12 Ekim 2008 Pazar

Alkazar'da Vicdan, Emek filmekimi'nde Körlük; her ikisi de muhteşem!

12 Ekim 2008

Hafta sonu dolayısıyla Emek Sineması'ndaki koltuğunu çalışanlara bırakan "abla", Pera Müzesi'nde iki Alman Klasiği daha izlemek üzere yola çıkar. 13:30'da Üç Adam ve Lilian: 1930, Almanya yapımı siyah-beyaz müzikal filmin yönetmeni Wilhelm Thiele, oyuncuları Heinz Rühmann, Oskar Karlweis, Willy Fritsch. Üç zengin genç, üç aylık seyahatlerinden döndüklerinde iflas ettiklerini öğrenirler, morallerini bozmazlar, "havyar yerine reçel yiyecekleri" gerçeğini kabullenir, tek varlıkları arabalarını satıp satın aldıkları, tüketicinin gelip benzinciyi beklediği, benzin, yağ pompalarının '30'lu yıllardaki görünüm ve çalışmasının bu gün için belgesele dönüştüğü bir benzin istasyonunda çalışmaya başlarlar. Keyifleri yerindedir, taa ki, konsolos kızı Lilian ortaya çıkıp üçünü de kendine âşık edene kadar... Lilian, "babiş"inin, -"abla"nın aynı gösterimde izlediği Gülen Mirasçılar filminde de olduğu gibi- ikinci kez evlenmesine karşı çıkar, ilginçtir, babalar her iki filmde de ille de kızların rızasını almak zorundaymış gibi davranır. Film müzikâl olduğu için bolca da dans vardır, Lilian dizleri buruşan uzun pamuklu çoraplarıyla danseder. Tekrarı, 25 Ekim Cumartesi 13:30.

16:00'da La Habanera: Yönetmen Detlef Sierck, oyuncular Zarah Leander, Ferdinand Marian, Karl Martell. 1937 yapımı film, İsveçli bir genç kadının Puerto Rico'yu ziyareti sonrası adaya hayran olup bir matadorla evlenmesini, on yıl sonra, Puerto Rico ateşi denen hastalığı araştırmak üzere adaya gelen gençlik aşkıyla karşılaşmasını anlatır. Sürükleyici anlatımıyla çok rahat gelişen film mutlu sona ulaşır. 18 Ekim Cumartesi 19:00'da bir kez daha gösterilecek

19:30'da Alkazar Sineması'nda Erden Kıral'ın son filmi Vicdan: Muhteşem oyunculukla Nurgül Yeşilçay, "Mutluluk"taki oyununu tekrarlamış Murat Han, dizi oyunculuğundan Tülin Özen ile müziğini Zülfü Livaneli'nin yaptığı, "abla"ya pek sevdiği Zeki Demirkubuz'un Kader'ini hatırlatan film, birlikte yetişen iki genç kadından biriyle, Songül'le evlenip diğerinden, Aydanur'dan vazgeçemeyen -mümkünse, hepbirlikte olalım, isteyen- Mahmut'un takıntılı sevdasını anlatır. Akışıyla, doğallığıyla, diyaloglarıyla son zamanların en iyi Türk filmlerinden biri...

Emek Sineması'ndaki koltuğunu çalışanlara bıraksa da "abla", Körlük filminin galasını kaçırmaya hiç niyetli değildir: Yıllar önce Nobel ödüllü yazar Jose Saramago'nun aynı isimli romanını okuduğunda çarpılan "abla", -Tanrıkent'in yönetmeni- Fernando Meirelles'in yönettiği film ile bir kez daha çarpılır. Çok özel konusuyla, bazı yerleri filme alınmamış olsa da, Julianne Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael Garcia Bernal... gibi iyi oyuncularla (roman) film, insan olmanın sınırlarını araştırır. Büyük bir kentte bulaşıcı gibi yayılan, siyah değil süt içindeymişcesine herşeyin beyaz göründüğü körlük kurbanları, kulanılmayan bir sanatoryumda karantinaya alınır. İlk andan başlayarak, Wiiliam Golding'in, "abla"yı okurken dehşete düşüren, ödüllü Sineklerin Tanrısı romanındaki gibi insanlığın hızla irtifa kaybettiği akılalmaz bir trajedi başlar. Çok etkileyici çevre düzeni dışında "abla"nın aklına çakılan sahneler, körlerin koğuşta cep radyosunda bir müzik parçasını dinleyişleri, kadınların, karşılığında, yiyeceklere el koymuş erkeklerle yatmak üzere 3. koğuşa giderken tel örgülü pencere önünden geçişleri, sokakta yağmurda kendilerini temizleyişleri, mutlulukları... Vizyon tarihi belli olmayan film, "abla"ya göre tek kelime ile muhteşem!

Hiç yorum yok: