18 Ekim 2009 Pazar

"Abla" biri Filmekimi 2009, 2. gününden Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, diğeri vizyondan Karanlıktakiler, iki film görür.

2009 ABD yapımı Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi, "abla"nın, esprili yaklaşımına bayıldığı zekî yönetmen Michael Moore'dan. Tekrarlamaya bayıldıkları gözde deyişle Amerikan toplumunun yaşam biçimini inceleyen, aksaklıkları çok neşeli bir dille ortaya koyan yönetmenin bu kez konusu kapitalizm: Kalbi üzüntüye dayanamayacak kadar zayıf olanların izlememeleri önerisiyle başlayan film, evlerine -Amerika'da her 7 saniyede bir- haciz gelenlerin acıklı durumundan, geçinmek için -kan- plazması satan pilotlara, "türev" gibi paradan para sızdırmaya yönelik, işin içindekilerin dahi açıklamakta yetersiz kaldıkları Wall Street icadı kavramlara, ölü ırgat diye adlandırdıkları elemanlarını -onların bilgisi dışında- sigortalayıp, ölümleriyle binlerce dolarlık kârlar elde eden, pek çoğu bizim için de tanıdık şirketlere... sürer giderken, Michael Moore mikrofonu, kendisinin, ardından kardeşinin nikâhlarını kıyan iki pedere, ve hatta bir piskoposa yöneltir, kapitalizmin "kitaptaki yeri"ni soruşturur. Aldığı cevap, bir senatörün de dediği gibi "hemşire, polis, öğretmen gibi hayatımızı kolaylaştıran gerçek kişiler yerine, yıllarca dergi kapaklarına zengin, ünlü, güçlü kişilerin resimlerini bastık; değer yargılarımızı gözden geçirmeli, değiştirmeliyiz" olur. Obama'nın seçim kampanyasını sakatlamasını umut eden muhaliflerin, gençlerin bunca tekrarlanan Sosyalizm kavramını merak edip sahiplenmeleriyle nasıl hayâl kırıklığı yaşadığını anlatan Moore üşenmez, koca bir kamyonla, -sarı "suç mahali" bandı ile çepeçevre kuşattığı- entrikacı şirketlerin kapısına dayanır, içeri sokulmayınca çalınan paraları koymaları için üzerinde $ simgesi olan bez torbayı uzatır, "pencereden atın!" diye seslenir. "Abla"yı en güldüren bölümde ise, sarışın güzel bir kadının tatlı sesiyle yaptığı "evleriniz karşılığında kredi verelim" içerikli konuşma, bir yerden sonra fonda, Baba filminin müziği ile, Marlon Brando'nun kısık sesine dönüşür.

İçinde bulunduğumuz "kriz"i, bundan güzel anlatan bir başka belgesel çıkmayacağından emin "abla", bu işlerin nasıl yürüdüğünü, paraların nasıl yürütüldüğünü bilmek isteyenlere Michael Moore belgeselini hararetle önerir.

2009 Türkiye yapımı Karanlıktakiler, "abla"nın beğendiği yönetmen Çağan Irmak'tan, yine pek güzel bir film: Oyuncular, -Ümit Ünal filmi Ara'daki güzel oyunculuğuna bayıldığı- Egemen'e cuk oturmuş Erdem Akakçe, gençliğinde yaşadığı travmayla sakatlanmış, korkuları elinde oyuncak hafif kaçık, her şeyiyle gayet uygun anne Meral Çetinkaya, -"abla"nın Zeki Demirkubuz'un Masumiyet'inden bu yana yeri ayrı- şehrin, hayatın örselediği reklamcı Derya Alabora, -Tayfun Pirselimoğlu'nun Rıza'sından tanıdık- hayata kırgın, geri sayımda Rıza Akın, ablasına göz kulak olurken, kiralarla da ilgilenen (?) kızkardeş Şebnem Dilligil... Balıkçı köyü, reklâm ajansı, oyuncular kadar güçlü konak... mekânların tümü çok güzel, hikâyenin akışı onlardan da güzel! Evine bırakıp başını beklediği sarhoş patronunun ayılıp taksi parası verdiği Egemen'in, "bizim kirada dairelerimiz var, o kadar değiliz..." türünden içten yanıtında olduğu gibi, diyaloglar ne eksik ne fazla, doğru ve yerli yerinde... Sigara dumanı ardındaki annesinin, "malı mülkü üzerine yaptıran kadınların sokağa attığı koca..." hikâyeleriyle karşı cinsten uzak tuttuğu; evin bakımını üstlenmiş yeğeninin "biz ne yapacağız?" sorusuna "sabır" öneren teyzeye bir de umutsuz aşk hikâyesi eklenince Egemen, kentin karanlığına dalar, aşamadığı, aşabilmesi imkânsız görünen kendi karanlığına çözüm arar...

Etkileyici, akılda kalıcı, çok güzel bir film.

Hiç yorum yok: