18 Nisan 2009 Cumartesi

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 15. gününde, "abla" dört film görür: Afyon Savaşı, Ağaçsız Dağ, Rumba, Kontes.

Festival boyunca her gün yaptığı Okmeydanı-Taksim yürüyüşünü Harbiye'de kesintiye uğratan "abla" Çin malları satan dükkâna girer, yeşil çay ile -öylece içemediğinden- karıştırmak üzere yasemin çayı alır, satıcı Çinli genç ile onun Türkçesi sınırlarında kısa bir sohbet yaparlar: İşlerin iyi olduğunu söyleyen genç "abla"nın "ülkenize gittim, Guilin'i çok beğendim" demesine şaşırır, "Guilin'i kimse bilmiyor" der, "Pekin, bir de Şangay'a gidiyorlar".

Sinemada İnsan Hakları bölümünden, Afganistan Japonya Güney Kore Fransa, 2008 yapımı Afyon Savaşı: Yönetmen, "abla"nın,
2003 tarihli Osama isimli filminden -çaresizliğin acısıyla- ağlaya ağlaya çıktığı Sıddık Barmak, oyuncular, amatör yöre halkı yanısıra Peter Bussian, Joe Suba... Düşen helikopterden sağ çıkan üst rütbeli beyaz ile astı siyah iki askerin rastladığı ilk insanlar, afyon tarlası yanında eski bir Rus tankını mesken tutmuş üç karılı bol çocuklu bir aile... Kıskançlık kavgaları ortasında çaresiz koca, kadınların namusunu koruyacağım diye helâk olan erkek kardeşi, helikopterden değil de UFO'dan çıkmışa benzeyen Amerikalılar, afyon hasadı peşinde burkalı "erkekler", demeye kalmadan demokrasi nutukları ve eşeklere yüklü seçim sandıklarıyla ortaya çıkan görevliler... Küba gezisinden tanışı arkadaşıyla didaktik, naif... buldukları film hakkında, Beyoğlu Cafe'de buluştuğu kız kardeşi, önceki gösterimde yönetmenin "İstanbul benim hayallerimin şehri, beni davet ettiğiniz için müteşekkirim... oyuncular, deneyimsiz, hayatında hiç sinemaya gitmemiş yöre halkı, değerlendirmenizi yaparken bunu göz önünde bulundurmalısınız" dediğini aktarır. Tüm olanaksızlığa karşın, 2008'de En İyi Yabancı Film dalında Afganistan'ın Oscar adayı olan filmi, tuzu kuru sinemanın bağımsızlarıyla kıyaslayan "abla", önyargısı yüzünden kendini mahçup hisseder.

Pasaj içinden geçerek Atlas Sineması'na yönelen "abla"nın yolunu, cep telefonuyla konuşmakta ince, uzun, güzel, genç bir kadın keser; "abla"nın sevgili -eski- iş arkadaşlarından biri! Film çıkışında buluşmak üzere işaretleşirler.

Genç Ustalar
bölümünden, Güney Kore ABD, 2008 yapımı Ağaçsız Dağ: Yönetmen So Yong Kim, oyuncular Hee Yeon Kim, Song Hee Kim... Kendilerini terkeden babalarının peşine düşen annelerinin, halalarına, halanın büyükbaba ile büyükanneye bıraktığı biri 6, diğeri 4 yaşlarında iki küçük kız bir yandan annelerini özlerken bir yandan da çevreye uyarak yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Halanın yoksul kasaba yaşamında hırpalanırlarsa da büyükannenin,
çiftlikte, doğanın ortasında kızları ortak ettiği, paylaştığı yaşam çocuklara çok iyi gelir. "Abla"nın aklına, hala yanındayken, moloz yığınına tırmanıp annelerini getirecek otobüsü bekleyen okul formalı büyük kız ile yakası kürklü, uzun etekli süslü mavi elbiseli küçük kızın -yakın plan- yüzlerindeki harikulade anlatımla, yerleşen, muhteşem güzellikte bir film!

Sefahathane Bar'da tabureye tüneyip, "bunu ilk defa yaptığını belirten" "abla", barın arkasındaki kardeşi gibi sevdiği arkadaşıyla, çok sevdikleri Hızır (Tüzel) Bey'in beklenmedik ölümünün hüznünü de paylaştıkları bir sohbet yaparlar.

Uluslararası Yarışma bölümünden, Fransa Belçika, 2008 yapımı Rumba: Yönetmenler (aynı zamanda filmin oyuncuları) Dominique Abel, Fiona Gordon, Bruno Romy. Huzurlu taşra kasabasında dansa ve birbirine âşık öğretmen karı koca ile intihar niyetiyle yollarına dikilip duvara toslamalarına neden olan adamın neden olduğu komik olaylar... Gösterim öncesi sahneye çıkıp -bayağı çalıştıkları belli- Türkçe, "merhaba!, ...bu Türkiye'ye ilk gelişim(iz), ..." deyip Dominique'in annesi için, seyirciye "yaklaşın, gülümseyin!" diye seslenerek, cep telefonuyla çektiği fotoğraftan sonra, Dominique ile Fiona, gösterim sonrası soruları yanıtlamak üzere yine Emek Sahnesi'ndeler: "Fransız Sineması'nda sizin tarzınızda çok film yok, kimlerden etkilendiniz?" sorusuna verdikleri "Tati, Charlie Chaplin, Buster Keaton... eğitim almayıp dışarıdan gelenler..." yanıtından sonra, yeni soru gecikince Fiona "Soru sormasanız da önemli değil" der, "size bakmak hoşumuza gidiyor". "...filmimizle mesaj vermek istemiyoruz, biz palyaçoyuz, palyaçolar düşer, kalkar bir daha düşmeyeceğini sanır, yine düşer, insanların hatalarını tekrarlamaları gibi... kaybedenleri seviyoruz, insanın en dipteyken doğrulabilme kapasitesi güzel, insanın gücü uyum sağlamasında, herşeyi yitirdiler ama aşk kaldı." Kahkahalara yol açan "Çikolatalı kruasan çalan uçurumdan düşer, mesaj bu değil!". Bir izleyicinin "Neden rumba?" sorusunu "...önce tangoyla başladık ama onun dramatik havası var, rumba daha neşeli", "Kendilerini ilk izlediklerinde ne hissettiler?" sorusunu "Kendimizi perdede 300-500 kez gördük, şimdi daha çok izleyicinin tepkisine bakıyoruz.", "...başlangıçta basit bir fikirle başlayıp birbirimize mailler yolluyoruz, 30 sayfaya ulaşınca provaya geçiyoruz, ardından en yaratıcı bölüm doğaçlamalar geliyor. Üç kişi olmamız çok rahat, gün boyu kayıt yapıyoruz..." diye yanıtlarlar. Kazada bir bacağını kaybeden Fiona'nın okuldaki ilk gününde, askılı çanta, dosya, iki koltuk değneğiyle sahnelediği çok komik bölümün "özürlüleri üzebileceğini düşündünüz mü?" sorusu üzerine "...bizimki sempatik bir bakış açısı gibi geldi bize, palyaçoluktan geldiğimiz için kendi kırılganlığımızı işliyoruz, bir seferinde izleyenlerden bir kadın hiç komik değil! diye bağırdı, bizi izleyip teşekkür eden özürlüler de oldu" diyen Dominique ile Fiona, sözlerini "Tiyatro fakir bir mekân, elimizde bir dalla orman olduğumuzu söyleyebiliriz ama orman olmamız için aktör-izleyici beraberliğine ihtiyacımız var, sinemada daha zor, seyircinin tepkisini göremezsiniz...", "Hitchockvari arka planlar kullandık, eski teknikler sahte olduğu için bizi güldürüyor, oyunculuğumuza izin veriyor, siz de biz de sahte olduğunu biliyoruz, bu yüzden suç ortaklığınıza ihtiyaç duyuyoruz" diyerek bağlarlar. Renkli, danslı, az konuşmalı, bir dizi karikatüre benzeyen, çok eğlenceli bir film!
Laser alt yazılı, vizyona girmek üzere...

Dünya Festivalleri'nden bölümünden Almanya Fransa, 2009 yapımı Kontes: Yönetmen Julie Delpy, oyuncular Julie Delpy, William Hurt... 16. yüzyılda yaşayan, kendisi 39 yaşındayken 21 yaşındaki bir adama âşık olan, beraberlikleri önündeki engelin, çevrelerindekilerin güç ve servet açgözlülüğünden değil, yaşlanmakta oluşundan kaynaklandığını sanan, aşkın yakıcı ateşiyle -yaklaşık 650- bakire genç kız kanıyla gençliğini sürdürmeye çalışan Elizabeth Bathory isimli Macar kontesin hikâyesi. Dul kontese yanaşanlardan biri de, bir cilt rahatsızlığı yüzünden geceleri seyahat ettiğini "...yoksa iddia edildiği gibi yeni doğanlarla beslenmediği..." belirten mazoşist bir soyludur. Kadın onu, -salonu güldüren- "Türk yüz hatlarına sahip olduğu..." gerekçesiyle reddeder. Büyülerin, esrarlı cinayetlerin, entrikaların kol gezdiği karanlık bir dönem filmi, "abla"nın bayıldığı türden... Laser altyazılı, vizyona girmeye hazır!

Hiç yorum yok: