14 Nisan 2011 Perşembe

30. İstanbul Film Festivali onüçüncü gününde "abla" üç film izler: Yaşamın Ritmi, Anneler, İçimdeki Yangın

14 Nisan 2011 Perşembe günü "abla", ikisi laser altyazılı, üç film görür.
İsveç-Fransa 2010 yapımı Yaşamın Ritmi: Yönetmenler Ola Simonsson ve Johannes Stjärne Nilsson, oyuncular Bengt Nilsson, Sanna Persson Halapi, Magnus Börjeson... Eğitimi sırasında sıradışı bir su müziği yorumu yapıp Akademiden atılan müzik teröristi Sanna ve beş davulcudan oluşan çetesi, dört başlık altında -ameliyathanede, bankada, iş makineleriyle konser salonu önünde ve yüksek gerilim hatlarında- aykırı ("abla"nın bayağı beğendiği, güzel) müzik üreterek bir karşımüzik tavrı sergiler. Ailesinin büyük beklentisini, duyuşundaki bir arıza yüzünden karşılayamayan polis Amadeus'un ise tek dileği sessizliktir.

Bir noktada amaçları buluşan çete ile Amadeus'un, basit ama çok etkili gösterileriyle sonuçlanan filmin, tüm kentin tek bir enstrümana dönüştüğü muhteşem sahnesi, "abla"nın, -Spielberg'in Üçüncü Türden Yakınlaşmalar filminin finalinde olduğu gibi- gözyaşlarına neden olur. Laser altyazılı film "abla"ya göre, kaçırılmaması gerekenler arasında.

Makedonya-Bulgaristan-Fransa 2010
yapımı Anneler: Yönetmen Milcho Manchevski, oyuncular Ana Stojanovska, Vladimir Jacev, Dimitar Gjorgjievski... Yağmurdan kaçan izleyicinin karşısına çıkan, -"abla"nın unutamayacağı filmleri arasında, müziği ile de özel yeri olan Yağmurdan Önce'nin yönetmeni- Manchevski, "gün ortası, yağmura rağmen cesaretiniz için teşekkürler" der, "film öncesi söyleyebileceğim tek şey gerçeğin doğasını araştırdığım, yaratmaya çalıştığımdır; bir müzik parçası ya da resmin yarattığı his gibi... Bu benim için filmin mesajından daha önemli. Üç farklı hikâyenin bende yarattığı hisler üzerine yaptım bu filmi, umarım sizde de aynı duyguları yaratır."

Parkta oynayan küçük kızlardan birkaçı gazete bayiinin arkasında bir teşhirciye rastlarlar, polise gitmeye gönüllü olan ikisi adamı görmemiştir bile. Dondurmalarını yerken, bir de, verdikleri ifade ile hiç ilgisi olmayan bir adamı teşhis ederler.

Köy yaşamı ile ilgili bir belgesel yapan üç kişilik ekip, çok yaşlı bir adam ile -keçisini büyü ile öldürdüğünü düşünerek küstüğü- kızkardeşi dışında kimsenin yaşamadığı köyde çekim yapar, nineye konuk olurlar.

Üçüncü bölüm, Makedonya kasabası Karacaova (Kicevo)'da, 2008'de yaşanan, üç kurbanı da yaşlı, temizlikçi kadınlardan oluşan bir seri katil olayını inceler. İ
nsanlar ardarda konuştukça konu aydınlanırsa da, gerçeğe dair bir şüphe, her zaman çevrede olacaktır. "Abla"nın çok beğendiği, gerilimi hiç düşmeyen filmin bitiminde, çok güzel bir müzik parçası eşliğinde akan title ardından perde önüne gelen yönetmen alkışlarla karşılanır.

Yönetmenin dilinde konuşup, Türkçeye de çeviren izleyici, "Bravo!" der filme beğenisini belirterek; "ben Kicevo doğumluyum, '60'da Türkiye 'ye geldim, ara sıra gitmeme karşın bu olaydan haberim olmadı."

"Üçüncü bölümde kurmaca var mıydı, yoksa tümüyle belgesel miydi?" bilmek isteyen izleyiciye yönetmen, "memnun oldum bu soruya" der, "sinema olarak amacına ulaşmış; kurmaca ile dokümanteri harmanladık... Evet, bir belgesel, iki sene önceki olay bir süre Dünyada konuşuldu. Belgesel olarak zordu, gerçek insanlarla film çekecektik, onların duygularını dikkate almak zorundaydık"

"Ben görmedim ama..."
der bir başka izleyici, "Dust filmiyle Türkleri kötülediği yazıldı sitelerde, hazır buradayken..." Manchevski "Türkiye'de gösterilmemiş olması yazık," der, "bir kısmı günümüz, bir kısmı da 20. yy. başında Balkanlarda yaşanan pek çok çatışmayı konu alıyordu, Osmanlı, Makedon, Arnavut en çok da Amerikalıların yaptıklarından sözediyordu, bir yorum yapamayacağım, filmi görenlerle tartışmak isterim."

Uluslararası yarışma adaylarından, Kanada-Fransa 2010
yapımı İçimdeki Yangın: Yönetmen, -"abla"yı çok etkilemiş Polytechnique'in yönetmeni- Denis Villeneuve, oyuncular Lubna Azabal, Mélissa Désormeaux-Poulin, Maxim Gaudette... Filmden önce, perde önüne gelen başrol oyuncusu Lubna Azabal, yönetmenin New York'da filmin tanıtımını yaptığını söyler. Festival kataloğunda belirtildiğine göre En İyi Yabancı Film Oscar'ına aday gösterilen film, Wajdi Mouawad'ın ünlü oyunundan sinemaya uyarlanmış.

Yüzme havuzu kenarında fenalık geçirip hastaneye kaldırılan, ölen
Lübnanlı Nawal'ın patronu noter, ikiz çocuklarına, annelerinin, babalarını ve ağabeylerini bulana dek mezartaşı olmayan bir mezarda yatma dileğini bildirir. Çocukların, iç savaşta pek çok acılar yaşamış Lübnan'da, annelerinin izini sürmeleri, kendilerine, asıl kimliklerine ulaşmalarını sağlayacaktır.

Film sonrası, alkışlar arasında, perde önüne gelen
Lubna Azabal, ilk izleyicinin "hikâye o kadar inanılmaz ki, mutlaka gerçeklik payı olmalı" sorusunu, "evet" diye yanıtlar, "direnişçi Süha Beşara'nın öyküsünden esinler taşıyor, 19 yaşındayken Falanjist bir generali öldürmeye çalışıyor, 10 yıl hapis yatıyor, öykünün gerisi kurgu."

Kadınların halâ harp silahı olarak kullanıldığını belirten bir kadın izleyici, filmi çok etkileyici bulduğunu belirterek, "bu role hazırlanmak hiç kolay değil" der. "Haklısınız, savaş, nefret... Dünyanın her yerinde geçebilirdi. Genellikle iç güdülerimle hazırlanıyorum."

"Bir tiyatro oyunundan uyarlandığına inanmak zor, yazar dahil oldu mu?"
sorusu, "hayır" diye yanıtlanır, "yönetmene, artık bu senin eserin dedi ve karışmadı, normalde oyun 3 saat, yönetmen biraz parçaladı. On ayrı versiyonu olabilir aslında..."

"Sizi en çok hangi sahne zorladı?"
sorusuna oyuncunun yanıtı "hapishane, işkence ve doğum sahneleri stüdyoda ilk dört günde çekildi, o dört günde ben hapse düştüm, işkence gördüm, doğurdum..." olur.

Nawal'in vurguladığı "bir olma" ve "nefret zincirini kırma" mesajı olmasa, laser altyazısıyla vizyona hazır filmin öyküsünü biraz zorlama bulabilecekken; bu çok önemli mesajın, Ortadoğu ve -ufak çaplı da olsa- savaşların sürdüğü tüm coğrafyalarda su-ekmek kadar gerekli olduğunun bilincinde olan "abla", filmi ısrarla önerecektir.

Hiç yorum yok: