8 Nisan 2011 Cuma

30. İstanbul Film Festivali yedinci gününde "abla" üç film izler: Herşey Yolunda, Yaşam Şifresi, Şiir

Eve pofurdanarak gelip Kaybedenler Kulübü'nü beğenmediğini söylediğinin ertesi akşamı "abla"nın damadı, "bizim arkadaşlardan biri görmüş, beğenmiş" haberiyle gelir. Oğlanın 25 yaşlarında olduğunu öğrenen, -60'lı yılların sonlarında kendisi ile kızkardeşlerini, ilki 1940'ta çekilen klâsik müzikli animasyon filmi Fantasia'yı görmeye, Soma'dan İzmir'e götüren ebeveyninden miras- sinemasever "abla", "onun yaşına bir 5-10 yıl ekle, ben o zaman boyunca film izledim" diyerek damadın hamlesini savuşturur.



Yılmayan damat iki akşam sonra, gelir
"bu defa görüp beğenen arkadaş 38 yaşında..." der; "abla" yine üşenmez, filmi görmemiş, göreceğe de benzemeyen kızı ile damadına neleri beğenmedini bir bir anlatır: "Görmüş olsaydınız da film üzerinden konuşuyor olsaydık keşke..."
der, fotoğrafçı damadına, "...özetle damatcığım, nasıl sen çok fotoğrafa baktığında iyiyi ayırdedebiliyorsan, ben de bunca yıl film izledikten sonra zor beğenir oldum" diyerek sözlerini bağlar.

8 Nisan 2011
Cuma sabahı, olağan festival yürüyüşü için çıkışını, vizyona giren yeni filmleri saptamak amacıyla 20 dakika öne alan "abla" Cadde'ye varır, 13:30'daki boşluk için Yaşam Şifresi'ni işaretler, ilk filmi için Fitaş 1'e girer. Yerine yerleşir, yanındaki gence Kaybedenler Kulübü'nü izleyip izlemediğini sorar; izlemediği... yanıtını alan "abla" hızını alamaz, filmle ilgili olumsuz izlenimini olabildiğince detaylı biçimde aktarır, ilgisini çektiği, filmi merak eden genç izleyiciden, Kaybedenler Kulübü'nü gördükten sonra beğenme nedenlerini açıklayan bir yorum talep eder.

NTV Belgeseller Kuşağı'ndan, ABD 2010 yapımı Herşey Yolunda: Yönetmen Steven Soderbergh, katılan Spalding Gray... Monolog ustası, yazar ve sahne sanatçısı; kendini, hayatı gözlemlemeyi, yaşamaktan çok hayatı anlatmayı sevdiğini söyleyen, çok zekî, ti'ye aldığı yaşamın kırılganlığını gizleyemediği, farkındalık ve bilinç düzeyi yüksek sanatçı, bir kaç yıl boyunca tuttuğu günlükler sayesinde kendisiyle, sanatıyla ilgili keşifler yaptığını anlatır. Kendi yaşamından öyküleri anlatışındaki içtenliğe bakarak, -reenkarnasyona inanmayışı dışında-, kendisiyle özdeşleştirdiği özgün öykü anlatıcısı Spalding Gray, "abla"ya göre 2004'te intihar ettiğinde, annesinin 50'li yaşlardaki intiharının etkisi bir yana, dolu dolu yaşadığı Dünyada yapacak bir işi kalmadığını için gitmiş olsa gerek...

CineMajestik'in sokağına açılan kapısından girdiği -yeni- Mado'da öğle molası veren "abla" 13:30 seansında ABD Fransa 2011 yapımı Yaşam Şifresi'ni görür: Yönetmen, -Filmekimi 2009'da görüp çok beğendiği Sam Rockwell'li Moon'un yönetmeni, David Bowie'nin oğlu- Duncan Jones, oyuncular Jake Gyllenhaal, Michelle Monaghan, Vera Farmiga... Afganistan'da askerî harekât sırasında ağır yaralanan Colter, uyandığında kendisini sarsılarak giden trende, kendisine hayran hayran bakan Christina'nın karşısında bulur. Büyük bir patlamayla yeniden yer değiştirir, bu kez karşısındaki ekranda Yüzbaşı Goodwin, trendeki bomba ile ilgili bilgi almaya çalışmaktadır. Goodwin'in üstü doktor, "bir odanın ışığı kapatıldığında, mekânda çok kısa süre asılı kalan ışık gibi..." diyerek, ölüm sonrasında beyinde asılı kalan bilinçten söz eder. 8 dakika süren bu aralıkta Colter'dan, bombayı, bombacıyı bulması, sıradaki felâketi önlemesi beklenir.

"Abla" -Moon kadar değilse de- çok beğendiği filmin, sürprizini kaçırmamak için daha fazla açıklama yapmaz; bir de finaldeki durumu, kuantum fiziği kavrayışının kısırlığı yüzünden olacak, anlamadığından...

Güney Kore 2010 yapımı Şiir: Yönetmen Lee Chang-dong, oyuncular Yun Jung-hee, Lee David, Kim Hira... Nehirden cesedi çıkarılan ortaokul öğrencisi kızın, 6 ay boyunca altı okul arkadaşının tecavüzüne uğradığı için intihar ettiği anlaşılır. Beş baba ile -uzlaşma fikrine çekimser yaklaşan, Alzheimer sınırında- bir anneanne, acılı anne ile para ödeyerek uzlaşma yoluna giderler. Torun ve olaya karışan diğer oğlanlar, duyarsız, bencil yaşamlarını hiç bir şey olmamış gibi sürdürürken, ebeveynler, okul idaresi ve polis de hiç bir şey olmamış gibi konuyu örtbas etme yoluna gider.

Şiir yazma kursunda çocukluğunun ilk anısını anlatırken gözyaşlarına boğulan anneanne, ölen kıza duyduğu düşkünlüğe dair ip uçları verirken, daha sonra bir şiir okuma akşamında, kendisini bahçede ağlarken bulup nedenini öğrenmek isteyen şiirsever polisle ne konuşur?

Finalde, oğlanın başka kentte yaşayan annesi, birkaç saat önce polisin götürdüğü oğlunun ardından, annesinin de olmadığı boş eve girer. Anneanne, ölen kız anısına yazdığı şiirle birlikte, bir demet çiçeği, şiir kursu öğretmeninin kürsüsüne bırakmıştır. Dünyanın bu köşesinde (Güney Kore), duygularını kolayca, rahatça ifade edemeyen insanlar çevresinde yaşanan irili ufaklı olaylar, belki, görünürdekinden çok daha büyük acıların minicik ipuçlarını taşır.

Hiç yorum yok: