı ve söyledikleri şarkılarla, pervasız cinayet ve aksiyonla, "kaderim böyleymiş!"lerle sürüp giden parlak renkli film, "abla" gibi meraklısı için tam bir şenlik!

1 Şubat 2010 Pazartesi

En yaşlısı "abla" dört kadın, bir kadın filmi İlişki Durumu: Karmaşık'ı izler, beğenirler.

11-21 Şubat, !f Bağımsız Filmler Festivali haberini alır almaz, sıkıca çalışıp birer liste oluşturan "abla" ile küçük kız kardeşi, cumartesi öğlen, gösterimlerin yapılacağı iki salonun bulunduğu Fitaş'ta buluşur, acı haberi alırlar; biletler, %10 indirimli mybilet satışı sonrası pazartesiden itibaren gişelerden alınabilecek... Tüm bir sabahı, asker kocasıyla internet bağlantısı kurup görüntülü konuşarak geçirirken, -bir mekik indirme operasyonu idare edercesine- bir elinde cep telefonu, diğer elinde ev telefonu ile kayınvalidesi ile ev halkını da görüşmelere katan teknoloji beceriklisi kızının tersine, "abla"nın, internetten bilet işine aklı yatmaz, yatsa da kredi kartı kullanmadığından faydası olmaz.

"Abla"nın kızının ilâvesiyle üç kişilik grup, B planına geçer; Hala'nın, acısız şalgam suyu ile daha bir lezzetli Güneydoğu mutfağıyla karın doyurur, İstiklâl Caddesi'ne her gelişlerinde olduğu gibi, önceden işaretledikleri bir filmi izlemek üzere, rastladıkları arkadaşlarının da katılımıyla kalabalıklaşarak, cadde boyu onca salon arasında bir tek Yeni Rüya'da oynayan Meryl Streep filmine girerler.

2009 ABD yapımı İlişki Durumu: Karmaşık filminin yönetmeni Nancy Meyers, oyuncular Meryl Streep, Steve Martin, Alec Baldwin... Bazı sahneleri bayağı komik film, yaşı ve cinsiyeti gereği, -kızı dışında- "abla", kardeşi ve arkadaşına pek hitabeder nitelikte, tam bir kadın filmi.

The Deer Hunter (1978)'dan bu yana, her zaman muhteşem Meryl Streep, üç yetişkin çocuklu, şık bir pastanenin sahibi, aşçısı, boşanmanın enkazını ancak 10 yılda kaldırabilmiş Jane rolünde. Eski koca Alec Baldwin, yarı yaşında bir lâtin dilberi -ve onun, şefkate aç beş yaşındaki oğlu Pedro- ile evli, lâf cambazı, kaşarlanmış avukat Jake; sempatik koca gülüşlü Steve Martin ise, Jane'nin yeni mutfağının mimarı Adam rolünde, kendisi de eski bir evliliğin yıkımını onarmaya çalışmakla meşgul...

Çocuklardan biri evlilik hazırlığında, bir diğeri evden uzaklaşırken, sonuncunun diploma töreni nedeniyle Newyork'ta karşılaşan eski eşlerden Jake, genç karısının verdiği yorgunlukla güvenli, huzurlu limana, eski karısına yanaşır, ona yeniden tutulur. Öte yandan, mesleğinden gelen "uyanıklık"la olsa gerek, -kafası karışık, duyguları allak bullak Jane'in kararı belli olana dek-, "evdeki huzuru" da bozmama eğilimindedir. Bu, "ne serden, ne yardan vazgeçmeme..." döneminde, çocuk isteyen genç karısının girişimlerini, gizliden aldığı ilaçlarla sperm kalitesini düşürerek sabote etmekte sakınca görmez.


İki arada bir derede kalmış, ilgi ve cinsellikten memnun, gelişmelerden huzursuz Jane, kahveli kekle ziyaret edip net bir öneri beklediği terapistinin, "...en kötü ne olabilir ki?" yanıtı üzerine, -içine pek sinmese de- buluşmaya devam ettiği eski kocasının, "pilates yaramış" (izleyici Jane'i, sadece bir kez, koşarken görmüştür), türünden iltifatına da mazhar olur.

Mimarın ilgisini farkeden Jake'in nihayet bir seçim yapıp, genç karısını terkederek eve dönmesi ve aynı akşam bilgisayar aracılığıyla yapılan Adam-Jane sohbetine farketmeden dahil olmasıyla yaşanan çok eğlenceli kriz sonunda, durumu anlayan ve henüz boşanmanın travması atlatamamış çocuklarının sorusu karşısında Jane'in tavrı netleşir.

Görüntülü bilgisayar sohbeti krizi, ilk buluşmada Jake'in, yerli yerinde, çok hoş "evim güzel evim!" esprisi, Jane'in arkadaş toplantıları, buluşmalardan birinin tanığı sempatik damadın otelde yaşanan krizi idare edişi, nişanlısının pijamasıyla ailenin doğal bir parçası güzel yumuşak oyunculuğu...

Yaşı ilerlemekte olan kadınların, daha genç olanlarca tedavülden kaldırılmalarının neredeyse doğal yaşandığı/karşılandığı, -tüp bebek merkezi bekleme salonundaki yaşlı bir adam, genç bir kadın kombinasyonu sahnesiyle muhteşem- tüketim toplumlarında, çocukların, ekonomik şartların... dayatmasıyla değil, beğeninin -elbette avukatın içten içe yaptığı, sağlıklı yaşamı, bakımı... içeren içten pazarlıklı yaklaşımının da- etkisiyle durumun, tamamiyle tersine dönüşünü anlatan film, "abla"ya kalırsa, -sanki sadece kadınlar arası bir meseleymiş de "hırsızın hiç suçu yokmuş"- erkeklerin, sonunda yeni bir bilinç düzeyine ulaşmakta olduklarının habercisi, müjdecisi gibidir.